Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şimdi ne diyecekler bilmiyorum.

        Kim mi?

        Embedded taife.

        Hani Körfez Savaşı’nda ABD askerlerine yapıştırılmış gazeteciler vardı. “Embedded journalist” deniliyordu, “iliştirilmiş, yapıştırılmış” anlamında.

        Bizde de var embedded’lar.

        İktidara iliştirilmiş taife.

        Kılıçdaroğlu, bizim Yavuz Semerci’nin bulduğu şahane tanımla “promosyon seçmenine” hitap eden formülü bulduğunda bizim “embedded”lar çok kızdı.

        “Hadi lan, nereden bulacan o kadar parayı” diyerek.

        Şimdi anladığım kadarıyla o para bulundu.

        Çünkü Başbakan Erdoğan, benzer bir formülle kadınlara, öğrencilere, çiftçilere para verecek, verilen paranın miktarını artıracak.

        Başbakan’ın yaptığı yanlıştır demiyorum. Bir fikir, o fikri kullanmayı başaranın olur.

        Kılıçdaroğlu fikri buldu ama bulunduğu konum itibarıyla o fikri kullanabilen Başbakan Erdoğan oldu.

        Bunda hiçbir sıkıntı yok.

        Şimdi benim merak ettiğim şu “embedded” ekibi.

        Acaba Başbakan’a sorabilecekler mi, “O parayı nereden bulacaksın?” diye.

        Yok yok merak etmesinler, Kılıçdaroğlu’na sordukları tonda sormalarını zaten beklemiyorum.

        Fısıltı olarak bile sorabilecekler mi?

        Bu nasıl cemiyet?

        GEÇTİĞİMİZ aylarda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde ilginç bir tartışma yaşandı. Cemiyete üyelik başvurusu yapan gazetecilerden biri “türbanlıydı”. Cemiyet yönetim kurulu karıştı. İlk karar “türbanlı gazetecinin üyeliğe kabul edilmemesi yönünde” çıktı. Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı, TGC Yönetim Kurulu Üyesi sevgili dostum Doğan Satmış bu karara karşı çıktı ve veto etti. TGC yönetimi bu konuyu bir sonraki toplantısında yine ele aldı ve bu kez “oybirliğiyle üyeliğe kabulü” kararı alındı. Ancak konu burada kapanmadı. TGC yönetimi, kendi içlerinden biri olan Doğan Satmış’a bunu ödetmeye karar verdi. Ve Doğan, dün TGC’nin düzenlediği bütün yarışmalardaki ve etkinliklerdeki görevlerinden alındığını öğrendi. Daha önce yönetim kurulu üyesi olarak jürisinde yer aldığı tüm TGC etkinliklerinden çıkarıldı. Doğan Satmış dün üyesi bulunduğu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu’na bir yazı yazarak “yapılanın nedenini” sordu. Eğer tatminkâr bir yanıt alamazsa, Habertürk çalışanları Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyeliğinden istifa etme kararı aldılar. Beni soruyorsanız söyleyeyim. Ben zaten asla üyeleri olmamıştım.

        Siz yapın biz temizleyelim

        Torba yasa artık “kirli bohçası”na döndü.

        Sürekli olarak birtakım bürokratlara “af” çıkarılıyor.

        Geçtiğimiz günlerde manşete almıştık “usulsüz işlemler yapan bürokratlara bu yasayla af geldiğini”.

        Kimse tınmadı. Şimdi bir af daha geliyor. Bu kez valilere ve büyükelçilere. Görevi kötüye kullanan ve bu yüzden vali olamayan bürokratlara, yurtdışında dolandırıcılık yapan büyükelçilere. Ve bilcümle sahtekâra.

        Olacak iş değil bunlar.

        Aklım, vicdanım almıyor.

        Benim algımda bunun anlamı şu: “Siz bizim taleplerimize uyun. Biz ne dersek yasalara uymasa da, doğru olmasa da yapın, başınız belaya girse de, geleceğinizin kararacağından korkuyorsanız da korkmayın. Biz bir yasa çıkarır sizi kurtarırız.”

        Bana göre yapılanın başkaca bir anlamı yok.

        Hele hele yasa “son 10 yılı” kapsayınca akla başka bir şey gelmiyor!

        Gel de eski günleri arama

        Kemal Unakıtan’ın oğlu Abdullah, Fatih Sultan Mehmed gibiydi.

        Gemileri dağdan aşırmaktan daha zor olan işi yapar, işlerini bürokrasiden aşırırdı.

        Yıllar önce ortaya çıkardığım “mısır” olayının başkahramanıydı. Abdullah Unakıtan, mısır ithal etmiş, ardından ithalat yasaklanmış ve mısır fiyatları tavan yapmıştı. Ben de yakalayıp yazmıştım. “Yazdın da ne oldu?” derseniz haklısınız.

        Hiçbir şey olmadı, ama vicdanım rahat oldu en azından.

        Abdullah’ı hiç kimse ve hiçbir şey durduramıyordu.

        Çünkü o günler iyi günlerdi. Baba gözdeydi, baba bakandı.

        Şimdi üzülerek okuyorum ki, Abdullah Unakıtan’ın enerji santralı kurmak üzere satın aldığı arazi “mera” statüsünde olduğu için santrala izin çıkmamış.

        Nerdeee o eski günler Abdullah Bey, değil mi?

        Nerdeeee!

        Ne zaman adam oluruz?

        Hiç kimsenin mutluluğun resmini tek başına yapamayacağını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar