Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN hafta kulağımıza geliyordu “Eylemcilere yönelik operasyon yapılacağı” haberi.

        “Pazartesi günü, eylemciler Taksim’den çıkarılacak” diye.

        Hafta sonu boyunca dilimin döndüğü, kulağına uzanabildiğim herkese “Aman yapmayın” diye yalvardım.

        Dün, sabahın erken saatinde Ajans Haber Türk Genel Müdürü Ramazan Kurnaz’ın telefonu geldi.

        “Taksim’de operasyon başladı” diye.

        “Eyvah” diye televizyona koştum.

        Yerli yabancı tamamı kısa süre içinde Taksim’den canlı yayına başladılar.

        Ramazan tekrar aradı.

        “Operasyon sadece meydandaki gruplara yönelik, Gezi Parkı’ndakilere polis dokunmuyor. Hatta Gezi Parkı’ndakiler durumdan memnun, aşırı gruplardan onlar da rahatsızmış” demek için.

        Biraz olsun nefes aldım.

        Gerçekten de polis aşırılık yanlıları ile diğer gruplar arasındaki çizgiyi çekmiş ve ona göre bir operasyon başlatmıştı.

        Ve belli ki, daha önceki aşırı sertliklerine yönelik eleştiriler yararlı olmuş olmalı ki, oldukça dikkatli davranıyorlardı.

        Polis daha sonra Gezi Parkı’na da girdi, ama sadece oraya sığınan “aşırı uçları” toplamak için.

        Başbakan Erdoğan’la 10 gün önce, olayların başlamasının hemen ardından yaptığım programda ben de bunu anlatmaya çalışmıştım.

        “Oradakilerin çoğu düzgün, aşırılıkla alakası olmayan apolitik insanlar” demiştim Başbakan’a.

        Belli ki, geçen zaman içinde Emniyet bunu anlamış.

        Ve öğleden sonra gördüm ki, siyaset de bunu anlamış.

        Bu konuda öfkesini ve sert tavrını gizleme gereği duymayan Başbakan Erdoğan dahi, eylem yapan grubu ikiye ayırdı ve “radikal” olmayan gruplara seslenip “Bu işi bitirin, gözlerinizden öperim” diyerek olayların başladığı günden bu yana verdiği en “yumuşak” mesajı iletti.

        Açıkçası, bu gelişmeler ruhumdaki karamsarlığı bir nebze olsun azalttı.

        Çünkü bir iç çatışma ve bunun sonucunda son yıllarda elde ettiğimiz ekonomik başarıları kaybetme ihtimalinin azalabileceğini gördüm.

        Bu arada Kültür Bakanlığı da kışla inşaatıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararı veren mahkemeye savunmasını verdi.

        Bence yargı bu işin çözücüsü olabilir.

        Eğer yargı ilk kararında ısrar ederse, hükümet kanadı da “Yargıya saygımız var” diyerek kışla inşaatından vazgeçer.

        Böylelikle Türkiye’ye giderek daha fazla sıkıntı yaratacak olan bu mesele çözülmüş olur.

        Tadı kaçarsa sempati kaybolur

        BEN hayatımda böyle bir şey görmedim

        Bir yandan ortam yumuşasın diye uğraşanlar, “normalleşme” peşinde koşan insanlar, bir yandan “Ortam daha da karışsın” diyenler.

        Yukarıdaki yazıyı yazdıktan kısa bir süre sonra Taksim yine gerilmeye başladı.

        Önce Taksim platformu, halkı Taksim’e davet etti.

        Ardından sabah dağıtılan aşırı uçlar, akşam yaklaşırken yeniden ortaya çıktılar.

        Ortalıktaki yıkıntıları temizleyen bir kamyonu durdurup ele geçirenlerin yaş ortalaması 15-16 civarındaydı.

        Barikatlar yeniden kurulmaya başlandı.

        Daha önce Taksim Meydanı’nın Gezi Parkı’na bakan bölümünde toplanan radikal gruplar, bu kez tüm meydana yayıldılar.

        Ve eylemciler açısından daha vahimi, bu tavırlar artıp yansıdıkça, bu eyleme olan “sempati” de giderek kaybolacak.

        Dün konuştuğum bir otomobil bayii, “Eylemler başlamadan önce günde 150 müşteri giriyordu kapıdan. 10 gündür tek bir satış yok” dedi.

        Alışveriş merkezleri boş.

        Eylem uzayıp aynı oranda da günlük hayatı zorlaştırdıkça, sempati azalacak.

        Hatta tam tersi bir etki oluşmaya başlayacak.

        Temiz, masum bir iş, radikallerin etkisiyle “halkın nefret ettiği” bir meseleye dönüşecek.

        Taksim Platformu buna dikkat etmeli. İşin tadı kaçmamalı.

        Sonra yanacak canların hesabını kimse veremez!

        Nalıncı demokrasisi

        FİKİR özgürlüğü, farklı düşüncelere saygı diye yola çıkanlara saygı duyuyorum, destekliyorum.

        Evet, her fikre, her yaşam biçimine saygı duymak gerekiyor.

        Hoşgörü lafına ise hiç ama hiç katılamıyorum.

        Ne demek hoş görmek.

        Farklı yaşam biçimleri bir kabahat, bir ayıp mı ki “hoş görmek” gereksin.

        Ama fikir özgürlüğü ve düşüncelere, yaşam biçimlerine saygı diyenlerin “bir bölümüne” bakıyorum ve “sıkılıyorum”.

        Çünkü “sözde” karşı çıktıkları ve eleştirdikleri tavrın aynısını kendileri sergiliyorlar.

        Başkalarına ve özellikle Başbakan’a, “Eleştiriye tahammülü yok, başka fikirlere saygısı yok” diye kızıyorlar ama kendileri de aynı tavrın içinde.

        Kendileri gibi düşünmeyen, kendilerine kayıtsız şartsız destek vermeyen, destek verirken “Ama” diyerek kendi bakış açısını da yansıtmaya çalışanlara bile sövüyor, sayıyor, hakaret ediyorlar.

        Demek ki ellerinde yetki olsa daha fazlasını da yapacaklar.

        “Demokrasi” diye yola çıkanların hiçbirinin “demokrasiyi içselleştiremedikleri” ve bu topraklarda yaşayan büyük çoğunluğun, hangi fikri savunursa savunsun “kendilerine demokrasi” istediklerini görüyorum.

        Ben buna “nalıncı keseri demokrasisi” diyorum.

        Kimi sağdan yontuyor nalını, kimi soldan.

        Fark bu kadar!

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Kötü niyetliler, halkın iyi niyetini silah yapmaya kalkışmadığı zaman.

        Diğer Yazılar