Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE 17 Aralık gününden bu yana "eski davaları" da konuşmaya başladı.

        Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy, Askeri Casusluk ve KCK davalarını.

        Bunların bazılarında sorun zaten adaletin olağan işleyişi içinde çözüldü.

        Tahliyeler yapıldı.

        Tutuklu sanık kalmadı.

        Bazılarında ise önemli sıkıntılar var.

        Balyoz davası "bir şekilde" sonuçlandı, Ergenekon ise Yargıtay aşamasında.

        Fakat 17 Aralık'tan bu yana bu davaların "hukuksuz", "asılsız", "sahte delil üretmek suretiyle açılmış", "kumpas" olduğu iddiaları ortalıkta dolaşıyor.

        Yıllardır davalılar ve muhalefet tarafından dile getirilen bu "iddialar" şimdi artık "iktidar" tarafından, hatta o davaların "savcısı olduğunu söyleyen" siyasetçiler tarafından da söylenmeye başladı.

        Başta eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ olmak üzere yüzlerce subay, astsubay, gazeteci, bilim adamı, aydın, entelektüel, siyasetçi yıllardır tutuklu ve bunca kişinin yıllardır güneş yüzü görmemesine neden olan davaların "temelinin çürük" olduğu artık bir "toplumsal" ve hatta "siyasal kabul" haline geldi.

        Demokrasisi ve yargısı sorunlu ülkelerde çok görülen bu tür durumların çözümüyle ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin getirdiği çok yerinde bir "tanım" ya da "kriter" var.

        "ZORUNLU SOSYAL İHTİYAÇ" kriteri.

        Bu, şu demek: Ortada ülkenin dönemsel hukuk anlayışına uygun yapılmış bir yargılama var. Bu yargılama sonuçlanmış veya tam olarak sonuçlanmamış olabilir. Ancak ülkenin içinde bulunduğu koşullar değişmiş, uygulamalara neden olan sosyal veya siyasal ortam farklılaşmış ve bu gelişmelere bağlı olarak toplumun bu yargı kararlarına destek verdiği düşünülen fikri değişmiş.

        AİHM buna "Zorunlu sosyal ihtiyaç" diyor.

        Bu zorunlu sosyal ihtiyaç nedeniyle, toplumda yargıya karşı oluşan veya oluşması muhtemel "inançsızlığı" ortadan kaldırmak için yargıçlar, yasal yetkilerini kullanarak "hukuksal esneklik" sağlayabiliyorlar.

        Bugün Türkiye'de TCK'da değişiklikler yapılması gündemde, TMY değişecek veya belki ortadan kalkacak. Yeniden yargılamaların önü açılacak.

        Tüm bunlar olmadan önce yargıçlar, Balyoz, Ergenekon ve KCK davalarında hemen tahliye kararları verebilirler. Yargıtay hâkimleri de önlerine gelen dosyaları karara bağlamadan önce "acil" olarak tahliye kararları verebilirler.

        Çünkü bugün artık bu zorunlu sosyal ihtiyaçtır.

        Tavsiye ediyorum izlemeyin, asabınız bozulur

        17 Aralık sonrası siyasette başlayan tartışmanın, internet ve sosyal medyadaki yansımalarını izliyor musunuz?

        İzlemiyorsanız, size tavsiyen "Aman izlemeyin" olur.

        İzlemeyin ki, ruh sağlığınız bozulmasın.

        İzlemeyin ki, "Biz nerede yaşıyoruz yahu!" sorusunu kendinize sorup yanıtsız kalmayın.

        İzlemeyin ki, hâlâ medeni, uygar, AB üyesi olmaya çalışan bir ülkede yaşadığınızı zannetmeye devam edin.

        Ama izlemeyin.

        Ben ne yazık ki, izliyorum.

        Gayya kuyusuna düşer gibi içine düştüm.

        Birine bakarken diğerine atlayarak, birini izlerken oradan diğerini izlemeye başlayarak bir "cehennem çukurunu" izlemeye başladım.

        Karşılıklı hakaretler.

        Karşılıklı suçlamalar.

        Karşılıklı komplo iddiaları.

        Çok da aşinası olmadığım, İslami jargon veya İslami literatürle bezenmiş beddualar, hakaretler, "küfür" suçlamaları.

        Neredeyse gırtlak gırtlağa bir kavga.

        Geçmişte Lübnan'da, bir ara Irak'ta, şimdilerde Suriye'de gördüğümüz tartışmaların "henüz fiziki şiddet" içermeyeni.

        Ama okudukça, karşılıklı bilenmişliği gördükçe korkuyorsunuz.

        Fark ediyorsunuz ki, bunun fiziki şiddete dönüşmesi aslında sadece bir an meselesi.

        Türkiye bir Ortadoğu ülkesine dönüşüyor deniyor ya hep, Allah muhafaza, bir kıvılcımla tam bir Ortadoğu ülkesi olmamız an meselesi gibi duruyor.

        En iyi dostum

        YILLAR önce çok yakın bir "dostum", bakın arkadaşım demiyorum, dostum diyorum, birisine iyilik etmek isterken bir yanlışa imza atmıştı.

        Ben de oturup bunu yazdım.

        Çok üzüldü.

        Ben de çok üzüldüm.

        Aradı.

        "Fatih beni de mi yazdığını görecektim" dedi.

        "Doğru yaptığın bir işten dolayı başına bir dert açılsa ölümüne yanında olurum. Başın sıkışsa, kendi başımı başının önüne koyarım. Çünkü ben, senin dostunum. Ama yaptığın bir yanlışı görmezden gelirsem, bunu engellemeye çalışmazsam, hoş görürsem, yanlışın karşısında susarsam, senin daha büyük yanlışlar yapmana neden olurum. Bir dost bunu yapmaz" dedim.

        Sustu.

        Hiçbir şey demedi.

        O olayın üzerinden 20 sene geçti.

        Şimdi daha yakın dostum.

        Hayattaki en iyi dostum.

        En güvendiğim, en güveneceğim insan.

        Çünkü hatasını söylediğim zaman bana kızmadı.

        Tam aksine, söylediğimin doğru olup olmadığını düşündü.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        En makbul ineğin en çok süt veren değil, hem çok süt verip hem süt kovasını tekmelemeyen inek olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar