Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SERDAR Turgut dün "ABD, Türkiye'de olan bitene ne diyecek?" manasında bir yazı yazmış, başlığını da "Amerika, Türkiye'yi defterden siliyor mu?" diye atmıştı.

        Serdar'a göre Türkiye'nin kendini soktuğu yol ABD'nin hoşuna gitmiyordu ve bu yüzden de Türkiye'ye karşı alternatifler geliştiriyordu.

        Bu doğrultuda İran ve İsrail ilişkileri geliştirilecek, Mısır ve Türkiye'nin fonksiyonları ise "güvenilmez oldukları" için minimuma indirilecekti.

        Serdar Turgut'un bu analizine zerre katılmıyorum.

        Türkiye'nin giderek "demokrasiden uzaklaşması" ABD açısından hiçbir önem taşımıyor ve taşımayacak.

        ABD açısından Ortadoğu ülkelerinin rejimlerinin zerre önemi yok.

        Dahası, ABD'nin Ortadoğu ülkelerinin "demokratik" olması yönünde bir beklentisi de yok.

        Geçmişe baktığınız zaman ABD açısından önemli olan tek bir şey var:

        "Sözümü dinliyorlar mı, benim çıkarlarımla ters düşüyorlar mı?"

        Ülkenin başında ister tam demokrat bir yönetim olsun, ister seçilmiş bir diktatör, isterse darbeyle gelmiş bir diktatör.

        Bunun ABD açısından zerre önemi yok.

        Bunun örneklerini bölgede 50 yıldır görüp duruyoruz.

        Diktatör ABD ekseninde davranıyorsa, ABD desteklemeye devam ediyor.

        Diktatör ABD'nin politikasının dışına çıkıyorsa, o zaman "demokrasi" gerekiyor ve diktatöre gerekirse dış güçler, gerekirse iç güçlerle operasyon yapılıyor.

        Sonra gerekirse iş güçlere de ayrı bir operasyon düzenleniyor.

        Bu yüzden de Türkiye'deki demokrasinin gerilemesine ABD'nin hiçbir itirazı olmaz.

        Yeter ki, yönetenler ABD'nin politikalarına ters düşmesin.

        Üstelik "sözde" ters düşmenin de ABD açısından bir sakıncası yok.

        Yeter ki, ters düşme gerçek olmasın ve lafta kalsın.

        İsrail'e sövülsün önemli değil, yeter ki İsrail'le işbirliği sürsün.

        O yüzden kimse "ABD bu işten rahatsız" falan diye düşünmesin.

        ABD'nin umurunda değil.

        Onun değil de AB'nin umurunda mı?

        Onların da değil elbet.

        Nasıl olsa artık AB'ye girme gibi bir durumumuz olmadığı için onların da tek derdi Türkiye'deki şirketleri ve sermayeler.

        Bunlar güvencede olsun, bunlara dokunulmasın AB için yeter.

        Gerisi hikâye.

        Bugün serbest kalırlar mı?

        DÜN bir iş için İstanbul Adliyesi'ndeydim.

        İlginç bir duyum aldım.

        Karşılaştığım bir hukuk adamı, "Fatih Bey, siz bugün Zarrab'ı yazmışsınız. Size bir bilgi vereyim. Zarrab ve mahdumlar yarın serbest bırakılacaklar" dedi.

        "Yok canım. Daha birkaç gün önce itirazları reddedildi" dedim.

        "Sizin dünyadan haberiniz yok. Karara itiraz ettiler. Yarın (yani bugün) serbest kalacaklar" dedi.

        "Bunu neye dayanarak iddia ediyorsunuz" diye sordum.

        "Şota gibi sandalyeye dayanarak değil, davaya bakacak mahkemeye dayanarak söylüyorum" dedi.

        "Mahkeme kararlarını önceden mi öğreniyorsunuz" diye sordum.

        "Siz Cumhurbaşkanı'nın yasayı veto etmeyeceğini nasıl tahmin ettiyseniz ben de öyle yapıyorum" dedi.

        Allah biliyor ya, bu öngörü beni hiç şaşırtmadı.

        Esad devrildi galiba

        SURİYE'de olan biteni yakından takip etmediğim için bilmiyor olabilirim kusuruma bakmayın, ama galiba Beşar Esad rejimi devrildi.

        Bu sonuca nereden mi vardım?

        İç politikayı takip ederek.

        Haftalardır, belki de aylardır iktidar kanadından hiç kimse, "Esed gidecek, Suriye'ye demokrasi gelecek" şeklinde kükremiyor.

        Bu konuyu Türkiye'nin iç meselelerinden daha fazla önemseyen gazeteler ve yazalar epeydir "Katil Esed" manşetleri atmıyor.

        Suriye'deki 100 bini aşkın ölü artık konuşulmuyor ve ölü sayısının arttığına dair bir haber falan da duymuyoruz.

        Benim bundan anladığım şu:

        Galiba Esad rejimi devrildi.

        Hayırlı uğurlu olsun.

        Muhaberat rejimleri

        ORTADOĞU'daki Baas rejimlerinin ortak bir yönü vardı.

        Tamamında partinin en etkili iktidar unsurlarından biri, "Muhaberat" adındaki "istihbarat" örgütleriydi.

        "Muhaberat"lar iktidar gücünün en önemli koluydu ve ülke üzerindeki kontrol mekanizmaları Muhaberat üzerinden kuruluyordu.

        Muhaberat organizasyonları ülkenin hem iç, hem dış politikasının uygulanmasında en önemli unsurlardan biriydi.

        Muhaberat üyeleri, ciddi bir koruma ve dokunulmazlık alanında hareket ediyor, partinin ve liderinin politikaları doğrultusunda faaliyet gösteriyorlardı.

        Mesela, Suriye'deki Muhaberat hem ülke içinde muhaliflerin takibinde ve sindirilmesinde çok etkiliydi, hem Suriye rejiminin yurtdışındaki çıkarlarıyla ilgili faaliyet gösteriyordu, hem de rejimin legal veya illegal yollarla diğer ülkeleri baskı altına almasını sağlıyordu.

        Hepimizin çok iyi bildiği bir gerçek, PKK'nın Türkiye'ye kan kusturduğu yıllarda Öcalan, Şam'da Muhaberat'ın denetimindeydi ve örgütün kontrolünde Muhaberat çok etkiliydi.

        Suriye bu yolla Türkiye'ye baskı uyguluyor, terör ihraç ediyordu.

        Şimdi diyeceksiniz ki, "Nereden aklına geldi bu Muhaberat meselesi"?

        Vallahi ben de bilmiyorum.

        MİT'le ilgili yasal düzenlemeyi okuyunca aklıma gelmiş olabilir.

        Ne alakaysa...

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Adaletin vicdanı Anayasa Mahkemesi olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar