Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN birkaç gazete aynı manşetle çıktı.

        "Paralel yapı, 7 bin kişiyi dinliyormuş. Selam Örgütü adı altında bir soruşturma için 7 bin kişi dinlemeye alınmış."

        Dinlenenlere baktığınız zaman yok yok.

        En sağdan en sola geniş bir yelpaze.

        Meslektaşlarımız, arkadaşlarımız, herkes.

        Dünkü dedikodulara bakarsanız "Asıl sayı 7 bin değil 20 bin" diyorlar.

        20 bin kişi dinlenmiş.

        Aslında böyle bir haberin bugünlerde geleceğini tahmin etmek güç değildi.

        Çünkü geçen haftadan beri çok yoğun bir dedikodu vardı.

        "Emniyette görevden alınan polislerin ayrılırken bilgisayarlarından sildikleri bilgiler, uzman bir ekip tarafından server'larda yapılan titiz bir çalışmayla geri getirildi. Bütün dinlemeler ve dinleme kayıtları bilgisayarlarda bulundu" dedikodusu yayılmıştı.

        Hatta dedikodudan da öte, bilgi olarak veriliyordu ama resmi bir kaynak tarafından doğrulanmıyordu.

        Yani poker masasında karşı tarafın eli görülmüştü.

        20 bin kişi iddiasını bir tarafa bırakalım, 7 bin kişilik dün açıklanan liste üzerinden hareket etsek bile ben bu sayının "makul ve inandırıcı" olduğunu düşünmüyorum.

        Yanlış anlamayın, "7 bin kişi hatta 20 bin kişi dinlenmemiştir" demiyorum.

        Benim makul bulmadığım, bir tek savcının, bir tek soruşturma kapsamında 20 bin kişiyi dinlemesi.

        Siyaseten bu olayı ve bu sayıyı kullanacak olanların "dikkatli" olmasında fayda var.

        Geçmişte örnekleri görülen ve görüldükçe anlaşılan "yönlendirmelerden" bir olmasından ve gerilimi, paranoyayı artırmasından korkarım.

        İki yasa, iki uyarı

        VALLAHİ içim rahat.

        Bizim işimiz "doğru bildiğimizi" söylemek, söylemeye çalışmak, söyleyemiyorsak "ima" etmek.

        İnternet yasaklarıyla ilgili uyardık mı?

        Uyardık.

        Dedik ki: "Değil 1 TİB başkanı, 1000 TİB Başkanı olsa, haberlerin, bilgilerin internetteki yayılma hızına yetişemez. Bu nedenle sansür girişimlerinin zerre işe yarayacağını zannetmiyorum. Ama bu yasanın en tehlikeli ve kişisel özgürlükleri kısıtlayan tarafı, kullanıcı bilgilerinin mahkeme kararı falan olmadan kamu otoritesiyle paylaşılmasıdır. Bu, devletin veya devlet gücünü kullananların, vatandaşın kişisel özgürlüklerine müdahale etmesine, özel hayatın gizliliğinin asıl bu şekilde ortadan kalkmasına neden olur. Bu kabul edilemez."

        Yasayı yapanlar ve oy verip onaylayanlar bunu hiç ama hiç dikkate almadılar.

        Çok şükür Cumhurbaşkanı'mızın "hassasiyetleri" arasında da bu durum yer almadı.

        Bundan sonra internet ortamında yaptığınız her şey, birilerinin "gözünün ve elinin altında" olacak.

        Keza MİT'le ilgili yapılacak düzenleme için de uyardım.

        "Hukuk karşısında bu kadar sorumsuz hale getirilen bir kurum, değil MİT hangisi olursa olsun herkes için uzun vadede sıkıntı yaratacaktır. Bu yasayı isteyenlerin de, yapanların da, onaylayanların da, doğru bulanların da kâbusu haline gelecektir" dedim mi?

        Dedim.

        Dinleyen var mı?

        Anladığım kadarıyla yok.

        O zaman kendi düşen ağlamaz.

        Benim vicdanım rahat.

        Bu yasaların nelere mal olacağını önümüzdeki günlerde, aylarda ve yıllarda hep beraber göreceğiz.

        Tahmin etmek için gaipten haber alan olmaya da gerek yok.

        Bol örneği var çevremizde.

        Melo, Emre, lazer

        SÖYLENENLER doğru ise Türkiye Futbol Federasyonu, Galatasaraylı Melo'yu maç sonrası yaptığı "çirkin" hareketten dolayı Disiplin Kurulu'na sevk ediyormuş.

        Şunu baştan söyleyeyim; Melo'nun yaptığı hareketin hoş görülecek tarafı yok.

        Zaten tribünler bile o harekete tepki gösterdi.

        Tertemiz bir maçtan sonra, böyle bir hareket tribünlerde de karşılık bulmadı.

        Beşiktaş maçında Galatasaraylıları gururlandıran ve mutlu eden, Melo'nun hareketi değil, Semih'in hareketiydi.

        Ancaaaak!

        Futbol Federasyonu'na iki kelime etmek lazım.

        Bir hafta önce, Emre Belözoğlu, maç sorasında falan değil, maçın daha başında, oyun içinde Kasımpaşa yedek kulübesine giderek "ana avrat" küfretti.

        Üstelik de bu konuda sabıkalıyken ve bir önceki maçta ettiği küfürler yüzünden yargılanırken.

        Bu küfürler hem televizyon ekranına net bir şekilde yansıdı, hem de neredeyse tüm gazetelerde haber oldu.

        Kelimesi kelimesine.

        Maç içinde, rakip takımın kulübesine gidip küfreden Emre'ye çıt çıkarmayan Federasyon'un, Melo'yu maç sonunda kendi tribünlerine yönelik yaptığı hareketten ötürü disipline vermesi tam bir tutarsızlıktır.

        Melo cezayı ne kadar hak ediyorsa, Emre de o kadar hak ediyordur.

        İki çift lafım da "lazerci"ye.

        Türkiye'de son yıllarda neredeyse tüm maçlarda bu lazer rezaletini görüyoruz.

        Bazı dangalaklar kendilerince eğleniyorlar.

        Lazer tutan birisi ilk kez kameraya bu kadar net şekilde yakalandı.

        Görüntüye bakarsan kelli felli, kazık kadar adam.

        Ama tüm bunlar belli ki, sadece görüntüde.

        Bu kişi hakkında suç duyurusunda bulunmak bir taraftarın değil, Türkiye Futbol Federasyonu'nun görevi olmalı.

        Bu kişi en az üç-beş yıl spor müsabakalarına alınmamalı ki, başka lazerciler de bunun bir eğlence değil, bir haysiyetsizlik olduğunu anlasın.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Karşı tarafa diye attığımız her taşın, yarın öbür gün kendi kafamıza düşme ihtimali olduğunu unutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar