Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SİYASETE meraklı gibi görünsek de aslında siyaseti pek sevmeyen bir ülkeyiz.

        Genelimiz, siyasetin ucu kendine ne kadar dokunuyorsa siyasetle o kadar ilgilenir.

        Bunda da bir ayıp yoktur. Gelişmiş demokrasilere has bir özellik olan bu durum, demokrasimiz gelişmemiş bile olsa bizde de geçerlidir.

        Buna karşın siyasetle ilgiliymiş gibi yapmayı da severiz.

        Bu nedenle olsa gerek, ne zaman bir yere gitsem, eş dost, tanıdık tanımadık soruyor, "Memleket nereye gidiyor?" diye.

        Ben de onlara şöyle diyorum: "Memleketin bir yere gittiği yok. Yerinde duruyor."

        Tabii bu son derece gayri ciddi bir yanıt.

        Memleket yerinde duruyor da, bu memleket bizim bildiğimiz memleket mi?

        Aslına bakarsınız memleketin yerinde durduğu falan da yok.

        Memleket değimiz, eğer 1923 yılında kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti ise yerinde falan durmuyor.

        Bir yerlere doğru gidiyor, değişiyor, büyük değişimlere hazırlanıyor.

        Mesela bana sorarsanız, Türkiye çok önemli bir "idari değişikliğe" doğru koşar adım gidiyor.

        Başkanlık sistemi falan demeyeceğim, çok daha önemli ve kökten bir değişimin arifesindeyiz gibi geliyor.

        Öyle görünüyor ki, Türkiye önümüzdeki süreçte "üniter yapısını bir kenara bırakacak" ve "federatif" bir yapıya doğru gidecek.

        Allah ömür verirse önümüzdeki 10 yıl içinde göreceğimiz şudur:

        Türkiye en az iki, belki de daha fazla parçaya bölünecek.

        Bunun sinyalleri her yerden gelmeye başladı.

        Son olarak Yargıtay'ın onay verdiği "Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi" adı bile nereye gittiğimizin çok açık bir göstergesi.

        Bu partinin bir benzeri Irak'ta var, adı da Irak Kürdistan Demokrat Partisi.

        Türkiye'deki Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi de siyasi önder olarak IKDP gibi Molla Mustafa Barzani'ye gösteriyor.

        Belli ki, Türkiye artık bu yolda.

        Bölünecek.

        Büyük ihtimalle stratejik derinliğimizin bu yeni rotasında bölünerek büyüme gibi bir planlama yapılmış.

        Kürdistan Irak'tan kopacak, Türkiye'de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeleri de içine alarak federatif bir yapıda Türkiye'nin geri kalanıyla birlikte olacak.

        Bu iyi midir, kötü müdür, olur mu, oldurulur mu bilmiyorum.

        Ama tüm veriler, planın bu olduğu yönünde bir izlenim yaratıyor.

        Başbakan'ı Gül mü belirleyecek!

        ANKETLERE bakarsanız AK Parti adayının, kuvvetle muhtemel Başbakan Erdoğan'ın 1. turda Cumhurbaşkanı seçilme ihtimali hayli yüksek gibi görünüyor.

        En azından AK Parti'ye yakın anket şirketleri buna kesin gözüyle bakıyorlar.

        Diğerleri de "Katiyen olmaz" demiyorlar.

        Şimdi size anlatacağım senaryo da, bu olasılık üzerine kurulmuş ve kulislerde çokça konuşulmaya başlanmış.

        Bu senaryoyu gündeme getirenlerin iddiasına göre, Başbakan Erdoğan eğer ilk turda yani 10 Ağustos günü Cumhurbaşkanlığı'na seçilirse 11 Ağustos günü hem AK Parti Genel Başkanlığı'ndan, hem de Başbakanlık'tan istifa etmesi gerekiyor.

        Çünkü Anayasa'nın 101. Maddesi'ne göre, "Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisiyle ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer".

        Yani iddia o ki, Başbakan Erdoğan yemini beklemeden Başbakanlık'tan ve partisinden istifa etmek zorunda.

        Bu durumda hükümet de otomatikman düşmüş oluyor.

        Hükümet düşünce Cumhurbaşkanı, yeni hükümeti kurma görevini parlamento çatısı altındaki vekillerden birine vermek zorunda.

        Bu durumda yeni Cumhurbaşkanı'nın yemin edeceği 28 Ağustos gününe kadar 18 gün süreyle Cumhurbaşkanı olarak kalacak olan Abdullah Gül, yeni bir Başbakan atayacak.

        Özellikle AK Parti içinde konuşulan senaryoya göre, Abdullah Gül bu 18 gün içinde hükümeti kurma görevini Bülent Arınç'a vermeyi planlıyormuş.

        Aynı senaristlere göre Abdullah Gül, bu 1 yıllık dönemde Başbakan olmayı düşünmüyormuş ama 2015 seçimlerinde AK Parti'nin başında olmayı planlıyormuş.

        Bu atama da o planın bir parçasıymış.

        Bu senaryo bana pek uygun görünmedi.

        Ama anlatan AK Partili eski bir bakan olunca, ciddiye almak zorunda kaldım.

        CELAL ŞENGÖR HOCA'DAN MEKTUPLAR

        Ufuk Güldemir Müzesi

        "SEVGİLİ Fatih,

        Bugün güzel bir haberi paylaşmak istiyorum: Türkiye'nin gerçek doğa âşıklarından ve bilimi sadece ve sadece bu aşkı yüzünden yapan pek ender bilim insanlarından biri olan sevgili arkadaşım Prof. Mehmet Sakınç elinde bir broşürle geldi. Keyfi yüzünden belli olan aziz arkadaşımın keyfinin niçin bu kadar iyi olduğunu broşüre bakınca anladım. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Ufuk Güldemir Yaban Hayatı Müzesi bitmek üzere, yakında açılacak.

        Ufuk Güldemir Vakfı'nın İTÜ'ye sağladığı imkânlarla enfes ve yepyeni bir binada oluşturulan bu müze bir güncel yaşam ortamları müzesidir. Bu müzede büyük çoğunluğu memeli hayvanlardan oluşan doldurulmuş örnekler, doğal yaşam ortamlarında diyoramalar halinde ziyaretçilere sunulacaktır. Bu doğal yaşam alanları 9 biyoma bölünmüş olarak oluşturulmuştur.

        Söylemeye gerek yok ki, bu müze İstanbul'un ilk kapsamlı doğa tarihi müzesidir. Bunun için merhum Ufuk Güldemir (1956-2007) ve arkadaşlarına ne kadar teşekkür etsek azdır. Onlar gelecek nesillerde yetişecek doğa bilimcilerimizin manevi hocaları olmuşlardır.

        Ama Mehmet'in sevinci sırf bu yüzden değildi: 'Fatma' dedi (yani Maden Fakültesi Dekanımız Prof. Fatma Arslan), 'Naci'nin (yani eski dekanlarımızdan senin de iyi tanıdığın Prof. Naci Görür) zamanında başlatmış olduğu koridor mineraloji ve petrografi müzesine el attı. Çok güzel yeni mineraller gelmiş. Teşhire başlıyoruz. Fatma'yı kutladım'.

        Tabii bu arada bir de Mehmet'in kelimenin tam anlamıyla kendi elleriyle hiç yoktan oluşturduğu pek enfes bir paleontoloji müzemiz var.

        Mehmet Ufuk Güldemir Yaban Hayatı Müzesi'ni çevreleyen ormanın ve göletin de birer açık hava müzesine dönüşeceği, burada mahalli bitki türlerimizin yetiştirileceğini anlattı. 'Zaten' dedi, 'Necmi bizim oranın bir herbarium'unu oluşturdu.'

        Bu ne demektir bilir misin? İTÜ adım adım giderek bünyesinde İstanbul'un (ve Türkiye'nin) acil ihtiyaçları arasında olan bir Doğa Tarihi Müzesi'ni oluşturmuştur ve bunu geliştirmeye kararlıdır. Burada bu işi başlatan ve sürdüren eski rektörlerimiz Faruk Karadoğan ve Muhammed Şahin'i şükranla anmam gerekir. Ama şimdiki Rektörümüz, sevgili arkadaşım Mehmet Karaca'nın buradaki rolü en büyüktür. Mehmet 2013'te İTÜ'de bir yeşil kampus projesi başlatmıştı. Bakın, Sakınç'ın getirdiği broşüre yazdığı önsözde ne diyor Rektörümüz: 'Doğaya sahip çıkan ve bu yönüyle sadece Türkiye'de değil uluslararası düzeyde model olmayı hedefleyen İTÜ, yeşile, hayvanlara, çevre temizliğine, geri dönüşüme, engelli bireylere ve doğal yaşama duyarlılığını gösteren bir dizi çalışma yürütmektedir.' Mehmet Sakınç İTÜ'ye geldiği andan itibaren, son çeyrek yüzyıldır müze de müze diye çırpınıyordu. Nüzhet de (İTÜ Avrasya Enstitüsü Müdürü Prof. Nüzhet Dalfes) Mehmet'e her fırsatta alkış tutup 'Bu iş önemlidir' mesajını her yerde haykırıyordu. Emekli olduğu halde Rektör Mehmet Karaca adaşı Mehmet'i bırakmadı, maaşsız müze koordinatörü olarak atadı. Sakınç da zevkle kabul etti. Bilim aşkı işte böyle bir şeydir. Parayla satılmaz da alınmaz da.

        Bu mektubu da yayınlarsan, okuyucuların da İTÜ'ye gelsin, çocuğunuzu, torununuzu, arkadaşınızı, yavuklunuzu getirin, tabiat tarihine açılan kapılarımızı çalın. Mehmet Sakınç ve takımı sizi zevk ve şevkle gezdirerek gezegenimizin güzelliklerini size anlatacak, sizi mutlu edeceklerdir. Gerçekten örnek bir rektör olan Mehmet Karaca'yı da kutlayın, kucaklayın. İki Mehmetler ve çevrelerindeki arkadaşları İTÜ'nün merhum ve şehit kurucularının ruhlarını şâd etmektedirler. Sağ olsunlar var olsunlar. Yarattıkları müzeler oradan buradan kopya değil, İTÜ'nün bağrından, ülkemizin ihtiyaçlarından çıkan kurumlardır.

        Seni bu mutlu günümde hasretle kucaklarım sevgili kardeşim.

        Celal"

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Heyecanımızı kaybetmenin ölmekten beter olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar