Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİRKAÇ gün önce İşçi Partisi Genel Başkan YardımcısıFerit İlseveraradı.

        YıllardırDoğu Perinçek'le birliktedir.

        Egenekon davasında da birlikte yargılandılar. 15 yıla mahkûm oldu.

        Şimdi özgür.

        Neyse.

        "Fatih Bey, Genel Başkan'ımız Doğu Perinçek bir açıklama yaptı. Mail adresinize de yolladık. İlgilenirseniz seviniriz"dedi.

        Açıklamaya baktım.

        Doğu Perinçekşunu söylemiş:

        "Paralel örgüte yönelik operasyon bizim belirlediğimiz isimler üzerinden yapılıyor. Bu kişileri biz çok önceden tespit etmiştik."

        Siyasetin zaman içindeki değişimi çok ilginç olabiliyor.

        Kırk yıl düşünseniz, AK Parti ile İşçi Partisi'nin aynı çizgide buluşacağı, ortak bir hedefe yönelik kanaat ve eylem birliği içinde olacakları aklınıza gelir miydi?

        Ama oluyor işte.

        Dün şimdi"Paralel"denilen yapı, AK Parti hükümetiyle birlikte, el ele gönül gönüle vererek İşçi Partisi'nin yönetim kadrolarını içeri atıyorlardı.

        İşçi Partisi'ni devleti ele geçiren"gladio"olmakla, yabancı ülke istihbaratlarıyla bağlantılı olmakla suçluyorlardı.

        Aradan çok değil 5 yıl gibi bir zaman geçtikten sonra şimdi AK Parti hükümeti ve kadroları"Paralel"dedikleri"Gülen Cemaati"ni"devleti ele geçirmekle"ve"yabancı servislerin maşası"olmakla suçluyorlar ve kendilerine en büyük desteği İşçi Partisi veriyor.

        Türkiye'de siyaset gerçekten ilginç.

        Tarafsız olmakta ve tarafsız kalmakta her zaman fayda var.

        Çünkü kimin ne zaman kiminle işbirliği yapacağı belli olmuyor.

        Keser de sap da çok hızlı dönüyor.

        Hesaplar da dönüyor.

        O nedenle dün"Hoca Efendimiz"diyeFethullah Gülen'e koşarken, bugün"Paralelci alçaklar"diye bağıranlar ellerinde tuzlukla gezmesinler.

        Her şeyin olabileceği bu ülkede, yarın öbür gün ellerindeki tuzluğu ne yapacaklarını şaşırabilirler!

        Kardeş katli gelenektir

        ÖNCE komplo teorisi gibi yazıldı.

        "Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçilirse 28 Ağustos'ta görevi devralmadan önce AK Parti'yi kongreye götürecek ve yeni genel başkanı 28 Ağustos'tan önce belirleyecek. Böylelikle Abdullah Gül'ün genel başkan olma ihtimalini ortadan kaldıracak."

        Bu komployu dile getirenler her ne kadar AK Parti'ye yakın isimler olsa da, kimse bu senaryoya inanmak istemedi.

        "Daha neler canım! 5 yıl önce 'Kardeşim Abdullah Gül' diyerek Çankaya'ya çıkardığı birine, kardeşine bunu yapmaz"diyenler oldu.

        Ancak Başbakanlık ile Çankaya arasında son 3 yıldır giderek artan ve yer yer düşmanlığa varan gerilimi bilenler"Olabilir"deseler de, yine de bu senaryo çok fazla alıcı bulmadı.

        Ancak Başbakan ve AK Parti Genel BaşkanıErdoğandün kendi ağzından"28'inden önce genel kurul yapabiliriz"deyince senaryonun"gerçek hayattan alınma"olduğu ortaya çıktı.

        Çok açık ki, BaşbakanErdoğan,önce genel başkanlık, sonra da muhtemelen başbakanlık koltuğundaGül'ü görmek istemiyor.

        Bunun önünü kesmek için de nezaketi bir tarafa bırakmaktan kaçınmayacağı ortada.

        Çünkü Başbakan biliyor ki, partideGül'ü isteyen çok geniş bir kitle var.

        Buna bir dönem Başbakan'ın en yakın çevresinde yer almış, belediye başkanlığı döneminden beri yanından ayrılmayan isimleri de eklemek gerekiyor.

        AK Parti'ninGül'le güçlü bir şekilde yoluna devam edeceğini düşünen bu geniş kitleye karşın, Başbakan"Ben istemiyorum"diyor.

        Ve hâlâ güç kendisindeykenGül'ün elini ayağını, önünü arkasını kesmek istiyor.

        Açıkçası bunda da şaşıracak bir şey yok.

        FikirDavutoğlu'ndan gelmiş olabilir.

        Yeni Osmanlıcı'nın eski bir Osmanlı geleneğini canlandırması çok normal.

        Kardeş katli mümkündür.

        Fatih Sultan Mehmed,çok tartışılan böyle bir kanunu çıkarırken, uygun bir âlim bulup fetva almıştı.

        ŞimdiHayrettin Karamanvar.

        Verir bir fetva, olur biter!

        CELAL HOCA'DAN MEKTUPLAR

        Türk halkı bir gün AK Parti iktidarına teşekkür edecektir

        SEVGİLİ dostum Prof.Celal Şengörmektuplarını yolluyor ama ben izin yaptığım için geçen hafta sizlerle paylaşamadım.

        Birkaç gün gecikmeyle de olsa, son mektubu önemli:

        "Sevgili Fatih,

        Şu Cumhurbaşkanlığı seçimine bakıyorum da: Ömrü hayatımda bu kadar iz'an dışı, adalet duygusunu rencide eden bir seçim görmedim desem yeridir. Devletin tüm imkânları belli bir kişinin seçilmesi için seferber edilmiş. Bunu planlayan ve icra edenler faaliyetlerini hiç sıkılmadan canla başla yürütüyorlar. Normal bir ülkede bu faaliyetleri bu derece fütursuzca yürütenlerin memuriyet hayatları biter, toplum içine çıkamaz hale gelirler. Bizde ise kahraman ilan ediliyorlar ve gerçeklerin tam tersi şeyleri hiç çekinmeden halka ellerindeki yayın araçlarıyla söylemekten geri durmuyorlar. Bu uygar bir memlekette mahkeme konusu olur. Türkiye gibi artık vahşi diyebileceğim bir toplum içinde ise alkış sebebi.

        Akla hayale gelmeyen dev bir yolsuzluk skandalı ortaya çıktı. En önemlisi ise söylenenler yalanlanmadı. Yalanlansa gık demeyeceğim, ama yalanlanmadı. 'Telefonlardaki ses bizim değil' denmedi. 'Montaj' denildi. Peki monte edilen cümlelerin içinde bulunduğu esas ve 'masum' konuşmalar hangileriydi? Bu asla açıklanmadı, delilleriyle halka sunulamadı.

        Hele hayatı boyu politika yapanların pek mütevazı bir hayattan sıyrılıp birdenbire milyarlara hükmeden ailelerin başında görülmeleri, yolsuzluk iddialarının doğru olması gerektiğini gösterir oldu.

        Bu olaylar sonucunda delillerle itham edilen ve masum olduklarını ispat edemeyenler kahraman, yalanlanamayan suç delillerini bulup ortaya koyan görevliler ise suçlu oldu. Her iki tarafın birbirini itham için kullandığı yöntemler ise her türlü dürüstlük, yasallık ve iz'andan uzaktı. Neticede her iki tarafın temsil ettiği toplum kesimleri birbirlerinden daha çok nefret eder, iğrenir oldular. Halbuki bu iki taraf daha düne kadar, yüce ordumuzu dünyaya rezil etmek için iftira üreten bir şer şebekesinin destekçisi ve alkışçısıydı. O 'kumpas' içinde hayatları heba olanlar olduklarıyla kaldılar, ordu yaralandı, bu dehşetin mimarları için soruşturma açılması bile 'hukuk' tarafından göz göre göre engellendi. Bu kumpastır diye haykıranlar, kıllarını bile kıpırdatmadılar. Sadece kendilerine zarar verenleri temizleme yoluna gittiler.

        Eğitim, Cumhuriyet tarihinin en dip noktasını gördü. Devletin yaptığı her sınav şaibeli oldu. Devletin memur alımında kullanılan imtihanların sorularının ve cevaplarının yandaşlara dağıtıldığı, Cemaat denen bir organizasyon birden düşman ilan edilince bizzat devletin temsilcilerince dile getirilir oldu. Ülkenin birinci sınıf yaratıcı insanlar üretemediği ve üretemeyeceğini bizzat bakanlar ifade etmeye başladı. Millete aşağılık duygusu pompalandı.

        Dış politika tam anlamıyla bitti. Cehalet ve beceriksizlik, kişilikli politika diye dünyadan haber alması ustaca engellenen halka satıldı. Devletimizce beslendiği iddiaları ayyuka çıkan vahşi teröristler konsolosluğumuzu işgal edip diplomatlarımızı rehin aldı. Dünyanın alay konusu olduk.

        Devlet iktisadiyatı devleti satarak ve paylaşarak para üreten bir makineye dönüştürüldü ama bu makinenin sürdürebilirliği hiç düşünülmedi. Üstelik makinenin ürettiği paralar sadece belli kesimlerin oldu; halk sürekli bir hayal âleminde gelişip refaha ulaştığını sandı fakat aslında içine itildiği bir borç batağıydı; bunu fark edemedi. Ülkenin geleceği alenen satıldı.

        Bütün bunları yapanlar, dini bütün addedildikleri için oy almaya devam ediyorlar. Bir gün bu yalancı cennet kaçınılmaz olarak alev aldığı zaman, orada yananların hali pek feci olacak. O yangın halkı ve ülkeyi kavurduktan sonra bitip, millet ağır yaralarını saracak duruma gelebilirse, geri kalan şanslılar Atatürk'ü hatırlayacaklar. Bir daha, diyecekler, asla ve asla onun tavsiye ettiği akıl ve bilim yolundan ayrılmayacağız. AK Parti bize o yoldan ayrılmanın fiyatını göstermiştir. İyi ki, AK Parti bir dönem vardı. Aksi takdirde dinin insan yönetimine karışmasının yarattığı cehennemi asla tanıyamayacaktık, öğrenemeyecektik. Kadın gülmesin diyebilecek kadar ilkel düşünebilenlerin devletin ikinci adamı seviyesine yükselebileceğini göremeyecektik. AK Parti bize felâketti tattırdı. Şimdi bu bir daha olmasın diye gözlerimizi açık tutacağız.

        Reis-i Cumhur intihabından evvel önce şu son on iki seneyi, sonra da 10 Kasım 1938'den beri olanları düşündükçe aklıma gelenler, sevgili arkadaşım,

        Celâl"

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Nasihat dinleyenlerin musibet görmek zorunda kalmadıklarını unutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar