Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAKIYORUM da medyamız, en yakından en uzağına, topyekûn"başkanlık düzeni"ni içine sindirmiş vaziyette.

        Gazeteleri okuyunca fenalık geçiriyorum.

        Yeni Cumhurbaşkanı'nın ne icraat yapacağından, Başbakan'ı nasıl seçeceğinden, kabineleri nasıl toplayacağından, Türkiye'yi nasıl yöneteceğinden, icraatını nasıl yapacağından bahsediyorlar.

        Ballandıra ballandıra.

        Bir tek gazete bile,"Durun bir dakika, ortada bir Anayasa var. Bu Anayasa ile bunlar olmaz"demiyor.

        "Cumhurbaşkanı, Başbakanlık binasında oturacakmış, orada hükümete başkanlık edecekmiş."

        Böyle yazıyor gazeteler.

        Gazeteler yazıyor da, Anayasa yazıyor mu?

        Bunları okuyunca dün sabah Anayasa Hukuku Profesörü bir dostumu aradım.

        "Abi"dedim,"Ben kaçırmış olabilirim, sen biliyorsundur. Anayasa değişti de benim mi haberim yok, yoksa biz Cumhurbaşkanı seçerken aynı zamanda başkanlık sistemini getiren Anayasa referandumu mu yaptık?"

        Galiba bir toplantıdaydı.

        "Üşüttün mü Fatih"dedi.

        "Yok abi, yaz nezlesi oldum"dedim, kapattım.

        Galiba topyekûn üşüttük de farkında mı değiliz.

        Bir yandan da iktidar partisine genel başkan, hükümete Başbakan aranıyor ama estirilen hava,Aziz YıldırımFenerbahçe'ye teknik direktör arıyormuş gibi.

        "Takımı başkan yapacak da, antrenmanlarda sahaya çıkacak biri lazım"türünden Başbakan aranıyor.

        İyi de kim böyle bir Başbakanlık ister, onu da merak ediyorum.

        Çünkü neredeyse"Kişiliksiz bir Başbakan aranıyor. Kukla bir Başbakan aranıyor"diye ilan ediyor medyamız.

        Niteliği baştan bu şekilde ilan edilmiş bir Başbakanlığa talip olacak siyasetçi kim olabilir ki!

        Bir dakika baba

        BİR kez yazdım, bir daha yazmakta sakınca görmüyorum.

        Kukla Başbakan olmaz.

        AK Parti içinde yüzlerce milletvekili, onlarca bakan var.

        Bunlar öyle veya böyle siyasette yükselip bir yerlere gelmiş insanlar.

        Siyasette buralara gelebilmek için ne olursa olsun, asgari düzeyde de olsa bir"ego"gerekir.

        Bu egoya sahip birisi de, ne olursa olsun"kukla"olmaz.

        Boynundaki davulun tokmağını başkasına kolay kolay vermez.

        Başta"Vereceğim"dese de vermez.

        Üstelik de tüm sorumluluk kendisindeyken, hiçbir sorumluğu olmayan birine hiç vermez.

        Benim bildiğim şudur.

        Koltuğa oturan, bir süre sonra, en azından"poposu koltukta iz yapmaya başladıktan sonra", "Hoop bir dakika"der.

        Biliyorsunuz, birkaç ay önce bu gazetenin genel yayın yönetmenliğinden istifa ettim.

        Eğer bu gazetenin patronu benim yerime yazı işlerindeki ofisboyu genel yayın yönetmeni yapsaydı, bir süre sonra yıllardır bana"Fatih Abi"diyen ofisboy, sekreteriyle beni aratır ve"Fatihçim bu yazı olmamış"derdi.

        Koltuk böyle bir şeydir.

        Kimi koltuğun gücüne güç katar, ama kimi de koltuktan güç alır.

        Hele hele siyasette.

        O yüzden de daha önce yazdığım gibi, Başbakanlık koltuğuna oğlunuzu oturtsanız bile bir süre sonra"Babacığım bir dakika. Ben de Başbakan'ım"der.

        Değişmez kuraldır.

        Hele hele siyasette.

        CELAL HOCA'DAN MEKTUPLAR

        Aptallığa medhiye

        BENİM siyaset yazmama kararım Prof.Celal Şengör'ü de etkilemiş. Son mektubunda siyasetten özenle uzak durmuş:

        "Sevgili Fatih,

        Bir müddet politika yazmayacağını söylemiştin. Doğru bir karar sevgili arkadaşım. Yazılanların faydası(!) ortada.

        Ben de seni izlemeye karar verdim. Onun için bu gece gördüğüm pek garip bir rüyayı anlatacağım sana ve okuyucularımıza.

        Rüyamda İsviçre'nin Basel şehrindeydim. Bu küçük şehri pek severim. Rönesans'ın en önemli kitaplarının basıldığı yerlerden biridir. Georgius Agricola'nın modern jeolojinin ilk adımlarından sayılan eserleri orada Petri tarafından yayımlanmıştır.

        Ancak içinde bulunduğum Basel, benim tanıdığım Basel değildi. Gerçi pek çok bina tanıdık gelmişti ama insanların kıyafetleri bir garipti. Biraz sonra fark ettim ki, ben Rönesans Basel'indeyim. Acıkmış olduğum için bir Gasthaus bularak daldım içeri. Bir köşede küçük bir grup orta yaşlı insan hararetli bir tartışma içindeydiler. Yanlarına gittim, çünkü aralarından birini tanımıştım: Rönesans'ın büyük düşünürlerinden Rotterdam'lı Desiderius Erasmus! Onlara doğru gittiğimi görünce ayağa kalktı, geldi elimi sıktı 'Hoşgeldiniz Bay Şengör' dedi. 'Buyurmaz mısınız? Yeni kitabımı konuşuyorduk.'

        'Hangisi?' diye heyecanla sordum.

        Gülümseyerek cevap verdi: '"Yunanca adını mı duymak istersiniz, yoksa Latincesini mi? Ama siz Konstantinopolis'ten geliyorsunuz, Yunancasını söyleyeyim: Moriae Encomium.' 'Ah!' diye cevap verdim 'Onu da Latinceleştirmişsiniz'.

        'Evet' dedi, 'buralarda Yunanca bilgisi henüz çok kısıtlı. Öyle yapmasam hiç anlayamazdı okurumun çoğu.'

        'İlginç bir isim bir kitap için; hele sizin kaleminizden: Aptallığa Medhiye!'

        Erasmus gülümseyerek başını eğdi. 'Bay Şengör' diye cevap verdi, 'Aptallığa saldırı diye yazsam başım derde girerdi. İyisi mi hem aptallığın ne olduğunu anlatayım ama onu medhedeyim dedim. Böylece bari birkaç kişiye yaptıklarının ne aptallık olduğunu anlatabilirim. Birkaç kişiyi kazansam kârdır.'

        Erasmus'la epey sohbet ettik. Avrupa'da hüküm süren hoşgörüsüzlük, halkın, tüccarların, yöneticilerin, askerlerin, din adamlarının, şairlerin, öğretmenlerin, sözümona hukuk ve bilim adamlarının, insanların hayatını karartan cehaletleri, hırsları, hırsızlıkları; hepsini kitabında anlatmıştı. Dinsel hoşgörüsüzlüğün Avrupa'yı parçalamakta olduğunu söylüyordu. O da vardı kitabında.

        Kendisini arkadaşlarından çok uzun zaman koparmış olmamak için iznini istedim.

        Gasthaus'tan tam çıkacaktım ki kapı açıldı, bir baktım Nef'i! Evet, bizim Nef'i! Bir yüzyıl erken!!

        Koşup elini öptüm, kendimi tanıttım. 'Müderris Desiderius Efendi burada mı?' diye sordu. 'Evet üstad' dedim, hemen şu masada, arkadaşlarıyla sohbet ediyor, yeni kitabını tartışıyor. 'Ben de onu ona soracaktım. Aptallığa medhiye yazıp kelleyi kurtarmak benim aklıma gelmediydi. Ben gördüğümü aynen yazdım; neticeyi biliyorsun.'

        Dayanamadım, ağlayarak tekrar ellerini öptüm: 'Memâlikimizde maateessüf değişen pek bir şey yok üstad' dedim.

        'Üzülme' dedi. 'İnsan aptallığı tedavisi pek güç bir hastalıktır. Ama er geç olur. Bu arada benim gibilerin kellesi de insanlığa feda olsun. Bak bana bir mezarı çok görenler benim nâşımı Boğaz'a attılar. Şimdi onların mezarına uğrayan yok, benimkini ise bütün dünyadan her gün milyonlar ziyaret ediyor.'

        Ter içinde uyandığımda inan ilk aklıma gelen sana bu satırları yazmak oldu.

        Sevgilerle,

        Celal."

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Methiyeden önemli olanın, methedenin kimliği olduğunu unutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar