Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başbakan ne dedi: “Esad’la da savaşacaksak Suriye’ye gireriz.”

        IŞİD’e karşı değil ama Esad’a karşı savaş ilan etmeye hazır bir hükümetimiz var.

        Peki ben bu köşede ne demiştim size!

        “IŞİD’e savaş açamazlar” demedim mi?

        Defalarca yazdım.

        “IŞİD’i mahallenin yaramaz çocuğu olarak gören bir çekirdek var AK Parti’de” diye yazmadım mı?

        Ne laf işittik bunu yazınca.

        “Ben de AK Parti’ye oy verdim ama IŞİD’i desteklemiyorum” diyen ve daha öteye gidenler.

        Anlamadılar ki, AK Parti’ye oy vermek başka şey, AK Parti’nin çekirdeği başka şey, AK Parti’nin politikalarını belirlemek başka şey.

        Sonra ne yazdık.

        “IŞİD’e karşı savaşmak için fetva alacak kimseyi bulamıyorlar. Müslüman’a silah doğrultmayı kabul ettiremezler” dedim mi?

        Dedim.

        Haklı çıktım mı?

        Vaziyet onu gösteriyor.

        Şimdi “Esad’a karşı savaşacaksak” diye “şart” koşmaları da o yüzden.

        Çünkü AK Parti’nin çekirdeğine ancak o şartla kabul ettirebilecekler Suriye’ye girmeyi.

        “Bizim çocuklarla savaşmaya gitmiyoruz. Biz Nusayri Esad’a karşı asker yolluyoruz” demek, diyebilmek için.

        Ortadoğu’da hâlâ “mezhep” kafasıyla sorun çözebileceklerini düşünmelerine mi yanalım, yoksa hâlâ “meseleyi” anlamamış olmalarına mı bilmiyorum.

        Gerçi bizim bireysel yanmamıza da gerek yok.

        Memleket yanıyor zaten.

        Türkiye ne yapsın

        DÜN hükümeti “kayıtsız şartsız” destekleyen gazeteler hariç tüm gazetelerde salı günü çıkan ve 19 kişinin ölümüne yol açan olaylar manşetteydi.

        Gerçi 1 gün önce haber televizyonları konuya pek girmemişlerdi, muhtemelen olayı tırmandırmamak için bir hassasiyet göstermişlerdi, ama gazeteler durumu bütün açıklığıyla ortaya koydu.

        Doğu’dan Batı’ya pek çok ilimizde sokaklar savaş alanıydı.

        Pek çok ilde sokağa çıkma yasağı konulmuş, İstanbul dahil pek çok ilde askeri birliklerden yardım istenmişti.

        İçişleri Bakanı’nın tavrı ise zaten açıktı.

        “Şiddete misliyle karşılık veririz” diyordu.

        Şiddet tırmanıyordu.

        Mesele “Kobani”ydi.

        Kobani’nin düşme ihtimali üzerine birileri, bir kısım Kürt vatandaşımızı ayaklandırmıştı.

        Çok açık bir provokasyon vardı ama daha vahimi, provoke olmaya hazır bir de kitle vardı.

        Ben ise başka bir yerindeyim olayın.

        Kobani’nin düşmesi demek, IŞİD’in sınırımıza dayanması ve Türkiye’de yaşayan pek çok vatandaşımızın akrabalarının “katledilme” riskiyle karşı karşı kalması demekti.

        Elbette Türkiye’nin bu duruma kayıtsız kalmaması gerekiyordu.

        Ancak bu konuda Türkiye’den yardım bekleyenlerin ne istediği de belli değildi.

        Türkiye “Girip durduralım” dese “Hayır siz girmeyin” diyorlardı.

        “Peki girmeyeyim” dese, “Niye bizi kurtarmıyorsunuz?” diyorlardı.

        Peki Türkiye ne yapacaktı ben anlayamıyordum.

        Türkiye, YPG’ye silah verse, yarın o silahların Türkiye’ye karşı doğrultulmayacağının garantisi yoktu.

        Bu durumu anlatacak şahane bir amiyane tabir vardır ama

        “Ne ... geliyorsunuz, ne ... “ desek ayıp olur.

        PKK ‘Görev verdiniz, izin de verin’ derse

        BENCE yapılabilecek tek şey “geçiş koridoru” sağlanıp Kuzey Irak’tan Kobani’ye yardım gitmesinin sağlanması.

        Elbette o zaman bu geçişten faydalanacaklar arasında PKK’lılar da olurdu.

        Ama bunda bir beis yok.

        Türkiye zaten bir süredir silahlı PKK’lıların ülke içinde oradan oraya rahatça gezmesine “süreç” adına göz yumuyor. Asker de bu duruma alışkın.

        Zaten Türkiye’nin böyle bir duruma itiraz etme hakkı da pek var gibi durmuyor.

        Çünkü “konuyla ilgili” Başbakan Yardımcısı, PKK’yı Kobani’de savaşmaya çağırmıştı.

        PKK pekâlâ “Görev verdiniz, yapmamıza izin vermiyorsunuz” diyebilir.

        Kimse de “Saçmalamayın” diyemez.

        Çünkü o hak daha önce kullanıldı.

        Türklere su bile yok

        KOBANİ ile ilgili duyarlılık gösteren Kürt vatandaşlarımızın haksız olduğu bir yer daha var.

        “Kürtlere sahip çıkmıyorsunuz” diyorlar ya...

        Haklı değiller.

        “Kürtlere sahip çıkmıyorsunuz” cümlesinin arkasında “Türklere sahip çıkıyorsunuz” gizleniyor çünkü.

        Ama Türkiye, Türklere de sahip çıkmıyor.

        Kuzey Irak’ta, Kuzey Suriye’de her yerde Türklere katliam yapılıyor.

        Türkiye onlara da sahip çıkmıyor.

        Kürtlere hiç değilse sınır açılıyor.

        Türklere o bile yok...

        Sam’ın inanç özgürlüğü yok mu?

        KURBAN Bayramı’nda Leman Sam bir twit atmış.

        Twit’i görmedim.

        Verilen tepkileri gördüm.

        Hükümetten medyaya kadar pek çok kişi Leman Sam’ı linç ediyor, kadına olmadık hakaret ediliyor.

        Verilen yanıtlardan okuduğum kadarıyla Sam, “kurban kesilmesini vahşet” olarak nitelendirmiş ve kurban kesmek ile IŞİD’in kafa kesmesini aynı kefeye koymuş.

        Leman Sam’ın fikrine katılabilirsiniz veya katılmayabilirsiniz.

        Bu fikri doğru bulmak zorunda değilsiniz, benimsemek zorunda hiç değilsiniz.

        Ama o hiç ağzınızdan düşürmediğiniz “düşünce ve inanç hürriyeti” sözü var ya!

        Hani 9 yaşındaki kız çocuklarının bile sahip olduğu “inanç özgürlüğü”.

        O özgürlük 9 yaşındaki kız çocukları için ne kadar varsa, Leman Sam için de, sizin gibi, benim gibi düşünmeyen herkes için de var.

        Şimdi kalkıp da kimse “Leman Sam’ın bir inancı yok. Twit’inden belli” gibi abuk sabuk bir laf etmesin.

        İnançsızlık da bir inançtır.

        Üstelik de “inanmaktan” daha riskli bir inançtır.

        Eleştirebilirsiniz, katılmayabilirsiniz, aksini kanıtlamaya çalışabilirsiniz.

        Ama küfredemezsiniz, hedef gösteremezsiniz.

        Siz inançsızlığa küfrettiğiniz anda inançsızların da sizin inancınıza küfretme hakkı doğar.

        Ki bundan hiç hoşlanmadığınızı da biliyoruz!

        Bardakçı’ya yalanlama

        GAZETEMİZİN Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Doğan Satmış’tan bir itiraz geldi.

        Murat Bardakçı cumartesi gecesi Tarihin Arka Odası programında masaya çiğköfte getirmiş ve “Doğan Satmış bayramda dana kesmiş, etinden çiğköfte yaptırmış, bize yollamış” diyerek kameralar karşısında çiğköfte ziyafeti yapmış.

        Doğan Satmış, “Ne dana kestim, ne etinden çiğköfte yaptım, ne de Murat Bardakçı’nın programına yolladım. Külliyen karalama kampanyası. Zaten 100. programına şampanya yollamıştım, onu da ‘Paça çorbası yolladı’ diye anons etmişti. Murat Bardakçı’yı sana şikâyet ediyorum” dedi.

        Durumu Bardakçı ile konuştum.

        Gülmekten yanıt veremedi.

        Sonunda “Hayatımda yediğim en iyi çiğköfteyi Doğan’ın evinde yemiştim, oradan aklıma geldi” dedi ve Doğan Satmış’ı çiğköfteyi aşağılamakla suçladı, “Ne yani, evde her akşam bilini ile havyar mı yiyormuş” diyerek kestirip attı.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Politikalar inanca göre değil akla göre belirlendiği zaman.

        Diğer Yazılar