Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Koca koca kadınlar, sırık kadar adamlar, ağızlarında “korku” sözcüğü, Türkiye’yi onunla tanımlıyorlar. “Korkuyoruz” diyorlar... Konuşmaya korkuyorlarmış... Konuşunca başlarına hoş olmayan işler geliyormuş... İşlerini kaybedenler, yeni iş alamayanlar varmış; korkuları bundanmış...

        Bunların ağızlarına bakıp Türkiye için, “korku Cumhuriyeti” sıfatını kullananlar çıkıyor.

        Türkiye gibi değişim sürecindeki ülkelerde, ne söylerseniz iddianızı dayandıracak örnekler bol bulunur. “Korkuyorum” diyenler de, sıkıştırılınca, öyle yapıyorlar; tanıdık-tanımadık çevrelerden örnekler veriyorlar.

        Olumsuz duygular bulaşıcıdır; etraftan bu tür değerlendirmeler gelince ve iddialar yaygınlaşınca, üzerinde hiçbir baskı hissetmeyen, yakınları, tanıdıkları verilen örneklere uymayan insanlar bile, korkmaları gerektiğini düşünüyor olmalı.

        Kime sorsanız, “Korkmak lazım” demeye başladı.

        Hadi, bir an için, iddianın gerçek olduğunu, ülkede korkulacak türden baskılar yaşandığını, makul işler yapanların bile başlarına hoş olmayan işler geldiğini, aykırı düşünen ve davrananların huzurlarını kaçıracak oldu-bittilerle karşılaştığını, bazı isimler ve konulara dokunanın ellerinin yandığını varsayalım...

        Böyle bir durumda, şimdi “Korkuyorum” diye ortalıkta dolaşanların, korkmaları mı gerekir?

        Toplumda bir yeri olan insanlardan söz ediyoruz. Üniversite hocalarından... Sanatçılardan... Halka fikirleriyle önderlik yapması beklenenlerden... Siyasilerden... Yazarlardan... Gazetecilerden...

        Demokratik hak ve özgürlüklerin yaşandığı ABD’ye, 1940’ların sonu ve 1950’lerin ilk yarısında, Soğuk Savaş etkisiyle akıl almaz bir suçlama kampanyası egemen oldu. İşlerini, itibarlarını kaybetti insanlar; sorgulandılar, casuslukla suçlandılar... Korkunç bir dönemdi, korkulacak aylar ve yıllardı...

        Korkanlar, pısanlar, tırsanlar, bu sebeple insanlık onuruna aykırı davranışlara sürüklenenler çıktı...

        Ancak, sonunda, korkutanların her türlü melanetine rağmen, korkmayanlar, mücadele edenler kazandı.

        Üzerlerinde baskı uygulanan Amerikalılar, ABD başkanlarından Franklin D. Roosevelt’in, görevi üstlendikten hemen sonra yaptığı “Ulusa Sesleniş” konuşmasının girişinde sarf ettiği, “Korkulacak tek şey korkunun taa kendisidir” sözünü hatırlayıp korkmadılar...

        Galiba bizde “Korkuyorum” diye ortalıkta dolaşanlar “korku” duygusu ile “korkaklığı” birbirine karıştırıyorlar. Korku normal bir duygudur, ancak korkaklık normal bir ruh hali değildir. Korkan insan korkusunu yenmek için çaba gösterir, korkunun kaynağını ortadan kaldırmaya çalışır, korkuya teslim olmaz; korkak ise...

        Korkaktır işte... Her türlü korku unsurunu ortadan kaldıracak güce sahip olduğunun farkında olmayan zavallı bir insandır.

        Ortalıkta “Korkuyorum” diye dolaşanlar, aslında, “Ben ödleğim” demesi gerektiği halde diyemeyenlerdir.

        Korkutulmak istenen, üzerinde baskı uygulanan, hoş olmayan muamelelere maruz bırakılan insanın doğal tavrı, baskılara karşı çıkmak ve yanlışlıklarla mücadele etmek olmalı. Tek başına bunu gerçekleştiremiyorsa, yanına, benzer muameleye muhatap edilen başkalarını ve kendilerinin durumuna sempati besleyen kitleleri almaya çalışır.

        İlkel insan bile vahşi doğadan kaynaklanan korkuyu yenmenin yolunu bulmuştu; çağımız insanının “Korkuyorum” demesinin fazla bir anlamı olabilir mi?

        Gelin bir konuda anlaşalım: “Korkuyorum” diyenlerin -hadi ‘hepsi’ demeyeyimbüyük bölümü, aslında çok daha başka sebeplerle, başlarına gelen olumsuzlukları, “korku” kılıfı arkasına sığınarak açıklama eğiliminde olanlar değil midir? Zaten haksız yere işgal ettikleri makamları kaybettikleri, kof şöhretler oldukları, tembellikleri veya kaprisleri, geçimsizlikleri yüzünden devre dışı kaldıkları halde, kolaya kaçıp başlarına geleni farklı yansıtanlar...

        Korkuya teslim olanlar, miniminnacık çocukların cesaretine baksın.

        Diğer Yazılar