Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “VATAN” gibi “bayrak” gibi, işitildiğinde milli duyguların derhal zirveye vurduğu sözcüklerle büyümüş bir nesildenim; sadece zorunlu “milli güvenlik” derslerinde değil hemen her derste, milli duygular şırınga edilirdi bizlere...

        Dersi kırmak ne demek, zaten birini kırsanız bir başka derste “vatan” ve “bayrak” mutlaka yeniden gündeme gelirdi.

        Askeri okullarda durumun ne olabileceğini tahminde zorlanmıyorum; bu sebeple de bizim nesilden bir parti genel başkanının, yine aynı yaşlardaki bir Genelkurmay Başkanı’nı “Vatan ve bayrak konuları işlenirken dersi kırdın mı yoksa?” diye sorgulamasını anlamakta zorlanıyorum.

        Derslerde fazlaca vurgu yapılmadığı için neslimizin hayli gevşek olduğu konu farklı: Demokrasi...

        MHP Lideri 1948 doğumlu. Bunun anlamı şu: 27 Mayıs İhtilali (1960) olduğunda 12 yaşındaydı ve ortaokula gidiyordu. 12 Mart (1971) askeri müdahalesi onu üniversitede bulmuş olmalı. 12 Eylül (1980) darbesi sırasında yetişkin biriydi; darbeden sonra sıkıyönetim askeri mahkemesinde tutuklu olarak yargılanan Alparslan Türkeş ve partidaşları arasında o da vardı sanıyorum... 27 Nisan (2007) “e-muhtırası” verildiğinde Meclis’te ve partisinin başındaydı.

        Onları cezaevlerine tıkan, ağzından “vatan” ve “bayrak” gibi sözcükleri düşürmeyen, dönemin genelkurmay başkanı da olan darbe liderinin iki dudağı arasından çıkan talimattı.

        Askeri lisede aynı sıralarda okumuş, kurmaylığı ondan çok sonraki yıllarda elde etmiş darbe lideri, silah arkadaşı olmasına bakmadan, merhum Türkeş ve partidaşlarını demir parmaklıklar arkasına göndermekte tereddüt etmemişti.

        Bülent Ecevit ve arkadaşlarını da, Süleyman Demirel ve arkadaşlarını da, Necmettin Erbakan ve arkadaşlarını da...

        “Vatan” ve “bayrak” sözcüklerine olağanüstü vurgu yapılan bir eğitim almasına rağmen yapmıştı bunu darbenin lideri...

        “Demokrasi” sözcüğü eksik anlatıldığı veya hiç okutulmadığı için...

        Halkın oyuyla seçilmiş iktidarları alaşağı etmeyi görev bilen üniformalılar gördü bu ülke; muhtırayla hükümetler devrildiğine tanık oldu bu ülkenin insanları... Cumhurbaşkanlarına, başbakanlara saygısızca davranıldığına, bir keresinde herkesin duyacağı şekilde ana avrat dümdüz gidildiğine...

        Bir başbakan ve iki bakan, hayatlarını üç bacaklı sehpada kaybetti.

        Siyasileri, karargâhta, ancak 28 Şubat (1997) günlerinde, zılgıt yemek üzere çağrıldıklarında gördük. Aralarında gazeteciler, yargıçlar, üst düzey bürokratların da yer aldığı davetlilere, dönemin siyasi yöneticileri “düşman” diye ilan edilebildi TV’den canlı yayınlanan barkodlu sunumlarda...

        Nihayet... Çok partili sisteme geçildiğinden (1950) bu yana ilk kez... Bir askeri operasyon demokratik ülkelerde nasıl oluyorsa aynen öyle cereyan etti. Komutanlar kendilerine operasyon emrini vermiş sivil yöneticilere karargâhta bilgi sundular...

        Uzun ve zahmetli bir hazırlık döneminin ardından, zırhlı birliklerin korumasında sınırlarımız dışına gönderilen iki tabur askerin görevlerini tamamlayıp burunları bile kanamadan ülkeye geri dönmeleri umudunu, operasyonu karargâhta izleyenlerin fotoğraflardaki yüzlerinden okumak mümkündü.

        Aynı fotoğrafa bakıp, Genelkurmay Başkanı’nın “vatan” ve “bayrak” konularının öğretildiği dersi ekmiş olacağı sonucunu çıkarmak, çıkarabilmek... Doğrusu hayli zor. O sonucu çıkaran politikacı, hayatının akışı içerisinde tam dört kez demokratik sisteme müdahale yaşadığı için, müdahalelerin ülkeye çıkardığı ağır faturayı öğrenmiş olmalı.

        Bizim nesil, umutla hep bekleyedurduğu o fotoğrafı çerçeveletip şahsi müzesine kaldırdı bile...

        Diğer Yazılar