Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NEREDEYSE herkes bugün-yarın savaşa gireceğimize inanmaya başladı; ben yine de böyle bir maceradan uzak duracağımızdan umutluyum...

        Umudum, karar verme noktalarının en kritiğinde Ahmet Davutoğlu’nun bulunuyor olmasından kaynaklanıyor. Başbakan Davutoğlu ne yapıp eder, bizi savaştan uzak tutar diye düşünüyorum.

        Yalnızca “1 Mart tezkeresi” günlerinde üzerinde taşıdığı “başbakan başdanışmanı” sıfatıyla, “savaşkan cephe” tarafından kınanacak kadar şuurlu bir davranış sergilediği için değil... O da var elbet; ancak Davutoğlu’yu “Davutoğlu” yapan akademisyen tarafının ağır basacağına ve savaşların sonuç çözme yöntemi olmadığı bilgisiyle hareket edeceğine güvenim daha ağır basıyor.

        Bütün veriler, bu yılın başlarından itibaren, Türkiye’nin de içinde yer aldığı bazı bölge ülkelerinin, Suriye sorununun çözümüyle ilgili bir ince ayara ulaştığına işaret ediyor.

        İnce ayar şu: Suudi Arabistan ve Körfez’deki müttefikleri güneyden cephe açacaklar, kuzeyden açılacak cepheyle de Şam’a kadar ilerlenecek...

        Kuzeyden cepheyi kimin açacağı belli.

        Galiba o yüzden, düşmanın IŞİD veya PYD olması fark etmiyor; hangisi cephe açma sırasında daha önde görünüyorsa, müdahale için mazereti o teşkil edecek...

        Sadece kendi aralarında mutabakata varmamış bölge ülkeleri, bu yeni stratejik tavır için ABD’den de onay almışlar...

        Özellikle stratejik tavra olumlu bakan Suudi kaynakları olan biteni heyecanlı bir biçimde dünyayla paylaşıyor.

        Hiç kuşkusuz kâğıt üzerinde “olabilir” gelen bir plan bu: Kuzeyden ve güneyden ilerleyen ittifak güçleri Beşar Esad yönetiminin sonunu getirebilir gibi görünüyor...

        Acaba?

        İşte Ahmet Davutoğlu’nun tarih bilgisi ve akademisyen kişiliği burada devreye girmek zorunda. Kâğıt üzerinde “mükemmel” görünen savaş planlarının alanda nasıl farklı sonuçlar verdiğinin, askeri çözümlerin hemen hemen her zaman felaketlere yol açtığının tarihte çok sayıda örneği var çünkü...

        Milat öncesine, hatta 100 Yıl Savaşları’na gitmeye gerek yok bunu görmek için; tanıkları hâlâ yaşayan son 100 yıl içerisinde milyonlarca insanın can verdiği savaşlara (1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı gibi) yol açmış ihtilafları hatırlamak bile yeterli.

        Sadece şu yakın dönemde ABD’nin taraf olduğu Vietnam Savaşı’nı, Afganistan, Irak ve Libya’ya müdahalelerini düşünün...

        Her birine bir sorunu çözmek üzere girdi ABD... Vietnam’a, komünizmin Asya kıtasında yayılmasını engellemek için... Afganistan’a, El Kaide “Gel, gel” dediği için... Irak’a, 11 Eylül saldırılarının arkasında Saddam olduğuna inandırıldığı için... Libya’ya, Kaddafi’yi yerinden edip ülkeye demokrasi getirmek için...

        Libya, Irak ve Afganistan şimdi ne hallerde?

        Peki, bu müdahalelerden sonra, ihtilaflı bölgenin binlerce kilometre uzağında olmasına rağmen, ABD’de yaşayanlar, kendilerini daha güvenli hissedebiliyorlar mı?

        Şu soruyu sorunlu bölgenin tam ortasında yer alan ve Esad’ı devirmek için askeri müdahalede bulunmaya hazırlanan ülkelerin yöneticileri sormak zorunda: Askeri müdahale sonrasında ortaya çıkacak tablo, bölgeyi daha “güvenli” mi yapacak, yoksa sürekli bir terör kaosunun içine mi sokacak?

        Eminim, Başbakan Davutoğlu bu soruyu sormuş ve tarihçi kişiliğiyle doğru cevabı da vermiştir. Türkiye 2003 yılında Davutoğlu’nun da çabalarıyla Irak batağından uzak durmayı başarabilmişti; bu defa karşı karşıya bulunduğumuz tabloda güvencemiz yine Davutoğlu’dur.

        Umarım yanılmam.

        Diğer Yazılar