Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İLK “Nobel’li” kahramanımı uzaktan tanımıştım. İki yılımı geçirdiğim ABD/Boston’da, bir ucunda Massachusetts Institute of Technology’nin (MIT), diğer ucunda Harvard Üniversitesi’nin bulunduğu uzun Mass Avenue üzerinde gidiş-gelişlerim sırasında...

        MIT’nin “Uluslararası Araştırmalar Merkezi” Amherst Street üzerindedir; oradan iki adım ötedeki Hayden Kütüphanesi’ne giderken kaç kez 1970 Nobel Ekonomi Ödülü’nün sahibi Prof. Paul Samuelson’un yanından geçmişimdir... Takım elbiseli, beyaz gömleği üzerinde papyonlu... Ve bisikletli...

        Aziz Sancar’ın 2006 Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk’tan sonra ikinci Türk olarak Nobel’i kazanmasının ardından Prof. Samuelson’u hatırlamamın sebebi var: Onuruna düzenlenen törende konuşan görev yaptığı üniversitenin rektörü, “Bundan böyle kampusumuz içerisinde istediğiniz yere otomobilinizi bedava park edebileceksiniz” esprisini yaptığında, Prof. Sancar, “Benim otomobilim yok ki...” mukabelesinde bulunmuş...

        Muhtemelen o da “Nobel” kazandı diye alışkanlıklarını değiştirmeyecek bilim adamlarından...

        Yazdıkları bizim üniversitelerde de ders kitabı olarak okutulan Paul Samuelson’un katıldığı etkinliklerde bulundum; kendisine ne kadar el bebek gül bebek muamelesi yapıldığını yakından müşahede ederek...

        Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanması sonrası yapılan törende Orhan Pamuk’un “Babamın çantası” başlıklı konuşmasını İsveç’in başkenti Stockholm’de diğer davetlilerle birlikte dinlerken, kulağım ödüllü romancımızda, zihnim ise Nobel tarafından ödüllendirilen bütün alanlarda ülkemin ne kadar yalnız kaldığındaydı...

        Orhan Pamuk’a saldırılar, Nobel kazanması sonrasında kendi ülkesinde artarak devam etti.

        Dönemin cumhurbaşkanı telefonla teşekkürü esirgedi Türkiye’nin ilk Nobel sahibinden... Kendisine en fazla sahip çıkması beklenebilecek çevrelerden aldığı anlamsız sertlikteki eleştirileri okurken yüzümün kızardığını hatırlıyorum. “Profesör” unvanlı biri, kabul konuşmasında Türkçe yanlışları bulmaya kalkacak kadar işi ileri götürdü; konuşma İngilizce yapıldığı halde...

        Bizde başarı, başarısızların husumetini çekiyor gerçekten...

        Prof. Aziz Sancar bu bakımdan şanslı sayılabilir; yine de Nobel kazandığı duyulur duyulmaz etnik köken tartışmalarına konu edilmesi, genel kuralı bir kez daha doğrular cinstendi. Yine kıskançlıklar, küçümsemeler, başarıya sevinmek yerine konuyu başka yönlere çekip olumlu etkisini azaltma girişimleri ile karşılaşırsak şaşırmayalım.

        Nobel 100 yılı aşkın süredir dünyada çizgi üstü çalışmalarıyla öne çıkmış bilim, edebiyat ve diplomasi başarılarını ödüllendiriyor. Değerlendirmeleri elbette o alanda en layık kişiyi ödüllendirme yönünde; ödüllendirilebilecek kişi sayısının fazlalığı göz önünde bulundurulduğunda her zaman en isabetli kararı yansıttığı söylenemese bile...

        Aziz Sancar’ın özellikleri önemli: Türkiye’de doğmuş ve ilkokuldan üniversiteye bütün temel eğitimini Türkiye’de almış olması... Tıp eğitimi sonrası doğum yeri olan Mardin/Savur’da 2 yıl doktorluk yapması... ABD’de çalışırken Türkiye ile irtibatını hiç kesmemesi... Daha önce kazandığı bir ödülü yaşadığı eyalette bir “Türk Evi” açarak değerlendirmesi... Türk Evi’nde çeşitli fikri etkinlikler yanında Türkiye’den gelen genç bilim insanlarının misafir edilmesi...

        Kendisine Nobel Ödülü verilmesini getiren ise, “biyokimya” alanındaki çığır açıcı çalışmaları...

        Tanıyanlar, son birkaç yıldır adının sürekli “Nobel kazanacaklar” arasında sayıldığını belirtiyorlar...

        Her ödül Türkiye için bir sınav oluyor; ödülü kazananı sahiplenme sınavı olduğu kadar, aynı başarıyı gösterecek yeni gayretleri destekleyebilme sınavı da...

        Göğsümüzü kabartan Prof. Sancar’ı yürekten tebrik ediyorum. Ülkemiz için de “Nice Nobel’lere...” diyorum...

        Diğer Yazılar