Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şunun şurasında seçime saatler kaldı; siyasilerin partileri adına söylediklerinden fazla ilgi çeken bir yan kavga kıyasıya sürüp gidiyor....

        Odağında “medya” olan bir kavga bu...

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ne zaman kalabalıkların karşısına çıksa, isim de vererek bazı medya kuruluşlarını suçluyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu da ondan geri kalmak niyetinde değil; o da her geçen gün dozu daha da artan ifadelerle, aynı grupların gazete ve televizyon kanallarını halka şikâyet ediyor...

        Muhalefet geri kalacak değil ya. Onların ağzında da “yandaş” sıfatıyla andıkları başka gazeteler ve televizyon kanalları var. Bir de TRT... Sözlerinin çarpıtıldığı, kampanyalarının kasıtlı biçimde sönük yansıtıldığı, devletin partilere eşit mesafede durması gereken TV kanallarının haksız rekabete yol açacak yayınlar yaptığı görüşünde muhalefet...

        Karşılıklı atışmalar, özellikle son birkaç gündür, medyaya hesap kesme halini aldı.

        “Hesap kesme” sözcüklerini boşuna seçmedim. Seçime sadece birkaç gün kalmışken, gücü olan, onu medya üzerinde kullanmaya da başladı. Önce, muhalefetin sesini duyurabildiği TV kanallarının evlere ulaşmasının önüne geçecek tedbirler gündeme geldi; ardından daha keskin bir hesap kesme operasyonuna gidildi; içerisinde muhalif gazeteler ve kanalların da bulunduğu bir şirketler grubu sahiplerinin elinden alınarak...

        Dünyanın dikkatinin seçimlerden ötürü ülkemiz üzerinde yoğunlaştığı şu günlerde birbiri ardına yaşanan bu olayların şaşkınlıkla karşılandığı hemen belli oluyor.

        Keşke bu gelişmeleri verdikleri kararlarla ülkemize yaşatanlar, aldıkları tedbirler gerekli ve kaçınılmaz ise, bunları yerine getirmeyi seçim sonrasına bıraksalardı.

        Acaba bu uygulamalar gerçekten gerekli ve kaçınılmaz mı?

        Cevabı Anayasa versin: “C. Basın araçlarının korunması” anabaşlığı altında yer alan 30. maddesinde, Anayasa şunu söylüyor: “Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç çleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz.”

        Yapılanın “zapt ve müsadere” olmadığı, basın araçlarının “işletilmekten alıkonulmadığı”, sadece şirketlerin yönetiminin “kayyuma devredildiği” savunması, Anayasa’nın bu açık maddesiyle uyuşuyor mu?

        Henüz ortada mahkeme kararlarıyla “kesinleşmiş bir suç” yok ki, “suç aleti”nden söz edilebilsin... Kaldı ki, gazete ve TV kanallarının “suç aleti” sayılması da, Anayasa’nın bu maddesine göre, mümkün değil.

        Anayasa’nın getirdiği koruma, basının “halkın haberleşme özgürlüğü”nü yerine getirdiği ve “kamu hizmeti” gördüğü temel kabulüyle ilgili. Bir de, medyanın işlevini hakkıyla yerine getirebilmesi için, gücü bulunan ve basını işlevsiz bırakabilecek durumda olanların, üzerine gittikleri medya üzerinden diğerlerine gözdağı vermelerini engellemek amacıyladır.

        Maddenin gerekçesinden bu açıkça anlaşılıyor.

        Sorun şurada: Siyasi partilerin, kendilerini iktidara ulaştırmak, rakiplerini iktidardan uzak tutmak için birbirleriyle rekabete girmeleri doğalken, medyanın da iktidar mücadelesini andırır bir üslupla birbirleriyle uğraştığı bir durum var ülkemizde.

        Özgürlüğün herkes için olduğu, bugün birine çok gördüğünüz ve elinden alınmasını onayladığınız özgürlüğün, yarın yine aynı gerekçelerle sizin elinizden alınabileceğini nedense herkes unutmuş görünüyor.

        Medya, gazeteler ve TV kanalları, karşıdakini öldürmek için sipere çekilmiş düşman cepheler gibi...

        Neden böyle oldu?

        Herhalde 1 Kasım sonrasında bu soruya da cevap aranacak.

        Diğer Yazılar