Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir AK Parti milletvekili, “1 Kasım’dan sonra bunlardan hesap sorulacak” diye bazı gazetelerin adlarını saymış... En azından kendisi bu sözünün takipçisi olacakmış...

        Saydığı gazetelerin de hesabı kesilirse Türkiye’de farklı şeyler söyleyen pek az medya organı kalmış olacak. Bu da ülkemizi, daha önce pek çok siyasinin arzu ettiği ancak uygulamaya koymaktan çekindiği türden “dikensiz gül bahçesi” görünümlü bir medya düzenine kavuşturur.

        Neden böyle bir şeyin arzulandığına aklım ermez, ancak başkalarının neden arzularını yerine getirmede çekimser davrandıklarını bilirim: Her şeyden önce, yapılanın içte ve dışta tepkisi büyük olur, bu da iktidarları zor duruma düşürür. Ayrıca, tek sesli medyaya sahip bir ülkede yanlışlıklara bulaşmak çok daha kolaylaşır.

        İktidarlar bu sebeple muhalif seslere ve muhalif yayın organlarına fazla ses çıkarmazlar.

        Gazetecileri seven siyasetçi azdır; çoğu bizlere tahammül eder.

        ABD’nin Irak’ı işgal projesine Bush heyecanıyla destek vermiş İngiltere’nin başbakanı Tony Blair, hafta sonu çıktığı TV programında hesaba çekilince, geriye dönük nedametini dile getirdi.

        Onun desteğiyle gerçekleşen projenin feci tablosunu önceki gün buraya yansıtmıştım. O tablonun içerisinde yer almaktan Türkiye’yi, Bush ve Blair gibi siyasetten yüzü kızararak tasfiye olmaktan iktidardaki AK Parti kadrosunu kurtaran TBMM’nin tavrıydı. O tavrın oluşmasına en büyük katkı da, hiç kuşkunuz olmasın, medyadaki “sağduyulu” birkaç sesten gelmişti.

        “Hesap sorulacak” gazetelerin de aralarında yer aldığı büyük koro, tek ses halinde, “ABD’nin yanında saf tutalım; dışında kalırsak Washington bir daha yüzümüze bakmaz” diye tepinirken, bizler, “Bombalar ne zamandan beri ülkelere demokrasi götürme aracı oldu” diye itiraz ediyorduk.

        Muhalif sesler çıkmasına o günlerde izin verilmeseydi, büyük ihtimalle, AK Parti’nin iktidarı daha en başta onulmaz bir yara alacaktı.

        Gezi olayları döneminde, başörtülü ve bebekli bir genç kadının İstanbul/Kabataş’ta yaşadıkları, aradan bunca zaman geçtikten sonra, şu günlerde yeniden gündeme taşındı. En son geldiğimiz nokta, böyle bir olayın yaşanmadığı... Birilerinin iktidarın siyasi tavrını kabul ettirmek için yaşananı çarpıttığı...

        Olayın odağındaki genç kadının kayınpederi, “Gelinimin anlatımı o günlerdeki hissiyatını yansıtıyordu” demekte.

        Kabataş olayını bir “toplu linç” sayıp manşetlerinden indirmeyen gazetede yazıyordum o günlerde, ama konuya ilişkin tek bir yazım var. Onda da, birkaç ay önce bebek sahibi olmuş bir genç kadının, öyle durumdaki kadınlarda bazen görülen “doğum sonrası depresyonu” (“post-partum depresyon”) geçirmesi ihtimalini gündeme taşımıştım. “Gelinin o günlerdeki hissiyatı” ile bugünlerde anlatılmaya çalışılan şeyi...

        Düşünün: Gazeteniz günlerce konuyu manşetinden işlemiş, kadının ifadesinde polise de anlattığı ayrıntıları içeren bir mülakat da yayımlamış; siz daha ilk andan mantıklı bulmadığınız olaya aynı günlerde çıkan yazılarınızda hiç değinmemiş, konuya ilişkin tek yazınızda da farklı bir tanıda bulunmuşsunuz...

        Muhalefet her zaman toplu halde yapılmaz, “ayrık otu” gibi farklı olmayı göze alarak kendi gazetenize de “muhalif” kalabilirsiniz...

        Irak’a ABD müdahalesinde cazgırlık yapan gazetelerde aykırı ses çıkarma cesareti göstermiş nadir kalemler gibi...

        Farklı diye gazetelere, gazetecilere hesap sorma makamı siyaset değildir; gazetecilik siyasilere hesap sorma mesleğidir.

        Diğer Yazılar