Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hafta sonu üzerinde düşünmeniz için size bir sorum var: “PKK’nın terörist eylemlerini sona erdirmek için başlatılan ‘mücadele’ ne zaman biter?”

        Aynı soruyu öteki IŞİD için de tekrarlayabiliriz: “IŞİD veya DAİŞ denilen örgütün terör eylemleri ne zaman sona erer?”

        Her iki sorunun bana göre tek cevabı var: Teröre bulaşan örgütler ne zaman kendileri için ölecek militan bulamaz hale gelirse, onlara karşı mücadele işte o zaman başarılı bir şekilde bitmiş olur...

        Terör örgütleri sanıldığı gibi “ideolojik” açıdan haklı oldukları veya moral üstünlüğe sahip bulundukları için varlıklarını sürdürüyor değiller; öyle olsaydı, biraz yakından bakıldığında hemen hepsinde fark edilen garipliklerle karşılaşılmazdı.

        PKK’nın “etnik” temsile dayandığını düşündüğümüz silahlı mücadelesinde “Kürt” kökenli olmayan militanlar da saf tutmuyor mu? Merak edip dağa çıkan gazeteciler sayesinde bu soruya “Tutuyor” cevabını verebiliyoruz.

        Aynı durum fazlasıyla IŞİD için de söz konusu. İslam’ın en keskin yorumlarıyla (Vehhabi, Selefi) içli dışlı olduğunu düşündürten IŞİD, varlığını, ABD işgali sonrasında Irak’ta kendilerine el çektirilen Saddam’ın Tikrit kökenli subaylarına borçlu. Onların “Vehhabi/Selefi” çizgisinde olmadıkları, çoğunun dini dürtülerle hareket etmediği ise biliniyor.

        IŞİD’de saf tutanlar arasında Müslüman olmayanlar da çok. Kendilerini canlı bombaya dönüştürenlerin bir bölümünü yakından tanıyanlar, “Biz onu böyle bilmezdik” deme ihtiyacı duyuyorlar. Aralarında bar işletenler bile var.

        Son Paris eylemlerinde kendisini Comptoir Voltaire kafesi önünde patlatan İbrahim Abdeslam’ın barı varmış; tanıyanlar “İçerdi, İslam’a aykırı pek çok alışkanlığı vardı” demekte...

        Adam kendisini IŞİD için patlattı.

        Bu “gerçeği” nasıl yorumlayabiliriz?

        Adları ne olursa olsun terör örgütleri aslında “modern” bir zemin üzerine oturuyor.

        1968’de Paris’te başlayan “global düzene muhalefet eylemleri” dünya çapında yankı bulmuştu; o eylemlerde dillendirilen şikâyetlerin her yerde izdüşümleri vardı çünkü...

        Paris’teki 1968 patlaması ile Filistin’de Kerameh direnişi aynı günlere rastlar (biri 20 Mart’ta, diğeri 21 Mart’ta). Bugünlerde kendilerini canlı bombaya çevirenlerin kana buladığı mekânlarda, 20 Mart 1968’de başlattıkları eylemlerle, üniversiteli gençler, barikatlar kurup güvenlik güçleriyle çatışırken; Paris’teki hareketlenmenin ertesi günü, İsrail, El Fetih örgütü üyelerinin kaçmasını bekleyerek saldırdığı Kerameh Kampı’nda büyük bir direnişle karşılaşmıştı.

        Tesadüf müdür bu?

        Her iki harekette, ABD’nin Vietnam Savaşı’nın, daha doğrusu orada sergilenen büyük bir güce karşı direnilebildiği görüntüsünün, doğrudan etkisi vardır.

        O dönemde genellikle silahsız yürütülen direniş hareketleri bugünün silahlı örgütlerini de etkiledi.

        “Modern” dememin sebebi bu.

        Kimi “etnik” sıkıntılara, kimi dini motifli tatminsizliklere cevap veren örgütler, dünyada var olan sorunların ürünüdür.

        İşin içine “istihbarat birimleri” de girer doğal olarak...

        Örgütlerin temsil ettiğine inanılan davalar, o sorunları kendi özelinde dışlanmışlık, ötekileştirilmişlik olarak yaşayan gençleri kendilerine çekiyor.

        “Dava” ile kendilerinin doğrudan bir ilgileri bulunmasa bile...

        En başta sorduğum soruya cevap, bu genel arka plan zihinde bulundurularak aranmalı.

        Rahatsızlığa sebep olan unsurlar ortadan kaldırılmadıkça, insanların bir bölümü diğerleri tarafından sömürüldüğü, hakları yenildiği duygusundan kurtarılmadıkça, silahlı örgütler, ölümü hayata tercih edecek militanlar bulabilecek...

        Onlar militan buldukça da “teröre karşı mücadele” istenilen sonuca ulaşmayacaktır.

        Bilmem anlatabildim mi?

        Diğer Yazılar