Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, ülke için en yararlı yönetim biçiminde kanaatinin “başkanlık sistemi” olduğu biliniyor.

        Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildikten sonra benimsediği bir kanaat değil bu; çok önceden beri bu tezi savunuyor. Ayrıca Turgut Özal da, Süleyman Demirel de, Erdoğan gibi “halk tarafından seçilmiş” olmadıkları halde, zamanlarında, konuyu kendi tercihleri olarak gündeme taşımışlardı.

        Kenan Evren de aynı görüşte olmalıydı ki, oluşturduğu Danışma Meclisi’ne yazdırdığı anayasada, sanki “başkan” imiş gibi en geniş yetkilerle donatılmıştı cumhurbaşkanı...

        Ya hiçbiri Tayyip Erdoğan kadar ısrarcı olmadıkları ya da dönemleri ısrara müsait bulunmadığı için, Evren, Özal ve Demirel, konuyu şöyle bir tartıştırmış, ancak sistem değişikliği boyutuna taşıtamamıştı.

        Şimdi durum farklı.

        Dikkat ettinizse, ülkeye en yarayacak yönetim biçiminin “başkanlık sistemi” olduğunda kesin kararlı olsa bile, iş “Nasıl bir başkanlık sistemi?” sorusuna cevap aramaya geldiğinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hâlâ arayış içerisinde olduğu anlaşılıyor. En son Paris’e gittiğinde, oradaki gibi “yarı-başkanlık sistemi”nden yana görüş açıklamış; döndüğünde, bunu, “partili cumhurbaşkanı” formülüyle dile getirmişti.

        Geçmişte birçok kez “Amerika’daki gibi” benzetmesinde bulunduğu, bir keresinde “Meksika modeli” nden yana tavır belirlediği de hatırlanacaktır.

        Zaman içerisinde en çok sözü edilen ise, “bize uygun bir başkanlık sistemi” veya “milli başkanlık sistemi” sıfatları oldu.

        Bu çelişkili gibi görünen açıklamalarda yadırganacak bir yön yok: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugünkü yetkilerini yeterli görmediği, kendisine yeni yetkiler tanınmasından yana olduğu kesin; ancak bunun hangi yönetim biçimiyle sağlanabileceği konusunda tam bir kanaate erişmediği de açık...

        Tartışmalarla doğrunun bulunacağını düşünüyor olmalı Cumhurbaşkanı Erdoğan...

        Ülkelerin kuruluş öyküleriyle kuruluş felsefelerinin yönetim biçimlerini de belirlediğini düşündüğüm için, İstiklal Savaşı’nı yürütmüş ve Cumhuriyet’i kurmuş Gazi Meclis’in odağında bulunduğu bugünkü sistemin Türkiye’ye daha uygun olduğuna inanıyorum. Bu tercihim, cumhurbaşkanının yetkilerinin az değil fazla olduğunu bana düşündürüyor... Anayasa değişeceği zaman, “en uygun yönetim biçimi” tartışmalarıyla aranan formüle ulaşılacağı görüşündeyim.

        Tek anlamadığım şey, medyanın ve medyada bazı kalemlerin konuya yaklaşımı.

        Şu günlerde konuya ilişkin yazılanlara yakından baktığınızda, yazarların “partili cumhurbaşkanı” konusunu olağanüstü ciddiyetle savunduklarını görüyorsunuz. Hemen hepsi, ilk akla gelebilecek mahzurlarının aslında birer mazhariyet olduğundan başlayarak “partili bir cumhurbaşkanı”na sahip olduğumuzda ülkemizin ne büyük sıçramalara hazır hale geleceğini anlata anlata bitiremiyorlar.

        Partisiyle ilişkisi kesilmiş bir başkanlık sistemine, açıkça telaffuz etmeseler bile, yan gözle baktıkları sonucunu çıkarabileceğiniz bir üslupla...

        Halbuki, “Amerikan tarzı” veya “Meksika gibi” tezleri ortaya atıldığında da, aynı kalemler, bugünkünü andıran bir iştahla o sistemlerin faziletlerini anlatmaktaydı.

        Geçen hafta, Paris dönüşü, “Fransız usulü yarı-başkanlık” konusu açıldığında, tek tük de olsa, onu tartışmaya çalışanlar da çıkmıştı.

        “Parlamenter sistem”den yana olmakla birlikte, “denetleme ve denge mekanizmaları” en geniş biçimiyle alınması halinde “başkanlık sistemi”nin pek çok ülkede iyi sonuçlar verdiğini bildiğim için, sistem değişikliğinin tartışılmasına karşı değilim. İkna olmaya da hazırım. Ancak tartışmanın bu biçimi, ne yalan söyleyeyim, beni derinden ürkütüyor.

        Bir karara varsalar da, bizler de onu tartışmaya başlasak...

        Diğer Yazılar