Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yazıya bir soruyla başlayacağım: Son 50 yıl içerisinde sınırlarını savaşsız genişletmiş bir ülke biliyor musunuz?

        Fazla düşünmeyin, pek yoktur. Birleşmiş Milletler (BM) zaten bunun olmaması için kuruldu. Ülkelerin uluslararası anlaşmalarla belirlenmiş sınırlarını başka ülkelerin aleyhine genişletmesi, BM izin vermediği için, gerçekleşemez.

        Hatırlayabildiğim tek istisna, Rusya’nın Kırım’ı işgali... O işgal yüzünden Rusya, BM tarafından, ambargolara ve çeşitli yaptırımlara muhatap edilmiş bulunuyor. (Rusya ambargoları büyük çapta Türkiye’nin sessiz yardımıyla aşıyordu; düşen jete verdiği karşı ambargo tepkisi yüzünden Rusya’nın zorlukları arttı.)

        Sınırlar fiziki olarak genişlemiyor bugünkü dünya düzeninde, ancak başka yollarla farklılaşıyor.

        Avrupa Birliği (AB) bu yollardan birine örnek. Schengen Antlaşması ile üye ülkelerin vatandaşları, diğer üye ülkelere rahatlıkla gidebiliyor, kendi ülkesiymiş gibi yerleşebiliyor, çalışabiliyor... Schengen vizeniz varsa, sizler de, AB üyesi bir ülkeden diğerine geçerken sınırı fark etmiyorsunuz bile.

        Henüz sınırları önemsizleştiren başka bir birlik oluşturulamadı, ama böyle bir yol her zaman açık. Sözgelimi, çoğu birbiriyle sınırdaş İslam ülkeleri de, birbirlerine güvenebilseler ve fedakârca davranabilseler, sınırları önemsizleştirecek AB türü bir birliği kendi aralarında gerçekleştirebilirler.

        Bugün için hoş bir hayal bu.

        Rusya’nın Kırım’da savaş yoluyla, AB’nin titiz müzakerelere dayalı anlaşmalarla yaptığını, bazı ülkeler, mesela ABD ve Almanya, “yumuşak güç” haline dönüşerek sağlayabiliyor. Komşularından başlayarak yakın ve uzak “etrafları” ile ortak anlayış ve karşılıklı menfaate dayalı ilişkiler kurarak...

        Güçlü olan taraf, daha az güçlü veya güçsüz taraflar üzerinde “nüfuz” kullanıyor bu ilişkide.

        Kabına sığamayan, sınırlarından taşmayı arzulayan ülkeler için fazla alternatif yok: 1. Sonucuna katlanılması en zor ve maliyeti en yüksek alternatif, savaş... 2. Gerçekleştirilmesi hiç kolay olmayan alternatif, “güven” üzerine oturan devletler üstü birlikler arayışına girilmesi. 3. En akıllısı ise, güçlenen ülkelerin ortak anlayış ve karşılıklı menfaate dayalı ilişkilerle kendilerine “nüfuz alanı” oluşturması...

        Lafı uzatmaya gerek yok: “Komşularıyla sıfır sorun” ilkesini başarıyla uyguladığı, kendisini “yumuşak güç” veya “erdemli güç” olarak tanımladığı dönemde, Türkiye, sonuncu alternatifi gerçekleştirmeye çok yakın konuma erişebileceği iddiasına sahipti.

        Bölgesinde ABD ve Almanya gibi cazibe odağı olabilirdi.

        İddiasını sürekliliğe kavuşturabilseydi, bu süre içerisinde kazandığı özgüven ve elde ettiği saygı sayesinde, ikinci alternatif olan “devletler üstü birlik” arayışına da girebilirdi.

        Ramak kalmıştı bunu yapabilecek hale gelmesine...

        Eğer İsviçre değilse, her ülkenin sınırları konusunda rahatsızlıkları ve içinde yer alsa daha mutlu olacağını düşündüğü yerler -”kızılelma”ları- vardır.

        20. yüzyıl başlarında Almanya, kendi birliğini sağlamayı öncelemiş, sonra yakın coğrafyasına göz koymuştu. 60 milyon insanın hayatına ve ülkelerin tahribatına yol açan iki cihan savaşıyla bu amacına erişmeyi umuyordu; olmadı.

        Bugün aynı Almanya, hem doğusuyla birleşmeyi hem de tek kurşun atmadan kendine geniş bir nüfuz alanı açmayı başardı.

        Türkiye, tamam, kabına sığamıyor, ancak...

        Kabına sığamayan Türkiye, “komşularıyla sıfır sorun” ve “erdemli güç” çizgisinden uzaklaşması sonrasında ne yapacağı konusunda zorlanıyor. Çıkışı yanlış yerlerde arıyor.

        Oysa sadece üç alternatif var her ülkenin önünde...

        Yeniden sayayım mı?

        Diğer Yazılar