Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “DÜNYA Kupası” finalinde ne oldu? Finale kalan iki takım, Almanya ve Arjantin 90 dakikada yenişemeyince 15’er dakikalık iki ek süre başladı; tam oyun öyle bitecek ve kaderi penaltılar belirleyecek diye düşünülürken...

        Sonradan oyuna giren Mario Götze, 113. dakikada Almanya’yı şampiyon yapan golü attı... Boşuna “Futbol 90 dakikadır, uzatmaları da unutma” dememişler... Süleyman Demirel de “Maraton 42 kilometre ve 195 metrelik bir yarıştır, özellikle o son 195 metre önemlidir” derdi siyasetin meşakkatli bir uğraş olduğu gerçeğini hatırlatmak için...

        Gerçek şu: Sporda olduğu gibi siyasette de her anın önemi vardır ve futbolda hakem düdüğü çalmadan boşuna umutlanmak veya umudu kesmek nasıl yanlışsa, siyasette de son ana kadar “Bu iş bitti” dememek gerekir...

        Bu hatırlatmayı yapmamın güncel sebebini herhalde tahmin ettiniz: Ülkemizin ilk kez yaşadığı halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanlığı yarışı... Kampanyalar daha henüz başlamışken, muhtemel sonuç hakkında olağanüstü iddialı değerlendirmeleri anlamakta zorlanıyorum.

        ABD’de başkanlık seçimi 2016 yılının kasım ayında yapılacak; seçime 2 yıldan uzun bir süre var. Yarışacak iki partiden adaylığı düşünen isimler de, içlerinden hangisinin daha şanslı olduğu da üç aşağı beş yukarı şimdiden tahmin edilebiliyor.

        Edilebiliyor, çünkü Beyaz Saray’da gözü olan politikacılar çok önceden kendilerini görünür kılıyor ve siyasi kamuoylarını yoğurma çabasına girişiyorlar. Kim tahammüllüyse, kim süreç içerisinde daha fazla taraftar ve paralı destekçi bulabiliyorsa, partinin aday belirlediği kongreden onun başarılı çıkma ihtimali artıyor. Bir de tabii, diğerlerinden daha sıkı bir kampanya yürütenin...

        Kampanyanın 1 ay gibi kısa bir süreye sıkıştırıldığı bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde en belirleyici unsur, elbette adayların yürüttükleri kampanyalar olacak. Üç adayın üçü de gönüllü destekli profesyonel kadrolar eşliğinde birer kampanya yürütüyorlar ve bizler de onları köşelerde ve ekranlarda değerlendiriyoruz...

        Değerlendirmelerde unutulduğunu fark ettiğim önemli bir nokta var: Adayların herbirinin ihtiyacının farklı olduğu noktası... Tayyip Erdoğan’ın kendini tanınır kılmak gibi bir derdi yokken, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun -hiç değilse başlangıçta- isminden başlayarak kim olduğunu geniş kitlelere anlatması gerekiyor. Dolayısıyla adayların propagandaları birbirinden çok farklı olmak zorunda. Hiç kuşkusuz, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun işi Tayyip Erdoğan’dan çok daha zor; ancak oyunu partisinin geleneksel oyunun ötesine sıçratmayı ve yüzde 50 çıtasını ilk turda aşmayı hedeflediğinden, Tayyip Bey’in de özel çaba göstermesi şart... Son dakikaya kadar hem de...

        Ekmeleddin Bey’in kendisini tanımayan, ismini ilk kez duyanlara “ekmek” sözcüğü üzerinden Ekmel çağrışımı yaptırmayı amaçlayan ilk çıkışı garipsendi, hatta küçümsendi. Oysa, o sayede, hem konuşulmayı becerdiler, hem de adayın ismini öğretme sürecini kısaltmayı... Zorluğun en çetinini Tayyip Erdoğan’ın kampanyasını yürütenler yaşıyor olmalı: Kendisine bazı yönlerden benzeyen bir rakibe karşı yarışıyor çünkü ve bu sebeple “negatif propaganda” yürütmesi gerekiyor; oysa rakibi buna kolay kolay fırsat vermeyen bir tarza sahip.

        Rakibin zorlandığı yön ise, kendisini aday gösteren iki partinin (CHP, MHP) tabanlarını kendisine oy vermeye ikna edebilmek...

        Maraton henüz yeni başladı, maçın ilk yarısındayız; sonuçla ilgili tahminlerimizde biraz ihtiyatlı olmakta yarar var.

        Diğer Yazılar