Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “PARALEL devlet” iddialı bir soruşturma var ve bir grup Emniyet mensubu bu kapsamda gözaltına alındı; bazıları bu işle görevlendirilmiş mahkeme tarafından tutuklandı da... İddia, “Paralel yapı” içerisinde yer alan polislerin yasadışı dinleme yaptıkları... Devletin hassas mevkilerinde bulunan kişiler de dinlenilmiş...

        Tutuklamalar “görevi suistiimal”, “örgüt üyeliği” ve “casusluk” ithamlarıyla yapıldı.

        “Paralel yapı” adıyla anılan oluşumun, devletin farklı birimlerinde görevli diğer unsurlarının da soruşturma kapsamına alınacağı söyleniyor.

        İddialar doğrudur, değildir, henüz yolun başındayken kesin hüküm verilemez. Ancak, görünen bir yönü üzerinde durabiliriz: “Suç” sayılan eylemlerin dini hiçbir özelliği bulunmuyor... Soruşturma kapsamına giren konular herhangi bir devlette de “suç” sayılır.

        Oysa kazın ayağı öyle değil: Gözaltına alınan devlet görevlileri, onların yakınları, destekçileri, olayla “din” arasında doğrudan bağlantı kuruyorlar. Özellikle de suçlananlara destek çıkan yayın organları; bazen doğrudan bazen dolaylı ama mutlaka “İslami” deyimler kullanılarak konuya yaklaşılıyor...

        Kuşku duyan, herhangi bir günün gazetelerine bu gözle bakabilir.

        Din ile irtibat kurulacaksa “emanete hıyanet” ile başlayıp “fitne” kavramına kadar ele alınabilecek pek çok ıstılah bulunabilir; ancak olayı “biz” (yani Müslümanlar) ve “onlar” (yani münafıklar) ikilemi açısından değerlendirmenin, açılan tartışmada yeri olmaması gerekir.

        Tartışmayı açanlar bakımından “kendilerini çoğunluğun dışında bulmak” gibi bir tehlikesi de var bu yolun...

        Yasadışı dinlenen kişilerin kayıt altına alınan görüşmelerinden hareketle muhatap oldukları “yolsuzluk” ithamlarını hesap dışı bırakıyor değilim. Önemli bir konudur “yolsuzluk” ve mutlaka üzerine gidilmelidir. Ancak ithamların üzerine oturduğu “dinlemeler” yasadışı yollarla elde edildikleri için “hukuki” açıdan sorunlu olduğu kadar, kişisel veya örgütsel “tecessüs” ürünü sayılacakları için “dini” açıdan da iler tutar tarafları yoktur.

        Suçlananların ve destekçilerinin ihtilafı ısrarla “din” alanına çekmeye çalışmaları, ülkenin hatırı sayılır bir kesimi üzerinde istedikleri etkiyi uyandırmadığı göz önünde tutulursa, arzulananın tam tersi bir gelişmeye sebep oluyor: İddia sahiplerinin dini açıdan sorgulanmasına...

        Dini konularda hassas geniş bir kesim, iddia ve ithamlarına kulak asmadıkları için kendilerini dini açıdan sorgulayanlarla aralarına mesafe koymaya başladı. Henüz itham sahiplerinin kulaklarına erişmemiş olabilir, ama sıkça duyulan bir gerçeği dikkatlerine sunmak isterim: İtham ettikleri kişiler ve kesimlere reva gördükleri ayrıştırıcı dini kavramlar, suçladıkları kesim tarafından, artık kendileri hakkında da kullanılıyor...

        Onların suçladığı kesim çoğunluğu teşkil ettiğinden, suçlayanlar, giderek dini bir azınlık haline dönüşüyorlar.

        anlama geldiğini ve tarihte o duruma düşenlerin nasıl bir akıbete düçar olduğunu bilecek kadar ilim sahipleri bulunuyor; özellikle onların konunun bu yönü üzerinde imal-i fikr etmelerini beklerim.

        Burada “Kim haklı kim haksız?” değerlendirmesi yapmadığımı ayrıca vurgulamam gerekir mi, bilmem. Her iddia sahibi kendisine göre haklıdır ki iddiasını savunur; ancak kitleleri ikna edemeyen iddia sahiplerinin iddialarını inatla sürdürmeleri hoş olmayan sonuçlar doğurabilir.

        Tarihte doğurmuştur çünkü... Yol yakınken bu hayati konuda değerlendirme yapılmalı.

        Diğer Yazılar