Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gülenay BÖREKÇİ / HT CUMARTESİ

        Bir süredir Barcelona’da yaşayan gazeteci, yazar Nermin Yıldırım’la Doğan Kitap’tan çıkan son romanı “Unutma Dersleri” vesilesiyle bir röportaj yaptık ve romanını, Barcelona ile İstanbul arasında mekik dokuduğu hayatını, rastlantı eseri bulduğu Mazi İmha Merkezi’nde (MİM) aşkının acısını değil ama ona yaşattığı mutlulukları unutmak isteyen kahramanı Feribe’yi konuştuk.

        Niye hep unutmak-hatırlamak ekseninde ilerleyen romanlar yazıyorsun, bu bir tercih mi yoksa senin bu kavramlarla bir meselen mi var?

        Çoğu yazarın aslında dönüp dolaşıp aynı şeyi yazdığı söylenir. Benim de yolum her defasında bir biçimde geçmişe, geçmişin bugün üzerindeki izlerine çıkıyor. Bilirsin, insanlar üçe ayrılır: Geçmişte yaşayanlar, bugünde yaşayanlar ve gelecekte yaşayanlar... Geçmişte yaşayanlar hep maziyi kurcalar, ‘keşke’lere, pişmanlıklara saplanmış yaşar. Gelecekte yaşayanlar yarının kaygılarından kafasını kaldıramaz. Bugünü yaşayanlarsa, çocuklardan ve delilerden mürekkep şanslı bir azınlık... Ben kendimi bildim bileli ilk kategoriden paçayı kurtaramadım. Sürekli “Neden?” diye sormak ve cevabı bulmak için geriye doğru bakmak gibi fena bir huyum var. Yazarken de bunu yapıyorum.

        İlk kitabın “Unutma Beni Apartmanı”nın kahramanı senden çok şey taşıyormuş diye duydum, doğru mu?

        Öyle mi, kim demiş? Şaka bir yana, bilhassa ilk romanların otobiyografik olduğu söylenir; ben de sızmışımdır elbet romanın bir yerlerine. “Unutma Beni Apartmanı”, gölge yazarlık yapan bir kadının hikâyesi, o yüzden içinde 7-8 roman var. Hem ana romanı hem de kahramanın roman içinde yazdığı romanları okuyoruz. Onca romanın içine bir yerlerden girip çıkmış olabilirim yani.

        Mazi İmha Merkezi nasıl bir yer. Hatıraları imha mı ediyor yoksa onları etkisiz hale getirmenin yollarını mı gösteriyor?

        Feribe oraya hafızasını sildirebileceği umuduyla gidiyor. Ama MİM’de fiziksel bir işlem söz konusu değil, uzmanlardan dersler alması, verilen ödevleri yapması gerekiyor. MİM’in vaadi hatıraları unutturmak, hiç değilse sahiplerinin hayatında kapladıkları yeri azaltmak... Neticede bir şeyi unutmaya gerek duymak, o şeye hayatını zindan etmesine müsaade edecek kadar önem atfetmekle ilgili. Merkez de o şeyi önemsizleştireceğini vaat ediyor.

        Peki ama gerçek ne kadar sert olursa olsun yüzleşmek daha iyi değil mi? Sen ne dersin, unutmak mı daha iyi, hatırlamak mı?

        Sorunlarla yüzleşmekten, onlarla hesabımızı kesip dostça ayrılmaktan yanayım. Bize acı veren bir şeyle doğru şekilde vedalaşamadıysak, unutmak sağlıksız bir şey hatta imkânsız. Kaçtığımız, halının altına süpürdüğümüz travma, hiç ummadığımız anda yeniden karşımıza dikilebilir çünkü. Bir de ben tecrübenin faydasına inanırım. Buna acı tecrübeler de dahil. Hatırlamak hiç değilse tekrar etmeyi engeller.

        Bu memleketin insanları olarak biz de geçmişte yaşanan trajik olayları unutmayı, hiç yaşanmamış saymayı tercih ettik genellikle, bunun bize ne yaptığını düşünüyorsun?

        Bu bizi tam da şimdi olduğumuz şey yaptı! Aynı acıları defalarca baştan yaşadık. Bir ayıpla, günahla, acıyla, sorunla baş etmenin yolu başımızı kuma gömüp onu yok saymak değildir. Yüzleşmek, anlamak, anlaşmak, özür dilenecekse dilemek, affedilecekse etmek filan gerekir. Yok saymak bizi çıldırttı; güvensiz, mutsuz, huzursuz insanlar yaptı. Merhametsiz bir toplum olduk.

        Bütün romanlarında bir psikoterapistle çalışıyorsun...

        Evet, Tolga Erdoğan romanlarıma danışmanlık yapıyor. Çünkü romanların genellikle psikolojik bir katmanı oluyor ve ben Tolga’yla sohbet ederek karakterlerdeki patolojik durumları araştırıyor, onların davranışlarının sağlamasını yapıyorum. “Unutma Dersleri”nde Feribe’nin MİM’de aldığı ders basamaklarını hazırlarken Tolga’dan çok destek aldım. Duruma göre başkalarına da danışıyorum, mesela hukuki bir durum varsa bir avukata sorabiliyorum. Osmanlı’da geçen bir roman yazarsanız, tarihçilere danışırsınız. Kriminal bir roman yazarsanız, o konunun uzmanlarıyla görüşürsünüz. Ama öte yandan her şeyi tek başınıza yazarsınız aslında. Her şeyi baştan sona uydurmak da mümkün ama ben o yöntemi seçmedim; gerçekçi bir yalancıyım. Edebiyat bir tür güzel yalan söyleme egzersiziyse, yalanlarımı bilimsel temellere dayandırıyorum.

        Eşin İspanyol fotoğrafçı Joan Alvado. Nasıl tanıştınız ve evlenmeye karar verdiniz?

        Tanıştığımızda farklı ülkelerde yaşıyorduk, hakiki bir ilişki yaşamak zor gibi görünüyordu. Aşk pek çok imkânsızlığın üstesinden gelebiliyor. Bir tür hastalık neticede, obsesif kompülsif bozukluk... Takıntılı bir hal olduğu için insana acayip şeyler yaptırabiliyor. Âşıkken insanın beyni kokain bağımlılarının beyniyle aynı şekilde çalışıyormuş, biliyor musun? Yani âşık olduğun kişi yanında değilse, onun yokluğunu çekiyorsan, tıpkı madde bağımlısının yaşadığına benzer bir kriz hali doğuruyor bu. Neyse işte, sonra olaylar gelişti tabii. Bizim beyinler müptela gibi çalışmaya başlayınca, sık sık uluslararası hatlarda gidip gelmeye, seferi hayatlar sürmeye, en nihayetinde de birlikte yaşamaya başladık. Baktık, evlenmişiz. Evliliğe pek bir anlam yüklediğim söylenemez; bu hikâyede asıl dönemeç mesafeleri aşıp bir araya gelmeyi becermemizdi.

        Artık Barcelona’lı oldun mu, yoksa hâlâ bir yabancı olmanın tadını mı çıkarıyorsun?

        Hâlâ seferi bir hayatım var. Sürekli bir yerlere gitmem, oralarda uzun kalmam gerekiyor. Ama sonra buraya, Barcelona’ya geldiğimde, evime döndüğüm duygusunu yaşıyorum. Burada olmak iyi geliyor bana; dinlendiriyor, mutlu ediyor. Sakin, sessiz bir hayatım var. Minik ve hayatı kolaylaştıran bir şehir Barcelona. Her yere bisikletle gidip geliyorum. Benim için bu, bir tür mutluluk tanımı. Ama İstanbul’da da evime dönmüş gibi oluyorum. Aslında iki yerde de biraz yabancıyım ve bence bu, insanı özgürleştiren bir duygu. Ama belki bu bir beceri meselesi değildir, sadece tümüyle bir yerin insanı olmayı bilmiyorumdur...

        DENEME

        Gazete ve televizyonların bize yetmediği, dünyadan haber almak için sosyal medyayı da yanımıza aldığımız bir dünyada bir tür “haber kullanma kılavuzu” olarak karşımıza çıkan “Haberler”, Alain de Botton’un son kitabı. Yazar, Sel Yayıncılık’tan çıkan kitabında özetle, geleneksel toplumlarda dinin sahip olduğu o ayrıcalıklı konumun çağdaş toplumda haberlere ait hale geldiğini anlatıyor ve bu durumun bize yaptıklarından söz ediyor. Hem zaten her gün maruz kaldığımız haber bombardımanını o kadar kanıksamış durumdayız ki bu durumun üzerimizdeki etkilerini durup düşünmeye vaktimiz pek olmuyor. Alain de Botton, “Haberler”de bu boşluğu doldurmayı deniyor. Bu arada da okurla birlikte şu acayip sorulara cevap arıyor: Ünlülere neden bu kadar meraklıyız? Felaket haberleri neden moralimizi düzeltir, yolsuzluk ve skandal haberleri bize neden bu kadar ilgi çekici gelir? Uzak ülkelerde yaşanan trajedileri hangi sebeple daha sıkıcı buluruz. Ve en acayibi: Haberler daha iyi bir insan olmamıza yardım edebilir mi?

        BİLİMKURGU

        Modern edebiyatın dâhilerinden Kurt Vonnegut, çizgi roman “Batman”deki Joker’in iyi kalpli ikizi gibi. Beyne şerbet dökerken, kalbe kezzap saçıyor! Biliyorsunuz; yanlış gezegendesiniz. Kaybettiniz. Emekler boşa çıktı. İş işten geçti. Her şey kötüden betere gidiyor. Umut yok. Bu koşullarda gülebilir, espri yapabilir misiniz? İşte Vonnegut, April Yayınları’ndan çıkan matrak bilimkurgu romanı “Şampiyonların Kahvaltısı”nda bir yandan delilikten ve küresel yok oluştan bahsediyor bir yandan da dur durak demeden arka arkaya can acıtıcı espriler patlatıyor. Yayıncısı, “Kıyamet öncesi sessizlik ile kıyamet sonrası sessizlik arasına sıkıştırılmış bir kahkaha fırtınası” demiş ki bence doğru. İnsanoğlunun zorlu meselelerine korkusuzca dalan Vonnegut’ın Bruce Willis, Albert Finney ve Nick Nolte’li bir film olarak sinemaya da uyarlanan bu ünlü romanını dilimize hastası olduğumuz polisiye romanların yazarı Algan Sezgintüredi çevirmiş. Bize düşen yazarın kahvaltı davetini kabul ederek kitabı bir an evvel okumaya başlamak.

        MİTOLOJİ

        “Aynadaki Narcissos”, “Yazılı Yüz” ve “Dolaylı Hayvan”la tanıdığımız Ergun Kocabıyık, eserlerinde dinler tarihi, sanat tarihi, antropoloji, mitoloji ve psikanaliz gibi birçok farklı disiplinin alanına giriyor ve melez bir bakış açısı oluşturarak bizi biz yapan unsurları açıklamayı deniyor. Kocabıyık Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nden çıkan yeni kitabı “Dünyanın Fısıltısı”yla bir kez daha okur karşısında. “Bir Mecaz Olarak Doğa Kitabı” alt başlığını taşıyan kitap, inanarak veya “yalan” olduğunu bile bile anlattığımız hikâyelerin kendimizi ve başkalarını anlamamızda, düşüncelerimizi biçimlendirmekte ne derece etkili olduğunu araştırıyor. Yazara göre gizemciler insanın dünyayla iletişim halinde olduğunu, onunla aynı dili konuştuğunu öne sürüyor. Doğa bizimle yıldızları, bitkileri ve hayvanları, ırmakları, dağları taşları, mevsimleri, geceleri ve gündüzleri aracılığıyla iletişim kuruyor, böylece büyüsüne kapılabileceğimiz, kendi istediğimiz gibi yorumlayabileceğimiz hatta bizimle “konuşan” saydam bir metin haline geliyor.

        POLİSİYE

        “...Olağanüstü günler hep olağan başlar. Sen o günü de tıpkı diğer günlerin gibi yaşayacağını düşünürken, beklemediğin bir şey olur, hayatının akışı değişir... Hayat çizginde telafisi olmayan öyle yaralar açılır ki kapanması ömrün boyunca mümkün olmaz...” “Bir Yıldız Kaydı, Bir Aşk Sonsuz Oldu”, Gökhan Yılmaz’ın Kerasus Yayınları’ndan çıkan ilk romanı. Kimsenin cesaret edemediği olayları araştıran bir kadın gazeteci ile üniversiteli bir gencin tutkulu aşkını anlatıyor. Ancak bir süre sonra beklenmedik şeyler oluyor ve işler rayından çıkıyor. Yazarla ve kahramanlarıyla birlikte biz de merak ediyoruz: Bu noktadan sonra olacaklarla baş etmek, zorluklara göğüs germek acaba nasıl mümkün olacaktır? Ben kitabı henüz okumadım, o yüzden ünlü gazeteci Uğur Dündar’ın yorumunu aktarmakla yetineceğim: “Gerek konusu, gerekse dramatik kurgusuyla ilginç bir roman bu. Esas karakterlerden Nazan’ın, yarım asırlık meslek hayatımda yaşadıklarıma benzer sorunlarla karşılaşması açıkçası ilgimi daha da artırdı.”

        Diğer Yazılar