Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsanlığın bilmediği, şahit olmadığı bir hayat biçimi ya da sistemi hayal edecek yaratıcılıkta bir zihin yeryüzüne daha gelmedi. Bu yüzden bilimkurgu filmlerinde kostümler hep geçmişin şu veya bu zamanından fırlamış gibi duruyor, fantastik romanlarda olaylar insanların arasında hep yaşanan türden ilişkilerin hazırlayıcı unsurlarını ya da muhtemel sonuçlarını andırıyor. Kısacası tarih ezelden geleceğe galiba pek değişmiyor. Kimseyi harcamak istemem; bilimkurgu ya da fantastik gibi türlerde yazanların hayal güçlerinin kısır olduğunu ima etmiyorum. Jules Verne ve J.R.R. Tolkien varken kimse böyle bir şey iddia edemez. Ben sadece, bizimkine hiç benzemeyen bir dünyada geçse ve tamamen düş gücü ürünü olsa bile bütün sanat eserlerinin, aynı kaynaktan, yani insandan beslendiğini, bu dünyanın çözümsüz görünen sorunlarına cevap aradığını söylüyorum. Mesela J.K. Rowling’in Harry Potter romanları... Rowling’in tarihten, edebiyattan beslenerek yarattığı bu süper başarılı seri, çocuk kitaplarının sadece çocukların meselelerine odaklanması gerektiği yolundaki yerleşik önyargıyı radikal bir biçimde kırmıştı. En azından benim gözümde... Geçenlerde HP kitaplarını yeniden okuyup önceden gözümden kaçan ayrıntılara rastlayınca, bundan iyice emin oldum. Harry’nin her iki dünyası da bizimkinden farksızdı. İnsanlar ve büyücüler arasındaki kibir ve ego patlamaları, hırslar, yalanlar, çekememezlikler, kıskançlıklar... Ayrımcılık ve adaletsizlik, büyük yolsuzluklar ve geri dönüşsüz ihanetler, terörizm ve savaş... Hatta şakayla karışık olarak bir arkadaşıma, “Bu kitabı okuyan çocuklar, dünyada ve Türkiye’de olup bitenleri daha iyi anlar” dedim. “Abartıyorsun” diye cevap verince de anlatmaya başladım. J.K. Rowling, “Ölüm Yadigârları” adlı son kitaptan tam 9 yıl sonra “The Cursed Child” adlı 8’inci Harry Potter macerasını kaleme aldı. Önce tiyatro oyunu olarak sahnelenen, 31 Temmuz’da okura sunulan kitap, ilk 3 günde 2 milyondan fazla sattı. Yeni öyküde kahramanımız, 3 çocuklu bir aile babası olarak karşımıza çıkıyor. Ama bugünün konusu yeni kitap değil, onu biraz daha bekleyeceğiz. Konumuz, birçok kişinin sandığından çok daha politik bir yazar olan Rowling’in Harry Potter kitaplarının alt metinlerinde neler anlattığı...

        4 HP romanlarının büyücüler âleminde 4 grup var. Gryffindor, Hufflepuff, Ravenclaw ve Slytherin arasında iyilik ve kötülük açısından bir fark yok; sadece tabiatları farklı.

        AŞIRI MİLLİYETÇİLİK VE AYRIMCILIĞIN SONUÇLARI

        İlk olarak kısa bir tarihçe... Hogwarts’un dört kurucusundan biri olan Salazar Slytherin, büyü ilminin öz be öz büyücü ailelerinde kalmasını gerektiğini düşünüyor, ne muggle’lara yani insanlara ne de saf kan büyücülerle insanların birlikteliğinden doğan “bulanık”lara güveniyordu. Dileyen herkesin, kim olursa olsun büyü yapmayı öğrenebileceğini düşünen Godric Gryffindor’la aralarındaki anlaşmazlığın temelinde de zaten bu vardı. Diğer kurucuları ikna edemeyince Slytherin, Hogwarts’u terk etti, ardından muggle doğumlu “sıradan” büyücüleri yok etmeye başladı. Söylemezsem içim rahat etmez, özünde Voldemort kadar kötücül değildi, sadece aşırı önyargılı ve otoriter olması korkunç kararlar almasına yol açmıştı. Slytherin, bu yönüyle Tom Riddle’ın yegâne ilham kaynağı oldu.

        Kendisi de gizli bir “bulanık” olan ve bundan utandığı için adını Voldemort’a dönüştüren Tom Riddle “Yahudiler insan değildir ve ölmelidir” diyen Adolf Hitler’den farksızdı. Muggle dünyasındaki bir yetimhanede büyümüş ve çocukluğunda çok acı çekmişti. Hem yeteneklerinden ötürü inanılmaz bir kibri hem de daha bebekken ailesi tarafından terk edilmenin sebep olduğu muazzam bir aşağılık kompleksi vardı. İkna kabiliyeti büyüktü, konuştuğu kişileri kolayca etkisi altına alıyor, sihir gücüyle onları dehşete sürüklüyordu. Ama bu kabiliyetleri büyücülerin en iyisi sayılan Dumbledore’da işe yaramadı. Dumbledore yetimhanede ziyaretine geldiğinde, sinsi Tom Riddle bu adamı ne yapsa korkutamayacağını fark ederek ona karşı hep ezik ve alçakgönüllü davranmaya karar verdi.

        Bu dünyanın gördüğü tek hain ve zorba Hitler değil elbette, yine de Rowling ondan esinlendiğini açıkça söylediği için oradan devam ediyorum... Safkan Alman olmayanların haklarını gasp edip onları toplama kamplarına gönderen Hitler gibi Voldemort da yükselip hükümete sızdıktan sonra ilk iş bir muggle doğanları kaydetme komisyonu kurdu. Komisyonun suçlu buldukları ya hapsediliyor ya da yargısız öldürülüyordu. Voldemort bununla yetinmedi, “terörist grubu” Ruh Emiciler’i de dünyaya saldı. İnsanların ruhundaki en küçük sevinç ve umut kırıntısını yok eden bu yaratıkların etkisiyle kimse kimseyi sevemez, keder ve acı dışında bir şey hissedemez hale geldi.

        VOLDEMORT VE NAZİ PROPAGANDA AYGITLARI

        Naziler fikirlerini yaygınlaştırmak ve halkı manipüle etmek için medyayı kullanıyordu. “Kim-olduğunu-bilirsinsen” adıyla anılan Voldemort da “Dırdırcı”, “Haftalık Cadı Günlüğü”, “Hangi Süpürge” gibi gazete ve dergileri desteklemeye başladı, “Gelecek Postası” adlı gazeteyi Ölüm Yiyenler’in propaganda aygıtı haline getirdi. Zihinleri bulandırmak için her gün muggle’ların işlediği kötülüklere dair yalan haberler basılıyor, ülkedeki her musibetten onlar ya da Ölüm Yiyenler’e katılmayı reddeden büyücüler sorumlu tutuluyordu. “Ölüm Yadigârları” adlı 7’nci kitapta, Albus Dumbledore’u öldürenin Harry Potter olduğu bile yazılmıştı.

        Voldemort’un propaganda aygıtlarından biri de bir tehdit unsuru olarak Sihir Bakanlığı’nın önüne diktirdiği dev heykeldi. Yüzlerce “çirkin ve aptal suratlı” muggle cesedinden oluşan bu heykelin tepesinde, biri kadın biri erkek iki mağrur ve çok güzel büyücü duruyor, iri harflerle yazılmış “Sihir kudrettir” cümlesi göze çarpıyordu.

        İYİLİĞİ SEÇEN KÖTÜLERİN DÖNÜŞÜMÜ

        J.K. Rowling insanlara bir şans vermekten yana. Harry Potter romanlarının berbat tipleri olan Dudley Dursley ve Draco Malfoy bile finalde “Eh işte...” denecek karakterlere dönüşmüştü. Severus Snape’in de bir zamanlar bir Ölüm Yiyen olduğunu ve bu yoldan döndükten sonra en kahramanca ve fedakâr eylemleri gerçekleştirdiğini hatırlayalım.

        Ama HP romanlarında çok daha şaşırtıcı kötüler de var. Mesela bir yerde serinin en muhteşem karakterlerinden Albu Dumbledore’un da 18 yaşındayken tehlikeli fikirleri olduğunu öğreniyoruz. Genç Dumbledore, Muggle’ların tehlikeli olabileceğini ve bu yüzden denetlenmeleri gerektiğini düşünenlerden. Onların köle olarak kullanılması gerektiğine inanıyor ve özgürlüğü sadece saf kan büyücülerin hakkı sayıyor hatta muggle’lara karşı bilinçlendirme eğitimi programlarına katılıyor. Ama işte biliyorsunuz, kimse gençken yapılan hataları ömür boyu sürdürmek gerektiğini iddia edemez, öyle değil mi?

        Ebu Gureyb benzeri Azkaban Hapishanesi ve Harry Potter sosyalizmi

        Slate, köprüleri patlatan, masumları katleden ve kendi yetiştirdiği çocukları ailelerini yok etmeye teşvik eden Voldemort’u Usame Bin Ladin’e benzetti. Time da benzer bir şekilde, “Voldemort’un uykusundan uyanması ve ajanlarını harekete geçirmesinden sonra olanlara bakınca HP kitaplarının terörizmin gölgesinde yaşayan günümüz çocuklarının hikâyesini anlattığı görülüyor” yorumunu yaptı. Aynı dergi Hogwarts’u, “seküler, seksüel, multikültürel hatta bütün o konuşan, yürüyen hayaletler düşünülürse, multimedyatik bir yer” olarak tarif etti. Fransız dergisi Liberation’a göre ise Harry Potter gerçek bir sosyalistti.

        Olanca bencilliği, güç tutkusu ve çevre sorunlarını zerrece kafaya takmamasıyla Voldemort’u George W. Bush’a da benzeten Newsweek’e göre zayıf karakterli ve servet düşkünü eski Sihir Bakanı Cornelius Fudge, Rowling’in sık sık politikalarını eleştirdiği Tony Blair’den başkası değildi. Fudge’ın yardımıyla Sihir Bakanlığı’nı ele geçirdikten sonra Voldemort, Bush’un kurduğu Terörizm Bilgilendirme ve Önleme Sistemi’ndekine benzer bir güvenlik broşürü yayınlamıştı. Dergiye göre, Azkaban Hapishanesi, Guantanamo Kampı’ndan ve bazılarının mahkûmlara uygulanan akıl almaz işkenceler sebebiyle sonradan DAEŞ’in doğmasının sebebi saydığı Ebu Gureyb’den ilhamla yaratılmıştı.

        Le Monde’da Ölüm Yiyenler’in Orwell’in “1984” romanında resmettiği totaliter rejime benzer bir düzen kurmak istediği yazılmış ama Hogwarts da eleştirilmişti. Neoliberal kapitalizmin bir sonucu olarak Hogwarts’ta rekabete dayalı bir eğitim sistemi vardı, kültür sanat konularında da öğrenciler son derece yetersizdi. Bu da normaldi, çünkü başta Sihir Bakanlığı olmak üzere devletin her türlü kurumunda kararlar sürekli bürokratik engellere takıldığı için, ülkede serbest piyasa ekonomisi almış yürümüştü.

        SİHİR DÜNYASININ 3 KARANLIK TOPLULUĞU

        Ölüm Yiyenler

        Karanlık Taraf aristokrasisi yahut Sihir Bakanlığı ve Hogwarts Okulu da dahil bin bir entrikayla devletin tüm kurumlarına sızan ve sistemi bir hastalık gibi ele geçiren bir kötülük cemaati. Saf kan büyücü olmayanların yaşamaya hakkı olmadığına inanıyorlar. J.K. Rowling, onları Nazi Almanyası’ndaki SS Ordusu’ndan ilham alarak yaratmış. Naziler’in “ari ırk” saplantısının nasıl devasa bir kıyıma, etnik temizliğe evrildiğini hatırlayınca yahut bizdeki “altın nesil” zırvalarını düşününce, benzerliğin aşikâr olduğu görülüyor. Başka benzerlikler de var: Bürokratik gücü ellerinde bulunduran Ölüm Yiyenler, devletin içten içe çürümesini sağlıyor, yasaları kafalarına göre uygulayarak tehlikeli buldukları kişileri yargı şansı bile vermeden hapse ya da sürgüne yolluyor hatta Ruh Emiciler ya da Böcürtler vasıtasıyla onları öldürüyorlar. Hafıza Ekimi dedikleri bir uygulamaları da var, bu şekilde hiç işlenmemiş cürümleri bile itiraf ettirebiliyorlar.

        Ruh Emiciler

        Başkalarının enerjisiyle beslenen ve her iki âlemde, yani hem insanların hem büyücülerin arasında terör estiren, ölüm saçan karanlık ruhlar... Bir zamanlar Azkaban Hapishanesi’nde gardiyan olarak görev yapıyorlarmış, sonra Karanlık Taraf’a geçmişler. Şimdi yıkmaktan, yok etmekten başka hedefleri yok. 7 kitap boyunca olanları hesaba katarsak, DAEŞ tarzı terör örgütlerine fena halde benzedikleri ortada.

        Böcürtler

        Voldemort’un yarattığı soyut varlıklar. Karşılarına çıkan kişilerin en büyük korkuları neyse, ona dönüşme kabiliyetine sahipler. Alt etmenin tek yolu var; ne kadar ürkütücü görünürlerse görünsünler, yaptıklarını ciddiye almamak ve çok ama çok gülünç olduklarını hayal etmek gerekiyor. Zihninizde onlarla dalga geçerseniz, güçleri sıfırlanıyor, buhar olup uçuyorlar. Gerçek hayatta çevremizi sarmış korku, endişe, kaygı ve şiddet besleyicilerinden farksızlar. Öte yandan, o Böcürtler’in, Ruh Emiciler’in ve Ölüm Yiyenler’in hiç de zannettikleri kadar güçlü olmadıklarını 15 Temmuz’da hepimiz gördük.

        Diğer Yazılar