Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kadın romancıların dini sembol ve şahsiyetleri konu edinen romanlarının gördüğü ilgi nasıl yorumlanmalı?

        Türk romanında "dönem romanı" denilen bir kavram olduğu öne sürülür. Örneğin, 1960'lar bir tarafta Fakir Bayburt, Yaşar Kemal ve onlarla simgeleşen İnce Memed gibi karakterleri öne çıkaran "Köy romanları" ile diğer tarafta Kemal Tahir, Tarık Buğra gibi isimlerin tarihi tezlerle ördüğü romanların dönemidir.

        1970'lerdeki romanlarda ise tema olarak işkence ve idamları esas alan bir 12 Mart sonrası dönemini görürüz. Erdal Öz, Füruzan, Adalet Ağaoğlu gibi romancılarla, 12 Mart zindanlarına düşen devrimci karakterleri bu dönemi simgeler.

        1980 sonrasında ise Türk romanında bireycilik keşfedilir... Büyük ideolojilerin davasında yenilmiş, yorgun düşmüş bireylerin kendilerini keşfetme vaktidir bu dönem... Selim İleri, Latife Tekin ve Ahmet Altan ile örneklendirebileceğimiz; bireyin ruhunun ve bedeninin edebiyatın otopsisine yatırıldığı romanlarda, bedenin ideallere galibiyetini okuruz...

        Elbette, farklı örnekler de vermek mümkün ancak şimdi, 2000'lerin ilk 10 yılı biterken, ardı ardına yayınlanan 3 roman farklı kesimlerin ilgi odağı oldu. Elif Şafak'ın Mevlana ve tasavvufu konu alan Aşk isimli romanının 450 bin baskıya ulaştığı bildiriliyor. Nazan Bekiroğlu'nun, Adem ile Havva'yı konu alan La'sı da büyük ilgi görüyor. Sibel Eraslan imzalı, Hz. Hatice ile Hz. Muhammed'in ilişkisini anlatan Çöl/Deniz romanı da tartışmaların odağına oturdu.

        Bu üç roman yeni bir döneme mi işaret ediyor? Türk romanında, dini sembol ve şahsiyetlerle örülen yeni bir trend mi gelişiyor? Her üç romanın bir başka ortak özelliğinin de kadın yazarlar tarafından kaleme alınmış olmasını da göz önünde bulundurarak tartışmaya açtık. Farklı yorumlar şöyle...

        GÜLİN YILIDIRIMKAYA

        gulinyildirimkaya@haberturk.com

        ROMANLAR

        Nazan Bekiroğlu - LÂ

        Bir gün Sabâ Melikesi Belkıs'tan, Âdem'le Havva'nın hikâyesini anlamanın bütün bir insanlığın da hikâyesini anlamak manasına geldiğini öğrendim. İnsanın bütün halleri Âdem'de gizliydi ve bütün macera onun hikâyesinde özetlenmişti.

        Bu cümleyi yıllarca içimde gezdirdim de bir türlü kalemi elime alamadım, anlatmaya kalkışamadım.Ne zaman ki, kalmaiçin değil uğrayıp geçmek için kadem bastığımız, kök attığımız değil kısa bir gölge saldığımız şu dünyada bir cennet sürgünüyle yazgılandığımı anladım ve Kelimeler Kitabı-çift isimler sahifesinde, Âdem'le Havva'nın yanına bir de Habil'le Kabil'i ekledim. O zaman anladım anlatma zamanının geldiğini.

        Hikâyenin ismi düştü dilime bir gece: LÂ.

        İLLÂ, dedim. Bir ömür boyu aradığım hece harfinin LÂ olduğunu bildim.

        Sibel Eraslan - Çöl/Deniz

        HZ. Muhammed'i (s.a.s.) peygamberliğinden evvel tanıyıp seven ve O'na ilk iman eden, mü'minlerin annesi Hz. Hatice'nin hayatına farklı bir bakış... Sadakatin, sevginin, güvenin zirvesi bir kadın... Ölümüne dek vefayla bağlı olduğu ve kendisine vefayla bağlı olan Son Peygamber'in eşi... Hz. Hatice'nin hayatına farklı bir pencereden bakmak isteyenlerin üslubu ve anlatımıyla kuşatacak bir kitap!

        Elif Şafak -Aşk

        Ya ortasındasındır AŞK'ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde.. Ella Rubinntain (40) Amerikalı bir ev kadınıdır. Tipik burjuva değerlerinin hâkim olduğu oldukça varlıklı bir ailesi, düzenli ve görünüşte "sorunsuz" bir evliliği vardır. Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur; görevi A. Z. Zahara adlı tanınmamış bir yazarın tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını değerlendirmektir. Ancak hayatının kritik bir döneminde eline aldığı bu kitap, hiç beklemediği bir şekilde Ella'yı derinden sarsacak, dünyevi aşkı keşfetmek adına zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır. Hayatlarımızın durgun gölünü dalgalandıran taş misali, yüzleşmek zorunda olduğumuz sıkıntılar, acılar... ve aşkın peşinde kat etmek zorunda olduğumuz zorlu yollar, ödediğimiz bedeller... Aşk... kitap içinde bir kitap, hayatın anlamı peşinde bir aşk macerası...

        GÖRÜŞLER

        Kadın romancılar farklı bakış açılarıyla tarihe enteresanlık getiriyor

        Geçmiş edebiyatımızda da kadın yazarlarımız var. Çok yıllar öncesine gidersek, kadın romancılarımızın tefrika romanlarda roman okuyan okurun yetişmesinde çok önemli etki ve işlevleri olduğu kanaatindeyim. Kerime Nadir, Peride Celal tirajı artıran isimlerden ilk belleğime gelenler... Bugünkü romancılarımıza baktığımda Elif Şafak'ın adını anmam gerekiyor. İlk kitabından itibaren böyle bir yükselişin, bu konularda gelişimin habercisi oldu. Sibel Ersalan ve Nazan Bekiroğlu Türkiye'de önemli. Bugün kadın romancıların kitaplarının satışındaki miktar, best-seller olgusu toplumun dikkatini çektiği için bu tür soruları yoğunlaştırıyor. Ama bu anlattığım üzere, yeni bir trend olarak değerlendirilebilir de, değerlendirilmeyebilir de...

        Benim bu romancılarla ilgili olarak dikkatimi çeken, tarihi, kutsal bir kişinin eksen alınması. Bu tür romanlar bizde çok yazılmadı, ustalık düzeyinde çok ele alınmadı. Son yıllara bakarsanız, erkek romancılar siyasal konu ve temaları ince ince işliyor. Bu tür olaylara bir kadın duyarlılığıyla yaklaşan kadın romancıların, tarihe bir başka bakış açısıyla enteresanlık getirdiği bir gerçek...

        Semih Gümüş - Edebiyat eleştirmeni

        Konuları popüler ama edebi açıdan sınıfı geçeceklerini sanmıyorum

        Din tarihi içindeki büyüklerin romanlara konu edilmesinin şimdi rastladığımız biçiminin yeni olduğu söylenebilir. Bu romanlar da elbette ve ister istemez ilgi çekiyor. Nedeni açık: 1980'deki 12 Eylül askeri darbesinin açtığı yolda, Türkiye toplumunun gitgide daha çok muhafazakârlaşması. Muhafazakârlık siyasal düzeyde aşırı milliyetçilik biçiminde dışa vururken, toplumsal hayatta din örtüsünün kalınlaşmasına neden oluyor. Dinin hayatımızdaki yeri 1979'dan çok daha geniş ve etkili. Dolayısıyla, dinsel kişilikleri ve simgeleri konu eden kitapların karşılıkları çok yığınsal. Demek ki toplumsal, ortalama bir ilgi düzeyinden söz ediyoruz. Bu da demek ki, popüler olandan. Hemen orada, sözün ettiğiniz bu romanları edebiyatın iç değerlerine göre sorgulamaya başlarsak, sınıfı geçeceklerini sanmıyorum. Edebiyatın bu romanlardaki gibi bir şey olduğunu düşünürsek kendimize yazık etmiş oluruz. Kaldı ki, ilgi gördüğünü belirttiğiniz bu romanların hemen öncesinde, belki gene ilgi görmesini yazarının da beklediği Allah'ın Kızları yüzünden Nedim Gürsel mahkeme huzuruna çıkarıldı, yargılandı.

        Bu romanların yazarlarının kadınlar oluşuna özel bir açıklama getirilmesini de zorlama buluyorum. Bundan, "romanın kadına geçtiği" gibi sonuçlar aman çıkarılmasın, gülünç olunur. Din dünyasının içinden kurgulanmış birkaç romanın yazarının kadın oluşu ne romanın konusudur aslında, ne de yayıncılık dünyasının. Meraklılar yazmış, bu kadar. Böyle bir sav, edebiyatın bu romanlardakine benzer bir şey olduğunu öne sürmeyi gerektirir. Oysaki edebiyat bambaşka bir şeydir ve başka yerde, cinsiyetlere bakmayı gereksizleştirecek biçimde, verimini sürdürmektedir.

        Nihal Bengisu Karaca - Gazete Habertürk Yazarı

        Kadın romancılar daha başarılı çünkü erkekler yeni icad peşinde

        Aslında roman kadınlara terkedilmiş bir alan değil, erkekler de roman

        yazıyor fakat son dönemde hem ses hem de ticari başarı getiren romanlar

        kadınlarınki olduğu için böyle bir algı oluşuyor. Neden kadınların yazdığı

        romanlar tırnak içinde 'başarılı' oluyor? Herhalde kadınlar insanları

        dinlemeyi sevdikleri için. Kadınlar insanların beklentilerinin ne olduğunu

        daha iyi kavrıyor olabilir. Bir de yazacakları metnin makes (karşılık)

        bulmasına daha çok önem veriyor olabilirler. Erkek yazarlar o kadar mütevazi değil, Erkekler iki asır sonra da okunabilecek başyapıtlar ortaya koymaya çalışırken kadınlar 'bugünün' okuyucusunu yakalayabilecek konuyu ve dili yakalamaya önem veriyorlar. Kadınlar güneşin altında söylenebilecek yeni bir şey kalmadı bilgisiyle hareket ederek söylenmiş olanı bugünün okurunun beğenisine ve algısına göre adapte ederek, kurgu, hikaye ve usluba göre bir fark oluşturmaya fokuslanıyor. Erkekler ise güneşin altında daha önce hiç söylenmemiş yeni bir şeyin, yeni bir icadın peşinde koşuyor. Bu nedenle belki erkek yazarların yazdığı romanlar okura bir miktar 'snob', anlaşılmaz geliyor olabilir. Okur öğrenmek ve hiç bilmediği bir dünyayla, fark etmediği yabancısı olduğu bir evrenle uğraşmak istemiyor çünkü artık. Böyle bir okur var, onaylanmak isteyen, bildiği referenslarla hareket edilmesini, bildiği şeylerin üzerine kat çıkmayı isteyen. Aşk ve din de takdir ederseniz ki simit ve çay gibi, sucuklu yumurta gibi, deniz ve güneş gibi, toprak ve ağaç gibi son derece uyumlu, okurun tanıdığı bir ikili.

        Necmiye Alpay - Radikal Gazetesi Edebiyat Eleştirmeni

        Verdiğiniz üç örnekten üçüncüsü hakkında fikrim yok. Elif Şafak'ın ve Nazan Bekiroğlu'nun romanları için ise, mistisizmin ön planda olduğu söylenebilir, ama bunu sizin deyiminizle "trend" saymak için yeterli veri bulabileceğimizi sanmıyorum. Kadın romancılar son yıllarda hem nicel hem de nitel bir yükseliş içindeler ve genel bir çizgi olarak erkek romancıların tahtını sallamaya başladıkları da söylenebilir. Ancak, iyi edebiyatın da, çoksatarların da yalnızca dinsel sembol ve şahsiyetler etrafında oluştuğu söylenemez. Ben, andığınız ilk iki romanla ilgili olarak, 'popüler romanın geri dönüşü'nün de dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Bir zamanların Muazzez Tahsin'leri, Peride Celâl'leri kendi zamanlarının çoksatarlarıydılar. Popüler roman olgusu yanılmıyorsam askeri darbe dönemlerinde büyük darbe yedi. Televizyonun etkisi de eklenmiştir sanıyorum bu darbelere. Son yıllar, çoksatarlığın yeniden yükseldiği yıllar oldu. Paralel toplumsal olgu olarak bunun İslami yükselişten bir miktar etkilendiği de doğrudur elbette. Ama bence edebiyatı bir bütün olarak düşündüğümüz zaman, andığınız özelliklerin belirleyici olduğu kanısında değilim. İyi edebiyat çerçevesinde, dini sembol ya da kişilere yaslanmayan kadın yazarlar var. Şafak ve Bekiroğlu'nu da, mistisizmin gölgesinden soyutlayarak düşünmek daha verimli olacaktır.

        Diğer Yazılar