Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ünlü Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger, siyaset bilimine giriş ve siyaset sosyolojisi kitaplarıyla da ülkemizde tanınır. Siyaset bilimine giriş kitabının bir bölümünde anayasaları değerlendirirken şöyle bir yorum yapıyor: “... Ülkelerdeki anayasalar, siyasal sistemlerin paravanlarıdır. Bir ülkedeki anayasal sistemi anlamak için sadece anayasa metinlerine bakmak, o ülkedeki anayasal sistemi anlamak için yeterli olmaz. Anayasal düzene esas itibarıyla pratiklik kazandıran başta anayasa mahkemeleri kararları, siyasi partiler rejimi ve meclis içtüzüklerinin hepsine birlikte bakmak gerekir.”

        Ünlü siyaset bilimcinin bu izahı çerçevesinde Türkiye’ye baktığımız zaman, anayasal düzenin, doğrudan doğruya devlet yönetiminin ve hukukun siyasetle iç içe geçtiğini ve kesiştiğini görüyoruz. Bu sebeple anayasalar Türkiye’de olduğu gibi her şeyden önce siyasi iktidarın ve yetkilerinin belirlenmesinde esas unsur olmaktadır. Bir başka ifadeyle, siyaset ile hukukun iç içe geçtiği yer, yukarıda topyekûn ele alınması gerektiği ifade edilen düzenlemelerde kendini buluyor.

        Hal böyleyse, Türkiye’nin önünde kocaman bir açmaz var demektir. Biz anayasaları temel haklar ve özgürlüklerin düzenlendiği temel metinler olarak bilmiyor muyduk? Oysa vatandaşlık hukukuyla bağlı olan her bir fertten ziyade anayasalar, hakikaten siyasi partilerin kullandığı bir enstrümana dönüştürülmüştür.

        Bu kapsamda, yeni hükümete ve oluşum şekline bakalım. Yeni kabinenin birçok açıdan kodlarını okumak mümkün. 1) Bu hükümet geçici bir hükümettir. 2) Bu hükümet uyum hükümetidir. 3) Bu hükümet aynı zamanda bir geçiş hükümeti olacaktır.

        Bilindiği üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan, çok sık kamuoyu yoklaması yaptırır ve halkın nabzını tutar. Son günlerde medyaya yansıyan kamuoyu yoklamalarında bizim gördüğümüz HDP’nin baraj altında kaldığı tabloyu şüphesiz Cumhurbaşkanı da görmektedir. Şimdiye kadar gündeme getirilenlerden anladığımız kadarıyla da bir Anayasa değişikliğinde, icranın güçlü bir şekilde oluşabilmesi için doğrudan halk tarafından seçilmesi ve parlamenter sistemde başbakanın kabinesiyle birlikte Meclis’e karşı sorumlu olması yerine, doğrudan doğruya halka karşı sorumlu bir icra oluşacaktır.

        Bu durumda, parlamentodaki denetim sistemleri içinde yer alan güvenoylaması, gensoru ve soru önergesi gibi denetim mekanizmalarına ihtiyaç duyulmayacaktır. Aynı zamanda bu kadar disiplinli partiler rejimine de ihtiyaç olmayacaktır. Partiler rejiminin disiplinsiz olması, ideolojik partileri gereksiz kılacak ve en fazla 2 partili bir siyasal sistem oluşturacaktır.

        Peki mevcut MHP ve HDP gibi ideolojik kimlikleri ön plana çıkan partiler ne olacaktır? Bu tür partiler hem 2 parti içinde eriyecekler, hem de siyasal sistemin işletilmesi için önemli kurumlardan olan baskı gruplarına dönüşeceklerdir. Göründüğü kadarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, oluşturulan yeni kabineyle varmayı hedeflediği sistem de budur.

        Bir başka açıdan bakarsak; Ahmet Davutoğlu’nun ifadesiyle “Bu karar benim tercihim değildir” süreci sonrasında oluşan yeni hükümetten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beklediği tek şey var. O da yukarıda ifade ettiğimiz üzere siyasal sistemin yeniden dizayn edilmesinde, yeni hükümetin engel çıkarmamasıdır. Nitekim yeni Başbakan Binali Yıldırım da tüm konuşmalarında, “Sevdan sevdamız, yolun yolumuzdur” vurgusunu yaparak uyum konusunun yeni hükümet açısından da ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiştir.

        Diğer Yazılar