Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Seçim yaklaştıkça, aday belirleme yöntemleri konusundaki tartışmalar kızışıyor. Bu aralar özellikle CHP’de herkesin dilinde “ön seçim” sözü dolanıyor. Ön seçim avukatları, aday belirlemede kullanılan bu yöntemi “demokrasinin gereği” olarak kullanıyorlar. Bu görüşe kısmen de olsa katılmamak mümkün değil. Geçmiş yıllarda, İzmir’i sadece Çeşme’den ibaret sanan, ya da Kordon’dan başka hiçbir yeri bilmeyen pek çok ismin, TBMM koltuklarında bu kenti temsil ettiklerini kimse unutmadı.

        Bu ihtimal dikkate alınırsa, “ön seçim”in Genel Merkez atamaları karşısında ciddi bir seçenek olduğu inkar edilemez.

        Ancak daha önce de yazdığım gibi CHP’de adı “ön seçim”, AK Parti’de ise “temayül yoklaması” denilen yöntemin sakıncalarını da göz ardı etmemeli.

        Bu tür yöntemlerde adaylar, liyakatları ve yetenekleri ile değil partideki geçmişleri ve mesaileri ile değerlendirilir.

        Tabii bir de parti içindeki ilişkileri ile. Bütün bu kriterlere bir de tanım yakıştırılır;

        “Tabandaki karşılığı.”

        Anlamı özetle şu:

        Adı geçen isim partisi içinde sevilen, sayılan, geçmişinde partililerin işlerini takip ederek sempati toplamışsa, siyaset dilinde, “tabanda karşılığını bulan” adam olmayı başarır.

        Bu süreçlerde hiç kimse bu kentte yaşayıp ta, kenti TBMM’de temsil görevini partililerden çok daha iyi yapabilecek bürokrat, bilim adamı veya bir kanaat önderini nedense Ankara’ya yakıştıramaz.

        Bir gerçek var ki, sadece İzmir’de değil Türkiye’nin dört bir yanında sırf parti rozeti takmadığı için kentlerini TBMM’de temsil etme görevini alamamış pek çok değer vardır.

        Zira özellikle seçim dönemlerinde tarafsızlık erdem değil, eksiklik olarak değerlendirilir. Olmayan rozetleri yüzünden de o değerler yaşadıkları kentleri temsil görevini üstlenemez.

        “Peki atama da, ön seçim de yanlış yöntemler de bu işin doğrusu ne?” diyecek olursanız... Benim, siyasilerin hoşlarına gitmeyecek bir önerim var.

        Milletvekili adayları, bir vekilde olması gereken kriterler baz alınarak bağımsız araştırma şirketleri tarafından belirlenmeli. Parti üyesi olmasa da herkesin bir siyasi eğilimi vardır. O bağımsız şirketler eğilimlerini de saptayarak doğru isimleri belirleyebilir. Haa.

        Parti örgütleri bu tür bir yöntemi sever mi? Sözü geçmeyeceği için, Ankara’ya gidecek vekillere sözlerini geçiremeyecekleri için sevmezler tabii ki.

        Çünkü onlar, milletvekilliğini bir ayrıcalık olarak benimseyen insanları, bu işi görev kabul edecek ve Ankara’ya hizmet için gidecek isimlere tercih ederler.

        Neyse. Benimki sadece olmayacak rüyaya amin demekti. Ama en azından benim doğrum bu. Belki birilerinin dikkatini çeker de aklını çelerim diye yazdım.

        Hepsi bu.

        Diğer Yazılar