Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TERÖRÜN son günlerde şiddetini artırmasıyla, ülkenin ufkunu karamsar bir hava kapladı. En çok da "bu işin sonu nereye varacak" sorusu soruluyor. Genel kaygı, terörle mücadelede tekrar 1990'lara dönülmesi ihtimali ya da sürecin kanlı bir geleceğe doğru evrilmesi. Kısacası herkes artan can kaybı, ekonomik maliyetler ve Türkiye' nin yakalamış olduğu dinamik gelişme trendinin tersine çevrilmesinden derin kaygı duyuyor.

        Tüm bu tartışmaların merkezinde şüphesiz PKK bulunuyor. Yoğun duygu patlamalarıyla aramıza mesafe koyup aklıselimle şu soruyu sormamız gerekiyor: Son dönemde yoğunlaşan saldırılar, terör örgütünün sonunu getiriyor olabilir mi? Bu soruya açık bir şekilde "evet" deme şansı var mı?

        Bir tespitle işe başlamak gerekiyor: Terör saldırıları, toplum ile devletin ayrıştığı noktada büyür. Terör örgütleri devletin hatalarıyla yaşar; fakat kendi trajik hatalarıyla ölürler.

        HANGİ SONA GİDİYORUZ?

        Terör eylemleri üzerine kalem oynatanların buluştuğu nokta, bu saldırıların hiçbir meşru dayanağının ve izah edilebilir tarafının olmadığı yönünde. İstisnalar hariç, genel kamuoyu, terör eylemlerinden tamamen teröristleri sorumlu tutma noktasına geldi. Bu nokta, İngiltere' nin 1990' lı, İspanya'nın ise 2000'li yıllarda yaşadığı sürece çok benziyor. Zira söz konusu ülkelerde ETA ve IRA, bizzat kendi terör eylemlerinin mağduru olmuştu. Terör örgütleri için böylesi ölümcül hatalar dönemi, "arı sokmasına" benzer. Eylemin mağduru, bizatihi sokanın kendisidir; çünkü karşı tarafı yıkamaz ama kendisi ölür.

        Bugün gelinen aşamada, terörün kaotik bir ortam yaratma çabası, aslında kendini vuran kısır bir döngü oluşturuyor. Böylesi zamanlarda sürecin nereye evrildiğini anlayabilmenin en önemli işareti, hatasını artıran örgütün hatalarından yararlanacak olan devlet aklının ve toplumsal karşı duruşun ne kadar gelişmiş olduğudur. Bilinmelidir ki terörle mücadele, semboller üzerinden gerçekleşir ve aslolan halkın vicdanının, gönlünün ve aklının kazanılmasıdır.

        DUYGUSAL KOPUŞ VE DİRENME HAKKI

        Terör eylemlerinin yoğunlaşmasıyla birlikte Türkler ile Kürtler arasında duygusal bir kopuşun oluştuğu iddiası son dönemde bir hayli taraftar buluyor. Oysa bunu iddia edenler bir noktayı atlıyorlar: Yıllar yılı her türlü testi geçmiş toplumsal uzlaşı hattı, bu son eylem dalgasına daha bilinçli bir karşılık verecektir. Referandum sürecinde örgütün boykot kararına direnen ve son seçimlerde yüzde 62'si iktidar partisine oy veren Kürt vatandaşların durduğu noktanın, nihilist terör saldırıları karşısında daha da güçlendiği söylenebilir.

        Özellikle şiddetin gölgesindeki BDP'nin kendisini yalnızlaştırdığı ve daha da yalnızlaştıracağı bir Türkiye de, alternatif Kürt siyasal hareketlerinin -ki bunlara şiddetten arî, uzak söylemler de diyebiliriz- güçleneceğini görmek sürpriz olmaz. Çünkü Kürt'ün vicdanı bu vahşeti reddedecek kadar derin, aklı ise bir o kadar olgundur.

        Bu nedenle, örneğin Kürt kökenli Bakan Mehdi Eker'in "Bu saldırılar karşısında herkesin sesini yükseltmesi ama bilhassa Kürtlerin sesini çok daha gür yükseltmesi gerekir!" şeklindeki ifadesinin, Fırat'ın doğusunda gittikçe daha fazla yankı bulmasını beklemek hayalcilik olmayacaktır.

        Açıkçası, Fırat'ın doğusunda, son yıllarda, farklı bir vozurdama var. O vozurdama, 90'lı yılların akıl almaz ölüm çukurlarını tekrar kazmaya çalışan PKK'ya karşı gelişiyor. Bu vozurdama, emin olun ki bazılarının beklediği ve bu saldırıların amacı olan Türkler ile Kürtler arasındaki duygusal kopuşu derinleştirmeyecek; tam tersine PKK ile Kürtler arasında yeni kopuşlara sebep olacak.

        1998 yılındaki en kanlı IRA saldırısına karşı "Şiddetle gidilebilecek bir yol yoktur!" diyen Sinn Fein'in ikinci adamı Martin McGuinnes ile Bask bölgesini esir almaya çalışan ETA ya karşı direnen Bask milliyetçileri, Türkiye deki sorunun nereye evrildiğini anlamaya çalışanlar açısından önemli ipuçları barındırıyor. Ceset üzerinden hesap yapanlar, "Benim adıma öldürme yetkisini nereden alıyorsun?" sorusunun yüksek sesle dillendirildiği bir Türkiye de, çok daha fazla açığa düşüyorlar. Bu zihniyeti artık, saldırıların sorumluluğunu saldırgana, örgüte ve azmettirenlere yüklemeden, sürekli başka sorumlular arayanlar da kurtaramayacaktır. Unutmayalım, terör örgütleri başkalarının hatalarıyla yaşar, kendi hatalarıyla sonlarını hazırlarlar.

        Diğer Yazılar