Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Endülüs’te Sevilla diye bir şehir var, coğrafi konumu bizim Denizli’ye denk düşer. Nüfusu toplam 700 bin kişi civarıdır. Denizli’den 200 bin kişi daha az yani. Bu küçük şehrin kendince meşhur 2 takımı vardır; Real Betis ve Sevilla. Bu iki takımın maçları bizim ‘Dünya derbisi’ ile yan yana gelemez ama ne hikmetse bu iki takımın maçlarını her hafta ortalama 30’ardan 60 bin kişi stadyumdan izler.

        Bizdeki büyükler gibi 15-20 milyon taraftarları filan yok zaten. 700 binlik Sevilla nere 18 milyonluk İstanbul nere ama toplamda bizim iki büyük kadar seyirci ortalamaları var!

        Bir başka tuhaflık ise bizim ömrü hayatımızda, hatta 110 yılda bir kez kazanıp, üzerine efsaneler ürettiğimiz UEFA şampiyonluğunu son 9 sezonda 4 kez kazanmasıdır Sevilla’nın.

        Üstelik son ikisi arka arkaya. Bizim büyüklerin şampiyonluk sayılarına göre verilen yıldızlar galaksi kıvamındayken Sevilla’nın tek lig şampiyonluğu vardır o da 1946’da. Anlayacağınız böyle küçük ama tuhaf bir takım, hatta bizim büyüklere Avrupa kupalarında 10-15 yıl önce rakip olsa ‘köy takımı’ diyebileceğimiz bir takım bu Sevilla.

        Bunların başkan ve yöneticileri biraz ters bize. Futbola bizim gibi bakmayı bilemiyorlar! Amerika’dan, Afrika’ya hatta Asya’ya, ülke ülke gezen takip ekipleri devamlı maç izliyor.

        Üstelik o kadar kafaları basmıyor ki, genç oyuncuları alıp geliyorlar! Bizim gibi büyük hedefler için dünya yıldızlarının peşinde değiller.

        Üstelik altyapıya da önem veriyorlar, sanki endüstriyel futbolda böyle bir demode kavram kalmış gibi!

        Her nasılsa bizim takımların şansızlığı onlarda yok. Çok şanslılar. Sevilla Kulübü bu ahmak yöneticilerin elinde bu işten para kazanıyor!

        Toplam 11.6 milyon sterline Ivan Rakitic, Dani Alves, Baptista, Fazio, Medel, Seydou Keita, Kondogbia gibi isimsiz; büyük takımlarımızın büyük hedeflerine uymayan futbolcuları alıp, toplam 145 milyon sterline satıyorlar.

        Bir de utanmadan demode bir şekilde kendi altyapılarında oynamış Ramos, Reyes, Jesus Navas, Alberto Moreno gibi oyuncuları da satarak 4 UEFA şampiyonluğunun yanında toplamda 222 milyon sterline futbolcularını satıp kasalarına 210 milyon sterlin koyuyorlar.

        Üstelik bu ‘İspanyol köylüleri’ kamu bankalarına “Borçlarımızı düşük faizle kredilendirelim, vergi borçlarımız silinsin, bu kulüpler batarsa sistem batar, havuzu bozalım veya yayın gelirlerini biz dağıtalım” diyerek el pençe divan, kapı kapı dolaşmayı bilemeyecek kadar da salaklar üstelik.

        Üç büyüklerimizin sterlin bazında dernek borçları hariç bilinen borçları; Beşiktaş 262.3 milyon sterlin, Fenerbahçe 261.2 milyon sterlin, Galatasaray 233.5 milyon sterlin.

        Sadece 3 yiğitlerin bilinen toplam borcu 3 milyar TL’den fazla!

        Borç yiğidin kamçısıdır. Bu İspanyol takımını yönetenler yiğit filan değil.

        Adamların 9 sezonda sadece futbolcu satışından kazandığı para bizim büyük yiğitlerden birinin kamçısı kadar! Bizimkiler uyanık, kamçıyı ödemek için 10 yıllık borç yapılandırması peşinde.

        Bu hikâyeyi niye anlattım? Sû-i misâl emsal olmaz derler ya ondan. Böyle kötü örnekler bizim kulüplerimiz için örnek alınmasın diye! Aman biz mottomuzdan taviz vermeyelim...

        “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, dünya kendi kendine döner” Adam Smith.

        Diğer Yazılar