Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ölçümlenemeyen hiçbir şeyi değerlendiremezsiniz. Başarı veya başarısızlık... Konu spor olunca göreceli olarak isteyen istediği taraftan çekiştirebiliyor. Bir galibiyet, kazanılan bir kupa veya madalya ile başarılı oluveriyorsunuz ya da tam tersi. Sporda başarının ölçütleri nedir? Futbolda büyüklük, marka değeri ve elbette başarının ölçümlenebilir parametreleri nelerdir?

        Bu sorulara atmasyon birçok cevap verilir ama ya gerçekler!

        Türkiye dünyanın 16. kalabalık nüfusuna ve 17. büyük ekonomisine sahip bir ülke. Bu gayet kolay ölçümlenebilir bir gerçeklik. ‘Bilmem ne takımının 25 milyon taraftarı var’ veya ‘Dünyanın en büyük derbisi’ filan gibi sallama bir veri değil. Kantitatif gerçeklik.

        2012 Olimpiyat Oyunları’nda toplam nüfuslarına göre Türkiye 15 milyonda bir madalya çıkarmış, Amerika Birleşik Devletleri 3, İtalya 2, Çek Cumhuriyeti 1 milyon vatandaşından bir madalya çıkarmış, Macarlar ise 500 bin kişide bir madalya.

        Basketbol dünya sıralamasında milli takımlarımız erkeklerde 8, kadınlarda 6’ıncı. Voleybolda ise erkekler 31, kadınlar 11’nci.

        Futbolda A Milli takımlar düzeyinde dünya sıralamasında 38’inciyiz. 20 yıl önce 34’üncüydük. O yıllarda futbola yayın hakları parası girmeye başlamıştı. Kulüplerin borcu birkaç yüz bin dolardı. “Marka değeri, dünya derbisi, dünya takımı olacağız, yabancı sınırlaması kalkarsa Avrupa’da final oynarız, rakiplerimizle eşit şartlarda mücadele ederiz” balonları ile 20 yıl sonra gelinen nokta; karşılığı olmayan milyarlarca dolar borç, sokağa atılmış milyarlarca dolar ve yüz binlerce genç ve de milli takımlar sıralamasında 20 yıl öncesinin gerisinde kalmak.

        Atmaya gelince kapıyı 25 milyon taraftardan açan büyük ve batık kulüplerimiz, 15 milyonluk İstanbul’da yıllardır azami toplam 100 bin ortalama seyirciye ulaşamazken, nüfusu 600 bin olan Dortmund her maçını ortalama 80 bin kişiye oynuyor.

        Sanat ve spor, resim ve futbol piyasaları dünyanın en spekülatif piyasalarıdır. O yüzden kara para bu alanlara yönelir. Bizde spor, özelde futbol ölçümlenemediği gibi, denetimsiz bırakılmış bir alan. Türkiye Futbol Federasyonu’nun bir para basma yetkisi yok. Başka ülkelerde eşine az rastlanır kendine özel kanunu bile var. Bir nevi devlet gibi. Veya Muz Cumhuriyeti diyelim.

        Özerklik, denetimsizlik demek değildir. Bizde hem özerk, hem denetimsiz hem de ölçümlenmemesi için her şeyin üstünün kapatıldığı, bilançoların makyajlandığı, körün tuttuğunu öptüğü bir alandır futbol.

        O yüzden kimse Yıldırım Demirören’i, Fatih Terim’i, futbolcuları, Aziz Yıldırım’ı, Ünal Aysal’ı vs.. suçlamasın. Burada suçlu aranıyorsa, ki aranmalı, sistemin bizatihi kendisi ve bu sistemi değiştirmeyen yukarıdaki isimler dâhil herkes suçludur. Kendimi de ayırmadan yazarı, yorumcusu, avukatı, doktoru, taraftarı, başkanları, yöneticileri ve geçmişten bugüne bu alanı boş bırakan tüm hükümetleri ile devlet de...

        5 yıl önce yazmıştım. “2010, 2012 ve 2014’e katılamayız bu yapı ile” diye. 2018 ve 2020 de hayaldir Türk futbolu için. Hem katılsak ne olacak? Ya da bir kulübümüz Avrupa’da kupa kaldırsa ne fark edecek? Sadece harcanan milyarlarca dolar ve borç miktarları daha da büyüyecek hepsi bu. Çünkü Türkiye’de futbol yalan ve talan düzenidir. Başarı veya başarısızlık özellikle izafi bırakılmıştır. Yapılması gereken izafi ve tesadüfen başarıların yerine, ölçümlenebilen, denetlenebilen, cezalandırılıp, ödüllendirilebilen, sürdürülebilir bir sistemi kurmaktır. Yoksa ‘Düzen’ isimler değişse de işlevini değiştirmeyecektir.

        * Niceliğe bağlı olan, miktarla ilgili olan, nicel.

        Diğer Yazılar