Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SİZİ bilmem ama benim hayatımın bir soundtrack’i var! Evet, her kahramanın bir şarkısı vardır, hayatımın kahramanı da benim ve benim de nereye gitsem peşimden gelen şarkılarım var. Sabah uyandığım andan itibaren beynimde çalmaya başlayan şarkılarla dolaşıyorum bütün gün kimselere duyurmadan... Bazen yapmam gerekenleri kulağıma fısıldıyorlar, bazen yapmamam gerekenleri... Güldürüyorlar beni, ağlatıyorlar, kızdırıyorlar, içimi ısıtıyorlar, canımı yakıyorlar; evet evet, çoğu zaman canımı yakıyorlar... Kimi zaman günlerce benimle dolaşıyorlar, evde, arabada, işte, yemek yerken hatta uyurken bile kulağıma hiç bilmediğim dünyaların hiç bilmediğim öykülerini anlatıyorlar. Boğulduğumu düşündüğüm zamanlarda ellerimden tutup başımı suyun üstüne çıkarıyorlar...

        MÜZİĞİN SESİ CIZIRTILI

        Benim toplasan toplasan üç kısacık cümleye sığacak hayat öykümün soundtrack’ine son 20 yıldır şarkılarıyla eşlik eden REM grubunun ayrılık kararı aldığını öğrendiğim önceki geceden beri kafamın içindeki müzikçaların sesi hiç olmadığı kadar cızırtılı çıkıyor! Haberi ilk okuduğum andan bugüne, 19 yıl önce ilk duyduğum günden beri ne zaman hayatta kapana kısıldığımı hissetsem kafamın içinde dönüp durmaya başlayan ‘Find The River’ çalıyor benim eski püskü pikapta... Michael Stipe kulağıma fısıldıyor, “Hiçbir şey istediğimiz gibi gitmiyor, geriye atacak bir şey de kalmadı, şimdi her şeyi bırakıp o nehri bulma zamanı...”

        YILDIZLARIN ÜZERİNDE

        31 yıl önce soğuk bir ocak günü (muhtemelen benim doğum günümde:) ABD’nin Georgia Eyaleti’nin Athens kentinde küçük bir kasetçide ilk kez karşılaşan Michael Stipe, Peter Buck, Mike Mills ve Bill Berry, 20 yıldır ne zaman ihtiyacım olsa hep yanımda oldu... Kıyafetlerimizi kıyısına bıraktığımız bir nehirde birlikte yüzdük bazı geceler. Âşık olduğum güzelin yanı başına oturup o uyurken kirpiklerini saydık, her bir tanesinde “Seni seviyorum” diye kulağına birlikte fısıldadık sonra... Kimselere anlatmadığım dertlerimi herkesten iyi anlayıp beni karşılarına oturttular bazen, gözlerimin içine bakıp “Ne zamandır çok üzgün görünüyorsun, neden gülmüyorsun?” diye sordular... Hep korkusuzca yürümemi söylediler bana! Sonra, günah keçisi olmayı göze alıp düşeceğimizi bile bile dev kayalıklara birlikte tırmandık. Ne yıldırımlardan ne büyük çığlardan korktuk, kimselere söylemeden birlikte ağladık... Güneşin gözlerimizi kamaştırdığı sahillerde yusufçuklarla uçup denizatlarıyla dolaştık... Herkesin günlük güneşlik zamanları hayal ettiği anlarda biz yağmuru tercih ettik hep birlikte.

        UYKULU, SERSEM GİBİYİM

        Hayatın çilekli bir pasta olmadığını da şenlikli dev bir karnaval olduğunu da onlar söylediler bana. Michael Stipe, grubun ayrılık kararıyla ilgili yaptığı açıklamada, “Bir partiye katılmanın püf noktası, partiden ne zaman ayrılacağını bilmektir” diyor. Sanırım benim sorunum bu! Katıldığım partilerden ne zaman ayrılacağımı hiç bilmiyorum... Ya çok erken terk ediyorum, ya çok geç... Hayatımdaki bütün ayrılıklar gibi bir kez daha bir ayrılık karşısında ne söyleyeceğimi bilmiyorum işte. Zamanlama ne kadar doğru bilmiyorum ama REM’le çıldırmış bir dünyanın orta yerinde koca bir fili merdivenlerden yukarı birlikte ittiğimiz uzun bir rüyanın uykusundan birlikte uyandık geçen akşam. Şimdi sersem gibiyim...

        NELERE SAHİP OLABİLİRDİN?

        Yukarıdaki satırları 5 yıl önce yazmıştım! Bu yıl REM’le tanışmamızın 25. yılı... Onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum. Ve hâlâ özlüyorum. Geçmiş güzel günlerden kalan nota kırıntılarıyla kendimi avutuyorum.

        REM bugün onlarla ilk tanıştığım albümleri olan Out of Time’ın 25. yılı nedeniyle içinde demolardan canlı kayıtlara, videolardan hiç yayınlanmamış b-side şarkılara kadar bir dolu ‘hatıra’ bulunduran bir deluxe albüm çıkaracak...

        Keşke her 10, 15, 20, 25 yılda bir hayatlarımızın da birer ‘deluxe’ versiyonunu yeniden yaşayabilsek! ‘Keşkelerimizi’, ıskaladığımız anları yeniden yaşadığımız, zamanında kurmaya korktuğumuz cümleleri kurabildiğimiz ‘deluxe bir hayat’! İşte tam da bu yüzden, başımı bir parça olsun suyun üstünde tutabilmek için, son zamanlarda daha çok, birer can simidi gibi, sevdiğim şarkılara tutunuyorum...

        25 saniye gibi geçen 25 yıla bakıp, ikimiz de ‘genç’ birer adamken Michael’ın tekrar tekrar kulağıma fısıldadığı dizeyi tekrarlıyorum kendi kendime: “It’s crazy what you could’ve had...”

        Diğer Yazılar