Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ‘Kuyu’ için tek yürek, tek bilek olduğumuz, beraber ağlayıp beraber güldüğümüz günlerin üzerinde daha 10 güneş batmamışken yine ayrıldık, bölündük, parça parça olduk! Hem de Allah’ın belası Oscar heykelciği yüzünden; tam tamamlanacakken tek fiskeyle ortalığa saçılan bir puzzle’ın parçaları gibi dağıldık...

        Çevremdeki herkes yarın akşam sahiplerini bulacak olan Oscar Ödülleri için kamplara ayrılmış durumda. ’La La Land’ciler ‘Moonlight’cıları ‘Altın Küre’yle döverken, ‘Manchester by the Sea’ciler ‘Arrival’cılara göz yaşartıcı bombalar atıyor.

        Bu entel takımının taraftarlığı da hiçbir şeye benzemiyor arkadaş. Çarşı, UltraAslan, Genç F.Bahçeliler gelsin de Emma Stone fanatiklerinin Casey Affleck destekçileriyle atışmasında taraftarlık neymiş, nasıl yapılırmış görsün.

        ‘LA LA’ DEĞİL ‘AH VAH LAND’

        Çok değil 2 ay evvel tüm dünyanın başını döndüren, insanların sinemadan büyülenmiş gibi çıkmasına neden olan, ‘sarı’yı yılın rengi yapan La La Land aleyhine bağıranların tezahüratları bizim Süper Lig’imizde bir stadı 3-5 maç kapattırır, o derece.

        Ardı arkası kesilmeyen övgülerin ardından bir yiğit ‘La La Land’e ilk taşı attı ve gerisi geldi. Filmi b.klayanlar, özellikle de ‘Manchester By the Sea’ciler, 32 yaşındaki yönetmeni Damien Chazelle’nin ne kadın düşmanlığını bırakıyor, ne ırkçılığını! Charlie Parker’ın saksofonuyla zavallı Chazelle’nin kafasını gözünü kırıyorlar: “Eğer cazın köklerine sadık bir sanatçının filmini yapacaksan o sanatçının siyahi olmasını da düşüneceksin!”

        Filmde gay karakter olmamasından vuranı mı dersiniz, Sebastian’ın Mia üzerindeki ‘maçoluğu’na dudak bükeni mi ararsınız, yok yok!

        Filmle ilgili duyduklarımdan sonra ‘La La Land’in adını ‘Ah Vah Land’ olarak değiştiriyorum...

        ‘ARRIVAL’ YENİ BİR DİL BULMALI

        ‘La La Land’cilerin de eli armut toplamıyor tabii! Onlar da ‘Moonlight’ ve ‘Manchester by the Sea’cilerin üzerinde tap dans yapıyorlar. Gereksiz dramatikliklerini gözlerine gözlerine sokuyorlar. Hatta ‘La La Land’cilikten gözü dönmüş bir arkadaş geçenlerde o kadar ileri gitti ki, “Bırakın şu TV filmi tadındaki ‘Manchester by the Sea’yi yaaa!” deme cürretini bile gösterdi. O an ortamdaki “Ovvvvvv”, “Ihhhhhh” nidalarını duysanız filmdekinden daha çok gözyaşı dökebilirdiniz, inanın bana!

        Şampiyonluk için çekişen bu 3 filmin yanında diğer filmler kümede kalma mücadelesi veren Anadolu takımları gibi kalıyor doğrusu. Arada 1-2 sürpriz ‘Oscar’ atabilirlerse öpüp başlarına koysunlar.

        ‘Hacksaw Ridge’ gibi içgüveysinden hallice bir filmle Oscar’a aday olup Hollywood’la ‘barışan’ Mel Gibson, tören gecesi “Buna da şükür” deyip tespih çekse yeridir.

        Danzel Washington ‘Fences’ın tiyatro oyunuyla Tony falan almıştı. Oscar için kusura bakmayacak artık. ‘Hidden Figures’, ‘Lion’ olmasa da olurmuş... ‘Hell or High Water’ın neden aday olduğunu bence yönetmeni de çözememiştir... ‘Arrival’ın ise ödül yolunda Akademi üyelerine kendini anlatmak için filmdeki gibi yeni bir dil keşfetmesi gerek maalesef.

        İŞTE BENİM OSCAR’LARIM

        Neyse bu kadar saçmaladıktan sonra “Gazetecilerin kimi seçtiği Akademi’nin çok da umurundaydı!” deyip kaçak dövüşmeyeyim, kendi adaylarımı yazayım da rengim belli olsun... Bir kişiyi de olsa kendi safıma çeksem kârdır değil mi? :)

        O zaman and the Oscar goes to...

        En İyi Film: ‘La La Land’ (Gönlüm ‘Arrival’dan yana)

        En İyi Yönetmen: Damien Chazelle (Keşke Denis Villeneuve alsa)

        En İyi Erkek Oyuncu: Casey Affleck (Gönüllerin de şampiyonu)

        En İyi Kadın Oyuncu: Emma Stone (Meryl Streep’e verilirse şike var)

        En İyi Animasyon: ‘Kubo and the Two Strings’ (Stop Motion emekçilerine saygı)

        Diğer Yazılar