Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçenlerde Zeynep, Twitter’da “Issız bir adaya düşseniz yanınıza hangi 5 kitabı alırdınız?” diye sormuştu.

        Başta çok kolay cevaplanabilecek bir soruymuş gibi görünse de üzerine düşündükçe içinden çıkılmaz bir labirentte kayboluyor insan. Montaigne’in, “İki alışveriş (dostluk ve aşk) rastlantılara ve başkalarına bağlıdır. Üçüncü alışveriş kitaplarla kurduğumuz ilişkidir ki daha sağlam ve daha çok bizimdir...” sözleri hep aklımdadır. Issız bir adaya giderken dostlarımdan ve sevgilimden daha 'sağlam' ilişki kurduğum kitaplardan hangisini geride bırakacağıma karar vermek işte tam da bu yüzden Sophine’nin Seçimi’nden bile zor bir şey benim için.

        Bu garip ‘ilişkiden’ olacak herhalde, sevdiğim kitapların ‘dünyanın en iyileri’ olduğuna inanıyorum hep. Kapaklarıyla ayrı, adlarıyla ayrı, kelimeleri, cümleleriyle ayrı bir aşk yaşıyorum. Benim bu hastalıklı ‘halimden’ olsa gerek, geçenlerde Can Yayınları’nın Stefan Zweig’ın ‘Dünyanın Mimarları’ dizisinin ikinci ve üçüncü kitaplarının adlarını değiştirdiğini görünce bir garip oldum.

        KİTAP ADLARI ÖNEMLİ

        Can Yayınları, Zweig’in Hölderlin, Kleist ve Nietzsche’nin hayatını anlattığı, benim yıllar önce Prof. Gürsel Aytaç’ın çevirisiyle ‘Kendileri ile Savaşanlar’ adıyla okuduğum ikinci kitabı ‘Şeytanla Savaş’ diye yayınlamış. Casanova, Stendhal ve Tolstoy’u anlattığı benim neredeyse 25 yıl önce Ayda Yörükan’ın çevirisiyle ‘Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar’ diye okuduğum üçüncü kitabı ise ‘Kendi Hayatını Yazan Üç Yazar’ diye basmış. Nedense bu muhteşem kitapların yeni basımlardaki adları eski basımdaki adlarının yanında pek bir yavan geldi bana. Belki de orijinalleri böyledir ama yine de o eski basımlardaki adlar çok daha şiirsel ve gizemli bence... Etrafımda kimi görsem “Ne saçmalıyor bu geri zekâlı” bakışlarına aldırmadan bunu söyleyip duruyorum bir süredir. Neyse ben aslında başka bir şey yazacaktım ama konu kitap olunca yine ‘satırların’ içinde kayboldum...

        BEYNİ BESLEYEN AMBAR

        Gördüğünüz gibi kitap konusunda biraz ‘acayip’im! Bu yüzden de iki gündür Norveç’in Svalbard Adası’nda, kuzey kutbuna 1300 kilometre uzaklıkta kurulan ‘Kıyamet Ambarı’na hangi kitapların konması gerektiğini düşünüyorum. Dünyanın yaşayacağı doğal afetler, depremler ve nükleer savaş sonrası korunması için yeryüzünün dörtbir yanından getirilen 250 milyon tohumun saklandığı ambarda, “Sadece karın doyurmak yetmez, beyni, ruhu da beslemek gerek” diye düşündüklerinden olsa gerek artık kitap da saklanacakmış. Kıyamet Ambarı’nda korunmak üzere Brezilya, Meksika ve Norveç’ten eserler konmuş bile... Hangi yazarların, hangi kitapların kıyamet sonrası için seçildiğini bilmiyorum. Ama iki gündür ‘Kıyamet Kütüphanem’ için kitap seçiyorum.

        BAŞ KÖŞEDE BORGES VAR

        Baş köşeye ‘Cenneti bir kütüphane olarak düşleyen’ Borges’i koyuyorum. ‘Alçaklığın Evrensel Tarihi’ (Bakın bu da harika bir kitap adı:), 'Alef', 'Brodie Raporu' ve ‘Yedi Gece’ yan yana duruyor rafta. Onların bittiği yerde Calvino başlıyor. 'Ağaca Tüneyen Baron’ (En iyi kitap adı Oscar’ını veriyorum:), ‘Kozmokomik Öyküler’, ‘Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’, ‘Kesişen Yazgılar Şatosu’ (Adıyla bin yaşasın:), ‘İkiye Bölünen Vikont’ ve diğerleri... Bir rafı müstakil olarak Montaigne’in daha ilk sayfasında “Okuyucu, kitabımın özü benim” dediği ama benim her okuduğumda kendimi bulduğum 'Denemeleri'ne ayırıyorum.

        John Cheever’ın ‘Yüzücü’sünden Tanpınar’ın ‘Huzur’una, Sait Faik’in tüm öykülerinden Kazancakis’in ‘Günaha Son Çağrısı’na, İhsan Oktay Anar'ın 'Puslu Kıtalar Atlası’ndan Sabahattin Ali’nin ‘İçimizdeki Şeytan’ına, Salinger’ın ‘Dokuz Öyküsü’nden Nabokov’un ‘Karanlıkta Kahkaha’sına beni ben yapan ne varsa dolduruyorum kendi ‘Kıyamet Kütüphanem’e...

        Diğer Yazılar