Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Roma'da 2000’lerde açılmış tek bir işyeri yok sanırım. 70-80 yıldır Roma Esnaf ve Sanatkârlar Odası tek bir yeni üye kaydı yapmamıştır eminim. Pizzacıya gidiyorsun 100 yıllık, kafeye giriyorsun 250 senelik, duvarında Jül Sezar’la freski olan makarnacı var(!) Düşünün işte o kadar eski her yer.

        Eskilik müesseselerin açılış tarihleriyle ilgili değil (Yoksa bizde de var öyle eski işletmeler), kastettiğim binaların eskiliği. Mekânlarda zaman durmuş. Yerdeki Arnavut kaldırımlarından duvarlardaki sokak lambalarına kadar buram buram tarih kokuyor. Evlerin kapıları bilmem kaç yüz yıllık avlulara açılıyor. Pencerelerden yarı beline kadar sarkan insanlar değişiyor, pencerelerin baktığı tarih öylece duruyor. Beş günlük ‘Roma Tatili’nden Joe Bradley’nin Vespa’sının arkasında ağzı kulaklarında şehir turu atan Prenses Ann gibi mutluluk sarhoşu olarak dönerken, zonk zonk zonklayan ayak tabanlarımın isyanına kulaklarımı tıkamış, “Biz İstanbul’dan niye bu kadar nefret ediyoruz acaba?” diye düşünüyordum.

        ZAVALLI HACOPULO PASAJI!

        ‘Batı Roma İmparatorluğu’nun başkentinden gelip bir zamanlar Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’a adım attığım gün Restoratör Mimar Seda Özen’in Galatasaray’daki 150 yıllık Hacopulo Pasajı’nın yer kaplamalarıyla ilgili ‘tweet şelalesi’ni görünce uçakta kafamda dönüp duran soru bir kez daha geldi aklıma: “Biz İstanbul’dan niye bu kadar nefret ediyoruz acaba?”

        Bir kaynakta ‘Yunan’dan çok İtalyan esintileri olan dar bir geçitten geniş bir avluya girilen’ pasajın yer kaplamalarıyla ilgili Seda Hanım, “İstiklal Caddesi’nden Meşrûtiyet Caddesi’ne geçene kadar kaç farklı malzeme görebilirdik?” diye sorup cevabı da adım adım yine kendisi veriyor:

        “İstiklal Caddesi'nden adım attığımızda, asfalt, dökme mozaik ve şap (3 malzeme).”

        “Avluya henüz geçmeden başka bir karo-seramik, yine şapla tamir (yeni karo+1).”

        “Avluya geçtiğimizde granit kaplama, en eski en özgün diyemem araştırmak gerekir (+1).”

        “Yer yer asfalt ile tamir olmuş granit, bordürü çakıl taşı ile avluda karşılaş- tı. Bu malzemeler özgün olabilir tabii (çakıl taşı için+1).” “Avluda çakıl taşı/podima ile başka bir tür granit görüyorum. Bu yeni granit için (+1) ekliyorum.”

        “Dükkânların yaptıklarını kapsam dışı bırakıyorum. Her biri ayrı dünya.”

        “Meşrûtiyet Caddesi’ne yaklaşırken granit küptaş ve sanki sevabına yapılmış pişmiş toprak kaldırım malzemesi kilit taşı (+2 malzeme).”

        “Final. Bir pasaj içinde 9 ayrı malzeme. Pasajın bir yönetiminin olmaması, herkesin kendi kafasına göre uygulama yapması, estetik yoksunluğu:(“

        “Pasaj yönetimi yok veya etkisiz. Kısa vadede iş ‘çözülmüş’. İzin alınmadan o kaplama yapılmış. Özgün malzeme aranmamış. Sonuç?”

        ZAVALLI İSTİKLAL CADDESİ!

        Bir tarafta yüzlerce yıldır tek bir çivi çakılmamış binalar, sokaklar, diğer tarafta topu topu 20-30 metrelik bir yolda her adımda ‘başka bir şekle’ girmiş, geçmişiyle bağı kopmuş, gelecekte nereye gideceğini bilmeyen bir yol! Roma’daki üstümün başımın ‘tarih’ olduğu 5 günün ardından Seda Özen’in bir zamanlar Namık Kemal’den Ahmet Mithat’a ondan Ahmet Haşim’e kadar birçok isme ev sahipliği yapan Hacopulo Pasajı’yla ilgili yazdıklarını okumak daha da ağır geldi. Yüzlerce kez geçtiğimi o avluya hiç bu gözle bakmamıştım doğrusu...

        Roma’nın damperli kamyonla turist dökülmüş sokaklarını, meydanlarını dolaşırken İstanbul'a mı Roma'ya mı daha çok turist geldiğini merak ettim. Doğrusu sonuç beni şaşırttı. 30 Ocak 2016 tarihli CNN.com haberine göre yaklaşık 12 milyon turistle (2014) İstanbul, 9 milyon turist çeken Roma’nın önünde! Rakamları görünce ‘tarihi güzelliğini’ bozmamak için ufak makyajlarla ‘üstüne titrenen’ Roma’nın yanında, her sokağına, her binasına ‘yenilik, modernlik’ diye hoyratça girişip cânım siluetini ‘estetik kurbanı hemşirenin dudaklarına’ benzettiğimiz İstanbul’un her şeye rağmen hâlâ cazibesini kaybetmediğini görmek beni mutlu etti.

        O gazla ne zamandır uğramadığım İstiklal Caddesi’ne çıktım... Bir beton çölünü andıran Taksim Meydanı’ndan Hacopulo Pasajı’na, oradan Tünel’e kadar “Biz İstanbul’dan niye bu kadar nefret ediyoruz acaba?” sorusuyla kol kola yürüdüm:(

        Diğer Yazılar