Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dağ gibi bulaşığın orta yerinde, suyla sabunla boğuştuktan, sonuncu tabağı da durulayıp sildikten sonra önlüğümü bir kenara atarak koşa koşa Üniversite Parkı’na giderdim. Sırt üstü çimenlerin üzerine uzanır düşünürdüm; şimdi hiçbir anlamı olmayan bir dolu duygu aklımda, güneşi gözlerimin içine alıp gözkapaklarımı kapatarak başka bir dünyaya ışınlanırdım...

        Hayatımın en acayip 2.5 yılında, her şeyden hatta bazen kendimden bile kaçıp saklandığım yer oldu parklar!

        İngiltere'de neredeyse her köşe başında karşınıza çıkan ağaçlar, çimenler, banklarla dolu irili ufaklı birer 'huzur adası’ydı parklar benim için...

        Oxford’da tek kelime İngilizce bilmeden sular seller gibi İngilizce bulaşık yıkadığım günlerin üzerinden tam 15 yıl geçti geçen hafta!

        Cumhurbaşkanı’nın Atatürk Havalimanı yerine bir ‘Millet Bahçesi’ yapılacağını açıkladığı anlarda Oxford'daki Üniversite Parkı'nın çimenlerine uzandığımı hissettim yeniden...

        İstanbul'da bir 'huzur adası’na kavuşacağımın hayali bile mutlu etti beni...

        Sonra park için ‘Millet Bahçesi’ tanımını nerede duyduğumu düşündüm. Sait Faik Abasıyanık’la karşılaştım...

        Ta 70 yıl önce yazdığı ‘Parkların Sabahı, Akşamı, Gecesi’ öyküsünü hatırlatıp park yerine ‘Millet Bahçesi’ tanımını tercih ettiğini söyledi:

        KAÇACAK BİR YER

        “Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme, sinme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre içimizdeki sevinçleri, kederleri başkalarıyla her an paylaşmamıza imkân mı vardır? En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söylemediğimiz günlerimiz olmaz mı?

        Karı koca, ana oğul, kardeş, baba, hep ayrı ayrı kederlenmez, üzülmezler mi? Müşterek kederler, müşterek sevinçler ne kadar azdır. Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi? Gün olur dost, sevgili, arkadaş, baba, ana, oğul, kardeş hep elimizi bırakıverir. Hem yapayalnız doğup kendi başımıza ölmüyor muyuz? Bana öyle gelir ki, dünya yüzündeki asıl dostlar, asıl kardeşlerimiz saniyede doğup, aynı saniyede ölen kişilerdir. Onlara da ömrümüz boyunca rastlamayacağız.

        Böyle günlerimizin en kaçılacak yeri bir oda değildir elbet. Bir eğlence yeri de olamaz. Ben kendi nefsime öyle günlerimde parklara giderim.

        Park ismi de güzel ya, millet bahçesi, uzunca ama, daha güzel...”

        ‘ATA TÜRK BAHÇESİ’

        Önceki gün her sohbetimizde bana yeni bir şeyler öğreten Fatih Altaylı’nın köşesinde okudum. Bu ‘Millet Bahçesi’ tanımından önce Avrupa’da Fransız bahçecilik anlayışı ve üslubu kabul edilmeden çok çok önceleri ‘Türk Bahçesi’ kavramı varmış.

        Özellikle Anadolu'nun doğusundaki Türk devletlerinde, Büyük Selçuklularda ve Timur’un hanlığında bu bahçeler çok önemliymiş.

        Türk bahçelerinin en önemli özelliği ‘doğal’ gibi görünmeleri, ağaçların ve bitkilerin aşırı düzenli ve bakımlı değil, daha doğal bir halde bulunmalarıymış. Çiçekli bitkiler de düzensizliğin düzeni içinde yer alırmış. Havuzlar ve göletlerin yanı sıra akarsular da Türk bahçelerinin en önemli unsurları arasındaymış...

        1000’li yılların ilk yarısına damga vuran ve artık olmayan bu bahçecilik anlayışının Atatürk Havalimanı’na nasıl uygulanacağını merak ettiğini belirten Fatih Abi, yapılacak ‘Millet Bahçesi’ için nefis bir isim önermiş: ‘Ata Türk Bahçesi...’

        PARKLAR HERKESİNDİR

        Önceki akşam, 30-35 yıl önce sokaklarındaki evlerin bahçelerinde şeftali, erik ağaçlarının dallarına oturup meyve yediğimiz, adı ‘Bahçelievler’ olan bir semtte birkaç cılız ağaç, 3-5 banktan oluşan, onlarca kişinin tıkıştığı, üç beş adımda bir ucandan bir ucuna yürüdüğün, nohut oda bakla sofa bir parktan geçerken New York’un Central Park’ının 3, Londra’nın Hyde Park’ının 10 katı büyüklüğünde bir ‘park’a, ‘Millet Bahçesi’ne ya da ‘Ata Türk Bahçesi’ne sahip olacak olmanın hayali bile güzel diye geçirdim içimden...

        Seçimi hangi lider kazanırsa kazansın umarım bu hayalimizi gerçekleştirir...

        Şimdiden o 'huzur adası’nın çimlerine uzanacağım günün hayalini kuruyorum ve sözü Sait Faik’e bırakıyorum:

        “Gündüz orası herkesindir. Senin, benim, madamın, matmazelin, bebeğin, tespih çeken şişman adamın. Ama çitlembik ağacından karanlık indiği zaman evsizlerin ve serserilerindir. Park da işte o zaman bir ana kucağı kadar şefkatlidir. Bekçiler! İlişmeyin, uyandırmayın serserileri. Park onlarındır. Yalnız göz kulak olun, yeter.”

        Diğer Yazılar