Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1-2 OCAK 2015 FİLMLERİ

        Gürcistan ile Abhazya’yı ayıran bir kara parçasının, egzotik bir adanın ‘soyut’ fona dönüştüğü özellikli bir sinema eseri… “Mısır Adası”, Tarkovsky’nin mirasını iyi kullanıp “Yay”, “Susuz Yaz” ile “Stromboli”den esintiler taşıyan şiirsel bir yapıta dönüşüyor. Yönetmen George Ovashvili, ikinci uzun metrajında yıllara yayılan emeğinin karşılığını alıyor. ‘Tek bir mekana sıkışan yaşlı adam-küçük kız ilişkisi’ formülünde “Lal Gece”nin yaratıcısı Reis Çelik için ise derslik bir film canlanıyor.

        Gürcistan’ın batısındaki İnguri Nehri’nin her sene verimli adacıklar yaratması, tarımla uğraşan köylülerin odak noktası haline gelmesini sağlıyor. Hedef yeteri kadar mısır elde edip kışı çıkarmak... Ancak bu sayede Gürcü-Abhaz sınırında memleketi belli olmayan bir toprak parçası da beliriyor. Abhazya Cumhuriyeti’nin 1994’te bağımsızlığını ilan etmesi aslında 20 senedir bu doğal hareketlenmeyi, siyasi çatışmaya meyilli bir egzotik mekan üretmeye mecbur bırakıyor.

        “Mısır Adası” (“Simindis Kundzuli”, 2014) ise nehrin yaratıp doğanın döngüsü içinde zamanla yok ettiği adacıklardan birinde sessiz bir yaşam süren bir dede ile torununu mercek altına alıyor. Bu ikili zamanla Abhaz-Rus-Gürcü askerlerinin de, bekaret almak isteyen yöre insanının da, insani duyguların da merkezi oluyor. Türk-Kürt çatışmasının bir benzeri soyut bir sinema diliyle canlanıyor. 2009’daki ilk eserinde de Abhazya’daki sıkıntıları perdeye taşıyan George Ovashvili, ikinci sinema yapıtı için büyük çaba sarf etmiş.

        ULUSLARARASI KADRO MANALI

        Uluslararası bir kadro kurmuş. Deneyimli Macar görüntü yönetmeni Elemér Ragályi, Güney Koreli kurgucu Kim Sun-Min, Kazak yapım tasarımcısı Agi Aruiunsaichan Dawaachu ve Türk İlyas Salman ile Tamer Levent bu konuda en önemli destekçiler. İlkbaharın gelmesiyle ‘mısır adası’ halini alan toprak parçasının ortasında yaşam mücadelesinden ziyade insani ilişkiler öne çıkıyor.

        Filmin büyük bölümü torun ile onun yanına gelen dedenin, ensest, pedofili gibi tehlikeli kavramlarla anılabilecek, hassasiyet, saygı ve sessizlik yüklü etkileşimini inceliyor. Kim Ki-Duk’un “Yay”ı (“Hwal”, 2005) ile bağlantı kuruyor. Zamanla büyüyen bitkilerin, çalıların arasında kaybolmak ise sahneye sonradan giren karakterlerle gerçekleşiyor. Doğa, Ovashvili’nin birincil anlatı nesnesine dönüşüyor. Sanki Metin Erksan’ın “Susuz Yaz”ında (1964) su sıkıntısı sebebiyle ortaya çıkan aile çatışması akla geliyor.

        DOĞAL FELAKET FİLMİ Mİ?

        Böylece ‘entelektüel birikim’, ‘çekici doğa manzaraları’, ‘siyasi arka plan’ ile ‘şiirsellik’ bir araya geliyor. 60’larda Gürcistan’dan çıkan auteur kuşağının donanımına sahip genç bir sinemacı beliriyor. Yönetmen, ustaları Otar Iosseliani’nin günlük hayattan çıkardığı absürd/ironik manzaraları ya da Sergei Parajanov’un yöresel efsanelerle ilişkisini kullanmıyor. Rus Andrei Tarkovsky ile Gürcü Giorgi Shengelaia’nın arasında duruyor. Aynen ataları gibi hareket ediyor. Kaydırmalı kamera, sabit açılar, kademeli geçişler derken ‘sessizlik’i doyuran şiirsel bir görsel yapı canlanıyor. Neredeyse hiç konuşmayan bu ikilinin arasındaki gizem zamanla ‘aidiyet duygusu’, ‘cinsel etkileşim’, ‘dostluk’, ‘dedelik güdüsü’ gibi soyut şeylerle dolduruluyor.

        Doğanın pastoral güzellikleri ise bir Doğu Avrupa filminin içinde olduğumuzu hissettiriyor. Genel planlardaki geniş açılı objektif tercihleri çok baskın olmasa da şiirselliğe eşlik ederken, doğa-insan ilişkisinden bir ‘doğal felaket filmi’ senaryosu canlanıyor.

        DİL ARAYIŞI TAKDİR EDİLESİ

        “Yay” ile “Stromboli”nin (1950) leziz bir köprü kurarken siyasi bir sıkışmışlığa bağlanan temelin sonlara doğru somutlaşması eleştirilebilir. Bu noktada da aslında etnik grupların, azınlıkların haklarını inceleyen biz Türkler akla geliyor. Ama filmin birçok kaynaktan beslenip asla sıradanlaşmaması, De Sica’yı da, Teshigahara’yı da, Dreyer’i de akla getirme kıvraklığını göstermesi takdir edilesi.

        Özellikle de bu konuda bir dil arayışı varsa… Ama sınır devriyelerinin marketten alınan plastik, oyuncak silahlarla içeri girmesi ve ‘inadına kötü’ durup yapaylığı adlandırması inandırıcı değil örneğin. 15 yaşlarındaki kız ile İlyas Salman’ın ‘ses’le kucaklaşma noktası biraz eğreti duruyor. Dört yıllık uğraşa yakışmıyor.

        DİYALOGSUZ İLK 75 DAKİKA ŞAHANE

        Nihayetinde filmin final sekansının etkileyici durduğunu unutmadan görsel tercihleri ile tartışılma şansı da var. “Mısır Adası”, 75 dakikadaki diyalogsuz gelişme süreciyle iyi, sonrasındaki somut dönüşlerle plansız işler yapabilen bir eser. ‘Tek mekanda geçen dede-torun ilişkisi filmi’ olarak anılabilir.

        “Susuz Yaz”, “Stromboli” ile “Yay”ı bir araya getiren bedeni egzotik ve sosyopolitik bir zaman-mekan ilişkisiyle sarmak, görsel ve işitsel özenle iz bırakıyor. Geleceğe birçok karesiyle hatırlanacak bir sinema eseri kalmasını sağlıyor. Üstelik İlyas Salman’ın dramatik bir roldeki başarılı performansı eşliğinde…

        FİLMİN NOTU: 7.5

        Künye:

        Mısır Adası (Simindis Kundzuli)

        Yönetmen: George Ovashvili

        Oyuncular: İlyas Salman, Maryam Buturishvili, Tamer Levent

        Süre: 100 dk.

        Yapım yılı: 2014

        YERLİ FANTASTİK KOMEDİDE İNECEK VAR MI?

        Öldükten sonra işlediği günahların borcunu ödemek zorunda kalan iflah olmaz bir çapkın ile onun arkadaşının hikayesi... “Tut Sözünü”, bu yaratıcı tabanı samimi oyuncularla sararken, renkli yan karakterlerle keyifli bir seyir süreci vaat ediyor. İki kafadar hayalet komedisi alanında yer yer eğlendirmeyi becerip seviyeyi çok aşağıya düşürmüyor.

        Herkese yalan söylediği için arafta kalan, cennete gidemeyen bir adamın hikayesi, özellikle Hollywood kurallarıyla düşünürsek ilgi çekiyor. Ancak “Tut Sözünü”nün (2014) Türkiye’de üretildiğini unutmamalıyız. Zira “Gelecekten Bir Gün” (2010), “Kukuriku: Kadın Krallığı” (2010), “Seninki Kaç Para?” (2012) gibi trash (çöp) fantastik komedileri hafızamızdan silmek kolay değil. Bu konuda bir girişim olduğunda ise “SüperTürk” (2012) gibi bir süper kahraman komedisini hatırlamak istiyoruz, o da sadece görsel efektleriyle…

        KLİŞE PROTOTİPLERLE AKAN KEYİFLİ FANTASTİK KOMEDİ

        Oğuz Çelik burada bu açmazın üzerine gitmiş. Bilinçli olarak aşırı klişe prototiplerle hareket etmiş. Ezik Bahadır (Kemal Uçar), ütülü kıyafetleri, utangaçlığı ve gözlüklü haliyle çok Amerikan. İş arkadaşı Yalçın (Giray Altınok) ise çapkınlığı giyim kuşamına, hareketlerine ve ağzına vurmuş tam bir Kazanova. Bu ikilinin birlikteliğinde çok görmediğimiz bir şey gerçekleşmese de kaçış sineması adına iyi hissettiren bir seyirlik canlanıyor.

        “Tut Sözünü”, iki kafadar hayalet komedisi tanımıyla hareket ediyor. Öte dünyaya gidip orada Zafer Algöz tarafından buraya itilen Yalçın’ın borcunu ödemesine odaklanıyor. Bir anda hayaletleri, ölüleri görmeye başlayıp Michael J. Fox’un “Sevimli Hayaletler”ini (“The Frighteners”, 1996) akla getiren Bahadır’ın gözünden de bir başka süreç başlıyor.

        RENKLİ YAN KARAKTERLER ÇEKİCİ

        Aslında başka şekilde yorumlayabileceğimiz günahları silme, tutulmayan sözleri yerine getirme süreci, herkesten özür dileyen umursamaz karakter üzerinden canlanıyor. Yukarıdan verilen üç gün süre zarfındaki koşuşturmaca, Yalçın ile Bahadır gaza bastığında keyif verebiliyor. Meselenin ucu Erkan Can’a, Candan Ünal’a, Bülent Polat’a, Durul Bazan’a kadar uzanıyor. Renkli yan karakterler bu oyuncuların katkısıyla yükseliyor. Özellikle Polat’ın sahneleri doyumsuz!

        Açıkçası Erman Mutlu’nun kurgusu da sinematografinin boyutlu durmayan metalik renklerine ekran bölme eklemesi yapıyor. Bu durum bir akıcılık getirmese de Yeşilçam dekupajının üzerine biraz konulmasını sağlıyor. Yönetmenlik koltuğundaki Oğuz Çelik’in kimliğini açığa çıkarıyor. Cennet kapısının bembeyaz ve dumanlar içindeki görünümü ise fazlasıyla pespaye duruyor. Ama diğer fantastik yerli komedilerden daha inandırıcı...

        Bu sebeple “Tut Sözünü”, ‘kötünün iyisi’ kontenjanından ayrı bir yere oturuyor. Ortak senaristlik de yapan Kemal Uçar’ın karakter yakalama ve karakterini üzerine geçirme becerisiyle dikkat çekmesine alan açıyor. Altınok ise ‘yerine başka biri olabilirmiş’ dedirtiyor.

        FİLMİN NOTU: 3.9

        Künye:

        Tut Sözünü

        Yönetmen: Oğuz Çelik

        Oyuncular: Kemal Uçar, Giray Altınok, Demet Özdemir, Burak Serdar Şanal, Zafer Algöz, Emrah Elçiboğa, Durul Bazan, Erkan Can

        Süre: 95 dk.

        Yapım yılı: 2014

        O GECE BU GECE Mİ?

        Tarantino etkisinde suç filmlerinin üretilmesine alıştık. Ancak bu esin kaynağının anlamlı durması için, senaryonun ve sinematografinin göstermelik olmaması gerekiyor. Aksi takdirde “Bir Gece” gibi daha önce “40”ta başarıyla yapılan şeyleri sahicilik sıkıntısı çeken anlatı numaralarıyla sarmaktan başka çareniz kalmayabilir.

        Kesişen suçlu hikayelerini ele alan Türk filmlerinin sayısı artmaya başladı. “40” (2009), “Silsile” (2014) derken “Bir Gece” (2015) de bu formüle bağlı kalıyor. Bir çantanın peşindeki mafya babası, sarışın kadın, travesti kılıklı adam, taksi şoförü ve daha fazlası Tarantino’nun geleneğine yakın duruyor. 1.85:1’de biraz müzikleriyle dikkat çeken bir iş canlanıyor.

        HİKAYE KURGUSUNU ELİNDEN KAÇIRMIŞ

        Ulaş Yiğit Ülker’in reklam arka planlı yönetmenlerimizden biri olduğu çok açık. Ancak bu kimliği dayandığı temelin ötesine taşıyabildiğni söylemek güç. Vedat Demir’in boyutsuz ışıklarıyla mavinin, kırmızının sindiği sinematografi, Murat Bolayır’ın tempo yapmayan rastgele kurgusundan destek alıyor. Hikaye kurgusuyla oynamak ana esasa dönüşüyor.

        Öncelikle bir takside gördüğümüz bir çiftin arkasında yatanları merak ediyoruz. Ardından deli bir suç adamının dünyası, travesti kılığına girmek, mafya babası ve her şey bir hesaplaşmanın peşinde, ölüm, cinayet gibi kavramlarla dolduruluyor. Senaryoda mantık boşlukları gürle giderken kimin kim olduğunu anlamakta zorlanıyoruz. Diyaloglar kimi iyi niyetli oyunculara ve reklam fonuna sahicilik katmıyor.

        GÖRÜNÜRDE KALMAK

        Sadece Jan Peridar’ın besteleri ve Özgür Emre Yıldırım’ın “Film”in (2011) ardından yine ‘psikopat’ rolüne uyumu aklımızda kalıyor. Bu öğeler devreye girince film biraz yükseliyor. Kara komedi anlayışı “Ucuz Roman”ın (“Pulp Fiction”, 1994) ‘küçük suçlar’ ekseninde hareket ediyor gibi. Ama hikaye kurgusunun planlama sıkıntısı çekmesi ve içsesin tek karakterle sınırlı kalması, üslupsal karmaşaya da yol açıyor.

        Rehin alınan travesti hayat kadınının yalapşap kılığına inananların sayısı ise bir elin parmaklarını geçmez. “Bir Gece”, Emre Şahin’in bir çantanın peşinde kesişen hayatları, açgözlü İstanbul insanlarını ve Tarlabaşı’nın içyüzünü özenli bir rejiyle kavradığı “40”ının üzerine geçemiyor. Oradaki Guy Ritchie ekolünden hızlı kurgu burada yok. Aksine karakterlere ve oyunculara bel bağlayan bir dikkat çekme arzusu var. Ancak Hakan Eratik’in poz vermesine paralel olarak her şey ‘görünürde’ kalıyor.

        FİLMİN NOTU: 3.3

        Künye:

        Bir Gece

        Yönetmen: Ulaş Yiğit Ülker

        Oyuncular: Wilma Elles, Hakan Eratik, Özgür Emre Yıldırım, Muhammet Cangören, Ali Pınar

        Süre: 106 dk.

        Yapım yılı: 2014

        MÜZEDEN ÇIKMAK YARAMAMIŞ

        Son dönemin en yaratıcı serilerinden ‘Müzede Bir Gece’ üçüncü filmi “Müzede Bir Gece 3: Lahitteki Sır”da özündeki fikrin dışına çıkınca irtifa kaybediyor. Hollywood’da sezonun en büyük hayal kırıklıklarından birine dönüşmekte zorlanmıyor.

        ‘Müzede Bir Gece’ (‘Night at the Museum’) serisinin özelliği, müzede ‘tarih dersi’ niyetine sergilenen nesnelerin canlanmasıydı. Bizi bir anda Napoléon’dan eski Amerikan başkanlarına kadar bir ‘roller coaster’ gezisine çıkaran evren dolu dolu şeyler sunmuştu. “Jumanji”yi (1996) takip eden yapı fantastik komedi olarak keyif vermişti. Hatta onu takiben üretilen “Mürekkep Yürek”in (“Inkheart”, 2008) altında, “Zathura: Bir Uzay Macerası”nın (“Zathura: A Space Adventure”, 2005) üzerinde iki yapıtla etrafımızı sarmıştı.

        TARİHİ FİLM Mİ, FANTASTİK KOMEDİ Mİ?

        Ama yaratıcı serinin yeni halkasına fazla özgüven iyi gelmemiş. İlk iki filmin dünya çapında bir milyar dolarlık hasılata ulaşması burada kara dönüşemiyor. 98 dakikayı nasıl bulduğu anlaşılmayan bir macera getiriyor. Shawn Levy’nin korunması, Rebel Wilson, Ben Kingsley gibi yeni oyuncuların eklenmesi fayda etmiyor. Önceki yüzyıllarda dolaşan bir tarihi filmin ötesine geçmeyen, özündeki fikri heba eden devam filmi canlanıyor.

        Seri üretimin nasıl olmaması gerektiğini vurgulayan “Müzede Bir Gece 3: Lahitteki Sır” (“Night at the Museum: Secret of the Tomb”, 2014), Hollywood’da 2014’ün en büyük fiyaskolarından birine dönüşüyor. Bu konuda zorlanmaması eğlence katsayısını sınırlı kılmasını sağlıyor. Farklı dönemlere gitmek, Doğa Tarihi Müzesi’nde dolaşmanın yerine geçince işin kırılgan bir zaman yolcuğuna uzanması her şeyi yerle bir ediyor. Sadece Robin Williams anısına ve biraz Owen Wilson-Steve Coogan ikilisinin aşkına diyoruz.

        FİLMİN NOTU: 3.9

        Künye:

        Müzede Bir Gece 3: Lahitteki Sır (Night at the Museum: Secret of the Tomb)

        Yönetmen: Shawn Levy

        Oyuncular: Ben Stiller, Owen Wilson, Steve Coogan, Robin Williams, Rebel Wilson, Ben Kingsley

        Süre: 98 dk.

        Yapım yılı: 2014

        TEKDÜZE ÇOCUK KAÇIRMA GERİLİMİ

        Atom Egoyan’ın ‘rehine dramı’, Ryan Reynolds’ın baba rolüne yerleştirerek zaten yola eksi puanla çıkıyor. Bunun devamında sinematografik açıdan dingin bir görsel yapının sözünü veren “Kayıp Çocuk”, geleneksel giriş-gelişme-sonuç dengesinden sıyrılamıyor. Satanizmi inceleyen “Şeytan Düğümü”nün ardından en zayıf Egoyan filmine dönüşmekte sıkıntı çekmiyor.

        ‘Kaybolan çocuk’ meselesini ele alırken sömürmemek önemli. Zira elinize kolaylıkla ağlatma rekorları kırabilecek bir malzeme geçebilir. Yeşilçam melodramlarından Amerikan rehine gerilimlerine uzanabilirsiniz. ‘Oğlu kaybolan baba’, ‘kızı kaybolan anne’, ‘oğlu kaybolan anne’, ‘kızı kaybolan baba’ gibi alt formüller üretilebilir. Ancak mesele bunları soyut, katmanlı ve modern bir harmanla yoğurmak olduğunda, yönetmenlik koltuğundaki isim değer kazanır. Egoyan bunu ne kadar yapabiliyor? Tartışmalı.

        REYNOLDS FİLMİ NE KADAR BESLİYOR?

        Aslında deneyimli Kanadalı yönetmenin sevdiği görüntü yönetmeni ile birlikteliği yerinde. Antonioni’ye yakın mercek-açı tutarlılığı da işliyor. Karlar içindeki doğanın dinginliği iyi yakalanmış, ama bazen tekdüzeleşiyor. Görsel açıdan “Başka Bir Dünya”dan (“The Sweet Hereafter”, 1997) fazla eksiği yok “Kayıp Çocuk”un (“The Captive”, 2014). Ama mesele “Keane” (2004), “Tutsak” (“Prisoners”, 2013) gibi bu alanın ‘kızı kaybolan baba’ şablonunda kopunca, onların soyutluğu, mesafesi ya da katmanlılığı canlanmıyor. Senaryo bu konuda işine iyi çalışmamış.

        Geleneksel formüllerle iç içe bir eser, ağlatma peşindeki sakallı babayı izlerken o kadar bilinçli bir giriş ve sonuç bölümü sunuyor ki etkilememe ihtimali çok az. Ryan Reynolds ile Rosario Dawson, matlıktan beslenen arka planın yarattığı yalnızlığı, iletişimsizliği besleyemiyorlar. Üstüne üstlük ‘ayrık kafalar’ gibi durup filmin dünyasının dışında kalıyorlar.

        ‘TAPINMA’ SONRASI DÖNEME YAKIŞIYOR MU?

        “Başka Bir Dünya” gibi zeki ve soğukkanlı bir ‘Egoyan bulmacası’ asla canlanmıyor. “Şeytan Düğümü”nde (“Devil’s Knot”, 2011), satanist bir ritüele kurban gittiği düşünülen üç kayıp çocuğu araştıran bir karakter en azından vardı. Onun girişi, Egoyan’ın “Yurttaş Kane” (“Citizen Kane”, 1941) ve “Rasomon: Sarı Irkın Şehveti” (“Rashômon”, 1950) aşkını yansıtmıştı yansıtmasına. Ama öte yandan da eski reflekslerinin kalmadığını kanıtlamıştı. Üstelik Colin Firth sanki sonradan programlanmış bir stüdyo hamlesi gibi gözüküyordu.

        Burada Reynolds için benzer bir durum var. Bunun ötesinde doğrudan babanın gözünden akan bir ‘geleneksel’ akış da mevcut. Her şeye rağmen “Kayıp Çocuk”, “Şeytan Düğümü”nün bir tık üzerine çıkıyor. Ama dingin rejisine karşın gizemiyle, gerilimiyle, dramıyla oyalama şansını değerlendiremeyen bir işe dönüşüyor. İsim benzerliğiyle rekabete tutuştuğu Chantal Akerman’ın “The Captive”ini (“La Captive”, 2000) ise mumla aratıyor.

        “Tapınma”da (“Adoration”, 2009) internete sızan yalan haberin hayatlara etkisi yönetmenin kariyerinde interaktif açıdan bir dönüm noktası olmuştu. Müslümanlıkla ilgili 11 Eylül sonrası beliren önyargılar, internet üzerinden yayılan bir şeyin nerelere uzanabileceğine dikkat çekmişti. Burada bu ayrıntının üstünkörü halledilip, aval aval bakılan külüstür bilgisayarlara dönüşmesi ise nasıl açıklanabilir? Emin değiliz.

        Ama zamane gençleriyle ilgili gözlem adına “Şeytan Düğümü” ve “Kayıp Çocuk”la tipik ‘kaybolan çocuk’ meselesine kaymak Egoyan’a yakışmıyor orası kesin. Zira yönetmen kendisinden alışık olduğumuz farklı bakış açılarının ahlaki, sosyal, vicdani okumalarına asla açılamıyor.

        FİLMİN NOTU: 4.5

        Künye:

        Kayıp Çocuk (The Captive)

        Yönetmen: Atom Egoyan

        Oyuncular: Ryan Reynolds, Rosario Dawson, Scott Speedman, Kevin Durand, Alexia Fast

        Süre: 112 dk.

        Yapım yılı: 2014

        ‘MUCİZE’Yİ DÜN YAZMIŞTIM

        Türk sinemasının Spielberg’ü olmayı çoktan garantileyen Mahsun Kırmızıgül, ilk kez geçmişten bir dönemi aralamak istiyor. “Mucize”, eşkıyaları, anlaşmalı evlilikleri, engelli doğan çocukları, şaşı bakan adamları ve güzel kızlarıyla Doğu’da yolu olmayan bir Zaza köyüne sızıyor. Onun üzerinden öğretmen-öğrenci ilişkisine girerken, senarist-yönetmen Kırmızıgül yine çok fazla kişinin cesaret edemeyeceği riskli bir mevzuya güçlü ve olgun bir anlatımla yaklaşıyor. Detaycı sinematografisi, yer yer gaza basan ses efektleri veya Mert Turak’ın kalıcı performansıyla herkesi ayağa kaldıracak “Mucize”, günümüzdeki Kürt sorununu bırakıp, 1960’lar Anadolu’sunda 27 Mayıs darbesinin etkisi altında kalmış başka bir etnik kökene bakmayı öneriyor.

        1 Aralık’ta vizyona girse de bu haftaya dahil olan “Mucize”nin dün yazdığım yazısı için tıklayın:

        FİLMİN NOTU: 5.6

        Künye:

        Mucize

        Yönetmen: Mahsun Kırmızıgül

        Oyuncular: Talat Bulut, Mert Tulgar, Erol Demiröz, Seda Tosun, Büşra Pekin, Meral Çetinkaya, Cezmi Baskın

        Süre: 136 dk.

        Yapım yılı: 2014

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 1 (The Hunger Games: Mockingjay - Part 1): 3.5

        Adalet (The Equalizer): 6.5

        Annabelle: 4.1

        Annemin Şarkısı: 3.6

        Asfalt Çiçekleri: 2.6

        Aşk ve Tutku (Miss Julie): 3

        Aşkın Halleri (The Disappearance of Eleanor Rigby: Them): 5.9

        Ayı Paddington (Paddington): 6.5

        Bire Bir: 3

        Birleşen Gönüller: 4.5

        Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı: 3

        Çapkın Profesör (The Rewrite): 3.2

        Deliha: 2.2

        Deniz Seviyesi: 5.5

        Dönüş (The Turning): 5.5

        Evliya Çelebi: Ölümsüzlük Suyu: 5.5

        Exodus: Tanrılar ve Krallar (Exodus: Gods and Kings): 4.4

        Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku: 5.3

        Gece: 4.5

        Gece Vurgunu (Nightcrawler): 5.8

        Gittiler: Sair ve Mechul: 1.9

        Gizli Yüzler: 4.1

        Hadi İnşallah: 4.7

        Hobbit: Beş Ordunun Savaşı (The Hobbit: The Battle of The Five Armies): 6.5

        İki Gün ve Bir Gece (Deux Jours, Une Nuit): 6

        İncir Reçeli 2: 3.7

        İnsanları Seyreden Güvercin: 9.2

        Kanunun Ötesinde (A Walk Among the Tombstones): 3.5

        Karda Bir Beyaz Kuş (White Bird in a Blizzard): 7

        Karışık Kaset: 5.5

        Kesik (The Cut): 5.3

        Kırımlı: 6.1

        Kumun Tadı: 5.5

        Nikahta Keramet Var mı?: 5.2

        Oflu Hoca’nın Şifresi: 3.8

        Olur Olur!: 5.5

        Ölüm Alfabesi (Ouija): 3

        Patrondan Kurtulma Sanatı 2 (Horrible Bosses 2): 3.2

        Rimolar ve Zimolar: Kasabada Barış: 4.5

        Salak ile Avanak Geri Dönüyor (Dumb and Dumber To): 6

        Seni Seviyorum Adamım: 2.5

        Serena: 6.5

        Sesime Gel: 4.2

        Sivas: 6.5

        Sivil: 1.5

        Son Umut (The Water Diviner): 3

        Şeflerin Savaşı (Comme Un Chef): 3.5

        Uzun Yol: 1.8

        Ümmü Sibyan: Zifir: 4.7

        Ve Perde (Sils Maria): 4

        Vay Başıma Gelenler 2.5: 2

        Yağmur: Kıyamet Çiçeği: 4

        Yıldızlararası (Interstellar): 4.5

        Yusuf & Yusuf: 4.5

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar