Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        44. Uluslararası Rotterdam Film Festivali’nin ünlü Altın Kaplan ödülleri yarın sahiplerini bulacak. Bugün altı ana yarışma filmini de değerlendirerek 13 filmlik seçkiyle ilgili görüşlerimi paylaşmış oluyorum. Bunlar arasında “Haruko’s Paranormal Laboratory”, “Impressions of a Drowned Man” ve “Vanishing Point” dikkat çekip kendi ülkelerindeki güçlü geleneklere bağlı kalmanın faydasını gördüler.

        Salı günü yaptığım değerlendirmelerde Amerika kıtası, İngiltere ve Endonezya temsilcilerini ele almıştı. Ama seçkinin ikinci kısmına daha ziyade Avrupa sinemasından örnekler denk geldi. İsviçre, Danimarka, Yunanistan ile Hollanda’ya ek olarak Tayland ve Japonya filmleri de bir seçenek oluşturdu.

        MIIKE’YE ALTERNATİF OLUŞTURAN TV TAŞLAMASI

        Buradaki yarışmaya ürün vermeyi alışkanlık haline getiren İkinci Japon Yeni Dalgası, belki Suzuki belki Miike ile akraba Lisa Takeba’nın ikinci uzun metrajı “Haruko’s Paranormal Laboratory” (“Haruko Chôjô Genshô Kenkyûjo”) ile gövde gösterisi yaptı. Pop kültür referanslarının gerçeküstücü bir absürdlükle tanımlandığı film, TV’yle ilgili en camp ve sembolik hicvi görmemize olanak tanıdı.

        Bir anda kafasına eski model bir TV takılı olarak ortaya çıkan ‘fantastik/bilimkurgusal aşık’, bu konudaki alışkanlığı eleştirmek için biçilmiş bir kaftandı. Film de onun üzerinden sorulan sorularla bir kuşak çatışmasını, bir teknoloji eleştirisini, bir alışkanlık romantizmini beraberinde getirdi. “Weird Science” (1985) ile “Videodrome”un (1983) birleştiği noktada öne çıkan bu romantik-komedinin değeri, sanki hınzırlığı ve parlak renklerinde.

        PLASTİK TAYLAND SİNEMASINDAN GODARDİYEN FİLM

        Açıkçası Tayland ve Yunanistan filmlerinin öne çıkması şaşırtmadı. Bunun da sebebi her iki ülkenin de kendi kimliğini oturtan aykırı sinemacılarla yakın zamanda güçlü bir gelenek oluşturması olabilir. Zira Tayland’da Weerasethakul, Ratanaruang ve Sasanatieng özellikle 2000’lerin başında ağırlığını hissettirirken, Yunanistan’da Yorgos Lanthimos önderlğiinde bir akımdan bahsedebiliyoruz.

        Bu açıdan bakınca “Vanishing Point”in (“Jud Ruam Sai Ta”) plastik yapısını, biçimci anlayışını ve gizemli halini anlamlandırabiliriz. Görünürde iki karakterin yollarının kesişmesiyle dikkat çeken eser, bu ortak paydayla hiç ilgilendirmeyerek kamerayı başka bir yerde tutmayı tercih ediyor. Yönetmen Jakrawal Nilthamrong Godard’ın “Hafta Sonu”ndaki (“Weekend”, 1968) kaza tanımının bir benzerini uyguluyor. Sabit kamerayla alınmış plan sekanslar, kaydırmalı kameranın oluşturduğu uzun planlar, araya giren kitsch fotoğraflar/rakamlar, renk filtreleri, kurgu efektleri bu gerçeği bize yaşatıyor.

        Tayland sinemasında plastik ve deneyci bir sinema olduğu gerçeğini bir kez daha yaşıyoruz. Burada bir suçun çevresinde başlayan hikaye kurgusu o noktaya dönüyor gibi gözüküyor. Ama film, muhabir ve motel sahibi karakterlerini birbiriyle buluşturmayınca bizi soyut cinayet araştırma ve kaza sahnesiyle meşgul etmiyor. Etrafımızı ise budizm, aşk gibi kavramlarla donatıyor. Görsel aletlerini dramatik akıştan, aksiyondan inatla uzaklaştırıyor. Seyircisinin eline yapıbozucu bir ruhsal analiz vererek geri çekiliyor. Fransız Yeni Dalgası’nın çıkış dönemine ve Godard’ın formda yıllarına atıfta bulunuyor.

        ÖZNELLİĞİN BOYUTUNU FARKLILAŞTIRAN BİLİNÇALTI YOLCULUĞU

        “Impressions of a Drowned Man” (“Oi Entyposeis Enos Pnigmenou”) ise ayrıksı bir ölüm, şair ya da hayalet öyküsü… Olabildiğine şiirsel dururken, resim ve fotoğraf alma becerisiyle hayran bırakan, işitsel açıdan ise detaycı bir dünya sunuyor. Bilinçaltına yolculuğu bir ‘yaratıcılık dönemi’ olarak planlıyor. “Yas” (“Soog”, 2011) ile “Nostalghia” (1982) arasındaki çizgiden bakış açısı planları ile kaydırmalı genel planları besliyor. Bir anti-hayalet filmi olarak planlanıyor. Dünya sinemasında bu konuda ‘merkezi karakterin gözünden anlatma’yla varoluşu öne çıkarma arzusunu ortaya koyuyor.

        Bu noktada da aslında sinemaskopun genişliği, bir yalnızlığı, arka veya ön planda canlanan şaşırtıcı bilinçaltı halleriyle yorumluyordu. 1928’de intihar eden şairin her sene aynı gün büyülü bir şekilde reenkarne olması da bu fantastik bilinci dinginleştirip Kyros Papavasillou’yu sinemaya kazandırıyor. Elbette sözünü ettiğimiz olağandışı yol ona bir özgüven sağlıyor.

        ÇAYLAKLIK DÖNEMİNDE TONLAMA SIKINTILARI

        Diğer üç film arasında bir gezintiye çıkınca aslında tonlama sıkıntılarının öne çıktığı görüldü. Hollanda mamulü gerçekçi gangster filmi “Gluckauf”, Jacques Audiard etkisinden ya da “Salvatore Guiliano” (1962) modelinden bir şeyler çıkaramıyor. Filmdeki ‘popüler anlatı’ ile ‘minimalist üslup’ arasındaki kararsızlık belirgin bir kafa karışıklığına yol açarken karakterlerin sahiciliğini de yaralamış gibi.

        “Bridgend” ise her sahnede farklı bir dile yaklaşmanın mağduru... Danimarkalı Jeepe Ronde’nin, önemli bir olaya, Güney Galler’de 2007-2012 arasındaki 100’ü bulan intihar teşebbüsüne yaklaşımı örneğin Sofia Coppola’nın “Masumiyetin İntiharı” (“The Virgin Suicidies”, 1999) kadar etkileyici ve kalıcı olmayacak. Yapıt, yeri geldiğinde bir korku filmine, yeri geldiğinde bir gençlik filmine, yeri geldiğinde bir aşk filmine dönüşürken tatmin etmiyor. Işıklandırmanın genel kurallarını elden kaçırıp görsel tutarsızlığa yol açmak ise Danimarka sinemasına yakışmayan bir sıkıntı.

        Aslında İsviçreli belgeselci Nicholas Steiner imzalı “Above and Below” da belgesel-kurmaca arasındaki çizgiyi yıkma serbestliğiyle eleştirilecek bir eserdi. Kesişen hayatlar hikayesi, ABD zemininde kendini satmak için zorla İngilizce akıyor gibiydi. Tonlama, tempo sorunlarından ziyade fikir aşamasında da çok matah bir şey olamaması, bu proje özelinde Kaya İnan’ı, Avrupa’da çalışan Türk kurgucuyu kahraman yapıyordu. Böylece seçkinin genel sorunlarını ortaya döküyordu: Gerçekçi olmaya veya belgeselle bağ kurmaya çalışırken filme dönüşmeyi unutmak.

        ESAS KAZANANLAR BELLİ

        Açıkçası 13 yarışma filmi arasında “Parabellum”, “Haruko’s Paranormal Laboratory”, “Vanishing Point” ve “Impressions of a Drowned Man” daha bir öne çıktı. “Norfolk”u da es geçmemek lazım. Rolf de Heer önderliğindeki jüri hangi filme veya filmlere ödül verir bilinmez. Ama “Dog Lady”nin (“La Mujder de Los Perros”) beğeneni olduğunu ifade edebiliriz.

        “Norfolk” ve “Bridgend”in bölge isimlerini kullanıp oralardaki ‘şiddet’ olaylarını perdeye taşımaları ise ilginç bir sosyolojik sorumluluk anlamına geldi. Bu durum değerlendirenleri etkileyebilir. Bana kalırsa şiddetle ilişkide bir baba-oğul ilişkisi ve bilinçaltı yolculuğu planlayan “Norfolk” daha bir önde.

        Kerem Akça’ya göre Altın Kaplan yarışmasındaki filmlerin kalite sıralaması:

        1-Parabellum

        2-Haruko’s Paranormal Laboratory

        3-Impressions of a Drowned Man

        4-Vanishing Point

        5-Norfolk

        6-Bridghed

        7-Gluckauf

        8-Videophilia (and Other Viral Syndromes)

        9-Tired Moonlight

        10-Another Trip To the Moon

        11-Above and Below

        12-The Project of the Universe

        13-Dog Lady

        Diğer Yazılar