Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        8 MAYIS FİLMLERİ

        Yaratıcı veteriner karakteri ‘Niyazi Gül’, Demirer’in Korsan TV programındaki doyumsuz skeçlerinin ardından perdede alıyor soluğu. Böylece oyuncunun en verimli ve kalıcı tiplemesi film serisine dönüşme potansiyelini sınıyor, ‘Recep İvedik’in yerine göz dikiyor. İronik ‘hayvanla hayvan olmak’ cümlesinin peşine takılan “Niyazi Gül Dörtnala”, Ata Demirer’in en eğlenceli işlerinden… Önleminizi alın, bu Yeşilçam tadında komedi filmini izlerken gülmekten gözlerinizden yaş gelebilir!

        Ata Demirer, sektörde bir elin parmaklarını zar zor geçen kaliteli komedyenler arasında... Onun bir sahnelik performansları bile sonu gelmeyen kahkaha krizlerine yol açabilir. Bu potansiyel sayesinde de kendi yarattığı karakterlerden sinema filmi üretme şansına erişti zamanla. Bana kalırsa Demirer başkalarının senaryolarında (bkz. “Kısık Ateşte 15 Dakika”, “Osmanlı Cumhuriyeti”, “Neredesin Firuze?”) rol bulunca daha iyi filmlerde oynama şansına erişiyor.

        EN VERİMLİ ATA DEMİRER TİPLEMESİ

        Ancak ‘Niyazi Gül’, oyuncunun en verimli dönemine götürüyor bizi. 2000’lerin başındaki Korsan TV yıllarının en çok tutan tiplemelerinden biri uzun metraja transfer oluyor. Kılık değiştirirken şivesiyle, aksanıyla ve mimikleriyle dönüşüm geçirme becerisini yansıtan sahne kimliği yine çok kıvrak. Diğer komedyenlerden ayrılan özelliği de bu sanki Demirer’in. ‘Tek kişilik dev kadro’nun sırrı burada… Fatih Terim, Erman Toroğlu, Bülent Ersoy onun eline düşenlerin sadece bir kısmı. Genelde gözlem harikası tipler yaratan komedyen, kahkaha garantisi veriyor.

        “Berlin Kaplanı”nın (2012) Ayhan Kaplan’ı, ‘Eyyvah Eyvah’ın Hüseyin Badem’i öyleydi. İtiraf edelim, Niyazi Gül onlardan çok daha eğlenceli. Her şeyden bıkmış yüz ifadesi, gırtlaktan konuşma inadı ve akla hayale sığmayacak zooloji terimleriyle iş bitiren, sürprizlerle dolu bir tipleme. Hedefi ise aslında hayvan cinslerine saygıda kusur etmemek. Yani kitabında gördüğümüz ‘hayvanla hayvan olmak’ tümcesini yürürlüğe sokmak…

        FAKÜLTE DERSLERİ KOMEDİ ANLAYIŞININ YÜKSELDİĞİ ANLAR

        Baştan sona imalı bu söylem karakterimize çok şey katıyor. Niyazi Gül, ofis olarak da kullandığı evinde zamanının büyük bölümünü Hediye adlı yardımcısı, temizlikçisiyle geçiriyor. Ayrıca veterinerlik fakültesinde de derslere giriyor. İşin doğrusu Korsan TV skeçlerini hatırlatan ders bölümleri filmin atardamarı gibi. Hayvan çeşitlerinin analizinin yapıldığı bölümler kahkaha krizine sokabilir. Demirer, Peter Sellers, Cem Yılmaz gibi bir ‘karakter oyuncusu’, şekilde şekle girmeyi seviyor. Sözlü esprilerle komik durumları harmanlarken yaratıcı tiplemelerle fark yaratıyor.

        Bu damardan ilerlerken, hem evde etraftakilere verilen tepki, hem de mafya-zenginlik-şöhret üçgeninden bir at yarışı öyküsü de ekleniyor. Bu üç alan birbirini iyi tamamlıyor. Karakterin yaratıcısı Vedat Özdemiroğlu ve Demirer senaryoyu üstlenip, yanlarına iki isim daha almışlar.

        TÜRKİYE’NİN ‘DOKTOR DOLITTLE’I MI?

        Bu durum da incelikli saptamalarla hayranlık uyandıran bir 104 dakika doğuruyor. Demirer’in tiplemesi, Rex Harrison’ın “Doctor Dolittle”ından (1967) ziyade seriye dönüşen Eddie Murphy’nin ‘Doktor Dolittle’ının (‘Doctor Dolittle’) Türkiye şubesi gibi gözüküyor. Çocukluğunda hayvanlarla konuştuğunu öğrenen siyahi ve gözlüklü tipleme aslında fazla güldürmez. Sadece belli bir yaş grubunu hedef alır, aile mesajları verir. Ama onu model olarak alıp kendine göre şekillendiren Niyazi Gül bizim kültürümüze cuk oturuyor. Bunun üzerine sanki 1963’teki orijinal filmden yıllar sonra yine Murphy’nin önderliğinde seriye dönüşen ‘Çatlak Profesör’ (‘The Nutty Professor’) kıvamında bir sakar profesör/bilim adamı kimliği ekleniyor.

        “Niyazi Gül Dörtnala”nın hayvanseverliğin üzerine gitmesi yerinde. Ölü hayvanlardan üretilen kürklerden, çantalardan ve kolyelerden kopamayan Sultan Şahmerdan (Demet Akbağ) tiplemesi, Türkan Şoray alegorisi. Zaten isim de bu minvalde. Onun sevgilisi de dayı tipiyle Kadir İnanır’ı andırıyor. Aradaki olası aşka karikatürize yaklaşım “Selvi Boylum, Al Yazmalım” (1978) taşlaması gibi.

        SULTAN ŞAHMERDAN VE SAHNELERİ YEŞİLÇAM PARODİSİ GİBİ

        Demet Akbağ’ın hafifmeşrep ünlü tipi bir yana Levent Ülgen de tutuyor. Şebnem Bozoklu rüküş giyindiği bölüm dışında samimi gözüküyor. Diğer oyunculardan şüpheliyiz. Ama sarayındaki zengin kadının kitsch malzeme barındırması, Hollywood işlerinden fazla eksiği olmayan bir sanat yönetimiyle dar alana sıkıştırılıyor.

        Siyahi hizmetçi de her şeyin tuzu biberi oluyor. Sanki Yeşilçam’daki tüm abukluklar bir araya geliyor. Tuhaf boyutsuz melodramlardaki klişeler inadına parlak renkleri tercih eden bir yapım tasarımıyla parodi havasına kayıyor. Karikatürize tipler, hayvanseverlik üzerinden eğlendiriyor.

        DEMİRER VE AKBAĞ’IN ENERJİSİ FİLMİ AYAĞA KALDIRIYOR

        Hakan Algül Yeşilçam ezberine göre temiz iş çıkartmış, belki de en derli toplu filmine imza atmış. Aziz İmamoğlu’nun bazen hızlı çekim ve bir yerde montaj sekans kullanması, önceki işlerdeki kadar abartılıp boyutsuz durmayan bir ara geçiş gibi gözüküyor. Yeşilçam usulü komedi filmi fazla sıkıntı çekmeyince, bir sahnedeki devamlılık hatasını pek umursamıyoruz. Açı-karşı açı tekniğinde oyunculara, diyaloglara, durumlara odaklanmak alçakgönüllü bir yaklaşım. Akbağ ve Demirer’in enerjisine yüklenme tercihi çok doğru…

        Kısa sürede seriye dönüşmesi beklenebilecek “Niyazi Gül Dörtnala”, boş atış yapmıyor. Aksine sadece güldürmeyi hedefliyor. Fiziksel mizahtan da beslenen karakter komedisi tutuyor. Eddie Murphy’ye yaklaşan Ata Demirer de fena değil. Osmanlı Cumhuriyeti’ndeki 7. Osman’dan sonra en kalıcı karakterini bırakıyor geriye. At yarışı piyasası, şehir hayatı, magazin kültürü ve kent burjuvazisi/aristokrasi eleştirisi de katmanlara ilave ediliyor. Yan hikayeler sanki “Atla Gel Şaban” (1984) ve “Hanzo”dan (1975) da besleniyor. Son 20 dakikadaki dönüş konusunda ise şüphelerim var. Şikeye hayır diyen Ayhan Kaplan’dan sonra dopinge hayır diyemeyen Niyazi Gül ise Demirer karakterleri arasında ayrı bir çatışmaya yol açıyor.

        FİLMİN NOTU: 5.2

        Künye:

        Niyazi Gül Dörtnala

        Yönetmen: Hakan Algül

        Oyuncular: Ata Demirer, Demet Akbağ, Levent Ülgen, Şebnem Bozoklu, Ayşenil Şamlıoğlu, Ferit Kaya

        Süre: 104 Dk.

        Yapım Yılı: 2015

        ZARİF VE SEMBOLİK İLİŞKİ FİLMİ

        Gotik bir yapıda canlanan bir tutkunun öyküsü… Etrafından kelebekler ve aynalar geçen bir lezbiyen ilişki filmi… “Burgonya Dükü”, Çek sinemasının 70’lerdeki gerçeküstücü damarı ile Jesús Franco’nun kitsch dünyasını akla getiren olağandışı bir eser. Ama ‘deneycilik’i fazla ciddiye alıp tempoyu düşürünce, kendisiyle çelişip nefes alamaz hale geliyor.

        Lezbiyen ilişki filmlerinde yolculuğa çıkmak ufuk açıcı olabilir. Bu konudaki üretimleri bir araya getirmeye kalksak sinefil zihnimizi dizginlemekte zorlanırız. Peter Strickland’i “Katalin Varga” (2008) ile “Berberian Ses Stüdyosu”nun (“Berberian Sound Studio”, 2012) arkasındaki isim olarak biliyoruz. Deneysel İngiliz yönetmen, ayrıksı mekanları 70’lerde kıyıda köşede kalan veya ucuz zevk olarak nitelenen sinema eğilimlerini canlandırmak için kullanıyor. Transilvanya’da bir orman, Burgundy’de bir ev ya da İtalya’da bir ses stüdyosu…

        FARKLI ESİN KAYNAKLARI VAR

        Burada da aslında bu mantık işliyor. Evelyn ile Cynthia arasından bir ‘işveren-hizmetçi ilişkisi’ çıkıyor. Ucundan Losey’nin zamanın ötesinde başyapıtı “Genç Hizmetçiler”deki (“The Servant”, 1963) gerilimli dünyası akla geliyor. Chiara D’Anna Sarah Miles’ı andırıyor üstelik. Ama işin içine kelebekleri katıp sembolizmden beslenmek, William Wyler’ın “Koleksiyoncu”sunun (“The Collector”, 1965) esrarengiz koleksiyon algısını da anımsatıyor. Bu yan yollardan ulaşılmak istenen nokta sanki bir “Morgiana” (1972), bir “Lezbiyen Vampirler” (“Vampyros Lesbos”, 1970) ya da bir “Petra Von Kant’ın Acı Gözyaşları” (“Die Bitteren Tränen der Petra Von Kant”, 1972)…

        Bu bağlamda Strickland’in ağzına layık iki B-tipi oyuncu ile sarılıyoruz. Sidse Babett Knudsen ve D’Anna, tedirgin edici ve camp (bilinçli bayağılık estetiği) kimlikleriyle öne çıkıyorlar. Onların yapaylığı projeyi bir Jesús Franco seyirliğine kadar götürüyor. Saykodelik düşleri bilemeyiz, ama onun erotizmle değil, oyuncularla ilişkisi canlanıyor. Kelebeklerin, aynaların dahil olduğu gotik ev kullanımı, önceki yüzyıllardan bir pencere açıyor. Bu durum filme entelektüel bir hava katıyor. Strickland, simetrisi üzerine kafa yorulmuş çerçeveler yaratıyor. Ama 104 dakikada zamanla fazla ağır, ciddi ve minimalist gözükmeye başlıyor.

        NE GİZEM ARAYIŞI, NE DE EROTİK DOZAJ YERİNDE

        Franco’nun renk cümbüşünden beslenen gerçeküstücü kareleri değil, kitsch mimariyi dolambaçlı hale getiren kahverengi, karizmatik renkleri seçiyor. Araya ‘hayal’ veya ‘video-art’ niyetine giren entelektüel parçalar, Franco filmlerindeki stil coşkusunu yerle bir ediyor. Elbette Çek Yeni Dalgası’nın has yönetmenlerinden Juraj Herz’in olağandışı vizyonu da akla gelebilir. Ama sabit kamera açılarının sakilliği, kıyafet çıkarılmayan sadomazoşist seks oyunlarını ‘hayali bir tutku’ya yönlendiriyor. İkilinin birbirine bağlanması konusunda görsel yapı hiç hazırlıklı değil. Erotizm ‘muhafazakar’ bir zihinden çıkıyor.

        Bu durum karşısında aslında elbiseleriyle yatakta yatan karakterler ‘Hollywood sansürü mü var?’ ya da ‘Strickland gay mi?’ sorusunu sordurtuyor. Fassbinder’in de, Franco’nun da beğenebileceği eser koyu renklere yüklenerek ciddiyet sınavından geçme derdine kapılıyor. Strickland bir kez daha gizem arayışında ağırlığı seçmesiyle film modelini kontrol etmekte güçlük çekiyor.

        ŞIK VE ZARİF BİR FİLM

        “Burgonya Dükü” (“The Duke of Burgundy”, 2014), “Berberian Ses Stüdyosu”nun deneyciliği abartmasının ardından B sınıfı öğeleri entelektüel kitleye uygun resim tablolarıyla sarmanın mağduru oluyor. Bu durum karşısında da ister istemez aristokrasi hikayesinde cinsel tansiyon ve cinsel fantezinin üzerine şık ama korkak bir eserle gidiliyor. Görüntü yönetiminin değil, görüntü-kurgu uyumunun suçlanabileceği bir gizem problemi ortaya çıkıyor. Cat’s Eyes’ın alternatif pop/rock şarkıları kitsch görsellikten daha kalıcı.

        Strickland deneyci, çarpıcı anlar bırakıyor geriye. Bolca Çek sinemasının gerçeküstücü ruhunu akla getiriyor. Ancak sanki Franco’nun cinsellikten beslenen uçarı ve camp evreni ile o dünyanın sanat arka planlı olgun dünyası arasında kalıyor. Kendi solunum yollarını kendi tıkıyor. Sadomazoşizm “Grinin Elli Tonu” (“50 Shades of Grey”, 2015) kadar bile cüretkar servis edilmiyor. Bir sanat galerisinden kopup gelmiş estetik bedenlerle sınırlı kalıyor.

        FİLMİN NOTU: 4.7

        Künye:

        Burgonya Dükü (The Duke of Burgundy)

        Yönetmen: Peter Strickland

        Oyuncular: Sidse Babett Knudsen, Chiara D'Anna, Monica Swinn

        Süre: 104 Dk.

        Yapım Yılı: 2014

        ÜÇLEME OLACAK MI?

        Tom Rob Smith’in roman üçlemesinin ilk ayağında İngilizce konuşan Rus karakterlerle Amerikan halkı tatmin ediliyor. Bunun ötesinde aksiyonda becerikli yönetmen bu alandan uzaklaşınca tuhaf makyaj efektlerinden medet umuyor. Bu sayede “44. Çocuk”, meselesini insani taraflarıyla ele alan tutmamış bir Oscar projesine dönüşüyor.

        Biraz çocuk kaçırma filmi, biraz seri katil filmi, biraz casusluk gerilimi… “44. Çocuk” (“Child 44”, 2015), bu alanları keşfe çıkıyor. Esasen Stalin döneminde geçen ve içinde komünizm eleştirisi barındıran bir siyasi ambalaja sahip. KGB ajanı Leo Demidov’un peşine takılıyor. Onu Tom Hardy canlandırırken, Gary Oldman, Noomi Rapace, Nikolaj Lie Kaas da katkı veriyor.

        “DÜŞMANI KORURKEN” SEVİYESİNDE Mİ?

        Açıkçası Daniel Espinosa el-omuz kamerasını kullanan akrabalık kurduğu Paul Greengrass, Michael Winterbottom gibi gelenek sahibi yönetmenlerden biri olmayabilir. Ama ajan filmi aksiyonu “Düşmanı Korurken”de (“Safe House”, 2012) başarılı rejisiyle dikkat çekmişti. İki karakter arasındaki ilişkiyi zeki paralel kurgu hamleleriyle inşa etmişti.

        Burada iki kişilik kurgu ekibine, stüdyolarda çalışan görüntü yönetmenine karşın aynı özeni göremiyoruz. Zaten canlanan sahnelerin gerçek dışı bir tiyatro olduğu da düşünülüyor. Atıf Yılmaz’ı hatırlatan makyajlar bu durumun tuzu biberi oluyor. 50’lerde geçen süreçten bir “Sahtekar” (“Changeling”, 2008) kadar tatmin ayrılmıyoruz.

        POLİS PROFİLİ TUTUYOR MU?

        “Büyük Günah” (“The Lost Son”, 1999), “Fidye” (“Ransom”, 1996) kıvamında beylik çocuk kaçırma gerilimleri, ‘piloziotteschi’ adlı İtalyan polisiye alt türünün sosyal mesele arzusuyla donatılıyor. Bu altyapıdan Soğuk Savaş zeminli bir siyasi gerilim serisi çıkma oranı ne kadar yüksek?

        Rus karakterlerin İngilizce konuşması, “K:19 – Tehlikeli Saatler” (“K*19 The Widowmaker”, 2002) misali bir milliyetçilik getiriyor. Elbette Stalin döneminde kötücüllük her alana sıçramış olabilir. Ama düşmanlığı kör kör parmağım gözüne canlandırmak mantıklı mı? Elbette hayır… Ama burada hem Rapace’nin hem de Espinosa’nın bildikleri üçüncü dilde konuşmaları hiç fayda etmemiş.

        Üç ciltli roman serisinin ilk uyarlamasında, farklı alt türlerden beslenen özgün polis yaratma arzusu yarı yolda kalıyor. Espinosa “Düşmanı Korurken”den sonra bir kez daha zayıf senaryoya direnemiyor. “Fidye” ve “Freedomland”de (2006) çocuk kaçırma meselesini en klişe tarafıyla ele alan senarist Richard Price, bu projeyi de uçuruma sürüklüyor. İddialı 144 dakika, hiçbir şeye değmiyor.

        FİLMİN NOTU: 3.5

        Künye:

        44. Çocuk (Child 44)

        Yönetmen: Daniel Espinosa

        Oyuncular: Tom Hardy, Noomi Rapace, Gary Oldman, Nikolaj Lie Kaas

        Süre: 144 Dk.

        Yapım Yılı: 2015

        RUHSUZ SİNEMATOGRAFİ VE KORO SESLERİ

        Müzik-sinema birlikteliğini öne çıkaran filmleriyle kendine has bir kitle edinen François Girard, bu kez Dustin Hoffman’ın rol aldığı benzer reflekslere sahip bir işle karşımıza çıkıyor. “Koro”, öğretmen-öğrenci ilişkisini en klişe ve sıradan haliyle sununca bayat duruyor. Ruhsuz kareler filmi baltalarken, inatla volümü yükselen koro ezgileri hesaplı bir ağlatma planıyla sınanmamızı sağlıyor.

        Teksas’ta yaşayan 11 yaşındaki yetim çocuk ile Ulusal Koro Akademisi’nin huysuz öğretmeninin sevgi dolu ilişkisi… “Glenn Gould Hakkında Otuziki Kısa Film” (“Thirty-Two Short Films About Glenn Gould”, 1993), “Kırmızı Keman” (“Le Violin Rouge”, 1998) gibi ‘müzik ve sinema’ deyince akla gelen eserlerin yönetmenidir François Girard. Onun ses bandına gösterdiği özen, görselliğin her zaman önüne geçmiştir. İyi oynayan oyuncular da süs niyetine işitsel resitali takip etmiştir. Genelde seyirci filmlerden gözyaşlarıyla ayrılır.

        EN İYİ İHTİMALLE BİR VASATLIK ABİDESİ

        Yönetmen “Koro”da (“Boychoir”, 2014) eskimiş bir formülü alıyor kontrolüne. Öğretmen-öğrenci ilişkisinin görebileceğimiz en kalıplarına uydurulmuş formülü beliriyor. Birçok kişinin vasatlık abidesi olarak anacağı eser, Garrett Wareing’i çıkarmasıyla değerlenir mi bilinmez. Ama mesele tecrübeli müzisyen-çırak öğrenci etkileşimine uzanıyor. Ancak 2.35:1’de o kadar ruhsuz bir iş var ki, duygusuna girmek bile imkansızlaşıyor.

        Görüntü yönetmeni David Franco, sinemaskop formatında durgun kareler alıyor. Bu yapay boşluk bırakan ruhsuz çerçeveleri, profesyonel oyuncularla doldurmaya çalışıyor. Girard’ın metodu, volümünü yükseltip müzik derslerini akla getiren koro ezgileri ile ağlatmak. Bates, Hoffman, Winger gibi oyuncuların varlığı ise göstermelik ‘vay be ne iyi oynamışlar!’ tepkisiyle filme bir ‘saygı’ getiriyor.

        KLİŞELER RUHSUZ GÖRSELLİĞİ ANLAMLI HALE GETİRİYOR

        Ancak 103 dakikada bu potansiyeli kaldıracak ne görsel, ne dramatik yapı var. Oyuncular zamanla konuk oyuncuya dönüşüyor. 80’ine merdiven dayayan Hoffman, iletişimi ve çatışmaları çözemeyen bir rejisörün mağduru oluyor. Onun hamleleri çok havada kalıyor. Yetim kalma, asilik yapma, medeniyeti tatmama gibi tipik öğrenci sorunları yeni bir şey gibi üzerimize atılıyor. Öğretmenin aksiyken sevgi kelebeğine dönüşme klişesi birebir var. İster istemez sadece Brian Byrne’ın iyi kaydedilmiş bestelerine bel bağlanıyor.

        “Koro”, “50 Cesur Kemancı” (“Music of the Heart”, 1999), “Yarım Öğretmen” (“Half Nelson”, 2006), “Kalbini Dinle” (“August Rush”, 2007), “Whiplash” (2014) gibi akrabalık kurduğu eserleri yeniden izleme arzusu uyandırıyor. Bu formüle müziği sokup sevgi seline kapılan birçok tatsız filmi ise yeniden hatırlatıyor. Beylik mesajlar şüphesiz sadece 10-15 yaş grubuna hitap ediyor. Bir çeşit üvey baba-yetim çocuk ilişkisi, görsel bir dille cilalanamayınca çabucak unutuluyor.

        FİLMİN NOTU: 3

        Künye:

        Koro (Boychoir)

        Yönetmen: François Girard

        Oyuncular: Dustin Hoffman, Garrett Wareing, Josh Lucas, Kathy Bates, Kevin McHale, Debra Winger

        Süre: 103 Dk.

        Yapım Yılı: 2014

        ‘ŞEYTANİ RUHLAR’ BÖLGESİ PİLOT BÖLÜMÜ

        Polisiye-ruh filmi kırması yapısıyla en fazla bir diziye pilot bölüm olabilecek eseri sinema filmleriyle karıştırmamak lazım. “Şeytani Ruhlar”, ‘çöp’ (‘trash’) üretimin artmasını sağlayacak korku ürünlerinden. James Wan’ın ismi ve Maria Bello bile kurtaramıyor filmi.

        James Wan isminden faydalanmak moda oldu. Ama artık bazı eserlerin aslına ulaşmak istiyoruz. “Şeytani Ruhlar” (“Demonic”, 2014), “Ruhlar Bölgesi”nin (“Insidious”, 2010) korku sinemasına getirdiği öğeleri kullanıyor. Sanki şeytan filmine polisiye eğilimi kazandıran “Fallen”la (1998) akrabalık kuruyor. Kara film-şeytan filmi kırması “Şeytan Çıkmazı” (“Angel Heart”, 1987) ile de bir iletişime giriyor.

        GÜZEL RUH FİLMLERİ İÇİN BAŞKA KAPIYA

        Bu sayede de Maria Bello’nun cinayet, lanet ya da görüntü araştırma süreci, üretim fazlası bir ‘buluntu film’ görünümüne bürünüyor. 2.35:1’de ne sebeple çekildiğini anlayamadığımız eser bu açmazdan kurtulmak için adım bile atmıyor. Grenli, kirli görüntüler ve beşinci sınıf oyuncularla korkutmaya çabalıyor. Evde izlesek anında bırakacağımız bir seyir süreci sabrımızı zorluyor. Yakın plan bombardımanı yorucu hale geliyor.

        Perili ev motifinin bildiğimiz haliyle kullanılmamasını takdir ediyoruz. Ancak ce yapan ve seyirciyi salak yerine koyan efektler için ne diyebiliriz? “Şeytani Ruhlar”, yeniden izlenmesi gereken ‘perili ev filmi’ damarlı ruh filmleri olduğuna dikkat çekiyor. Polisiye araştırmasıyla da, cadı tahtasıyla da, görsel efektleriyle de, bulunmuş görüntüleriyle de tatmin etmiyor. Yan bölüm (spin-off) “Annabelle”den (2014) sonra “Şeytani Ruhlar” da Wan’ın yalnızca yapımcı imzasını taşıyan eserlere mesafeli yaklaşmamız için bir uyarı niteliğinde…

        FİLMİN NOTU: 1.5

        Künye:

        Şeytani Ruhlar (Demonic)

        Yönetmen: Will Cannon

        Oyuncular: Maria Bello, Frank Grillo, Cody Horn, Dustin Milligan, Megan Park

        Süre: 86 dk.

        Yapım yılı: 2014

        HAFTANIN EN İYİSİNİ ÇARŞAMBA YAZMIŞTIM

        Korku filmlerinde gençlerin eli bıçaklı bir katil tarafından doğranmasına alışığızdır. “Peşimdeki Şeytan” bu klişeyi, 80’lerde “Elm Sokağı Kabusu”, 2000’lerde “Son Durak”ın yaptığı gibi ‘doğaüstü öğeler’le allak bullak ediyor. ‘Kurbanların peşine düşen katil’, ‘ayakta kalan masum/bakire kız’, ‘bakış açısı kamerası’ gibi kuralları unutmamızı salık veriyor. Peşimizi bırakmayacak capcanlı bir korku geleneği yaratıyor.

        FİLMİN NOTU: 8.2

        Künye:

        Peşimdeki Şeytan (It Follows)

        Yönetmen: David Robert Mitchell

        Oyuncular: Maika Monroe, Keil Gilchrist, Olivia Luccardi, Lili Sepe

        Süre: 100 dk.

        Yapım yılı: 2014

        BÜYÜLEYİCİ Mİ, YORUCU MU?

        “Kan Dökülecek”, “Ateşli Geceler”, “Manolya” gibi eserleriyle Amerikan klasik sinemasına damga vuran Paul Thomas Anderson’ın son çalışması… Thomas Pynchon uyarlaması “Gizli Kusur” (“Inherent Vice”), hard-boiled dedektiflik romanlarının yapısını saykodelik (pyschedelic) düşlerle sarmaya gayret ediyor. Yönetmen görsel derinlikle ders verse de kariyerinin en sıradan, kişisel ve savruk işlerinden birine imza atıyor. İlerleyen dönemde Terry Gilliam’ın “Vegas’ta Korku ve Nefret”i varsa Anderson’ın da “Gizli Kusur”u var diyeceğiz gibi gözüküyor.

        “Gizli Kusur” adıyla vizyona giren “Inherent Vice”ı bir ay önce Türkiye prömiyerinde izleyip kaleme almıştım:

        FİLMİN NOTU: 6.3

        Künye:

        Gizli Kusur (Inherent Vice)

        Yönetmen: Paul Thomas Anderson

        Oyuncular: Joaquin Phoenix, Katherine Waterston, Josh Brolin, Benicio Del Toro, Reese Witherspoon, Jena Malone, Owen Wilson, Maya Rudolph

        Süre: 148 dk.

        Yapım yılı: 2014

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Altınlı Kadın (The Woman in Gold): 4.8

        Annie: 5.6

        Aşk Olsun: 3.2

        Bana Adını Sor: 5.3

        Bir Varmış Bir Yokmuş: 5.2

        Bizim Hikaye: 2

        Büyük Gözler (Big Eyes): 5.4

        Cake: 5.3

        Chappie: 6.5

        Citizenfour: 3.2

        Çekmeceler: 6

        Çekmeköy Underground: 4

        Danny Collins: 3.2

        Dönüm Noktası (The Humbling): 2.7

        Eksik: 4.9

        Evim (Home): 4.2

        Fokus (Focus): 5.6

        Geronimo: 6.7

        Güvercin Uçuverdi: 2.7

        Hayvan Düşü: 5.5

        Hızlı ve Öfkeli 7 (Furious 7): 3.8

        İçimdeki Balık: 5.5

        İntikam Kapanı (Everly): 4.6

        Kanunun Kuvveti (La French): 6

        Karadeniz (Black Sea): 6

        Kendinol: 4.9

        Kingsman: Gizli Servis (Kingsman: The Secret Service): 7.6

        Kocan Kadar Konuş: 5.8

        Kuzular Firarda (Shaun the Sheep): 6.5

        Limonata: 2.7

        Marigold Oteli’nde Hayatımın Tatili 2 (The Second Best Exotic Marigold Hotel): 2.8

        Mihrez: Cin Padişahı: 5.5

        Münafık: 3.2

        Öğrenci İşleri: 2.5

        Ölüm Kampı (Welp): 5.4

        Piramitin Laneti (The Pyramid): 6.5

        Polis Akademisi Alaturka: 1.5

        Rosewater: 2.5

        Sebahat ile Melahat: 2.7

        Selam: Bahara Yolculuk: 1.9

        Senden Bana Kalan: 5.5

        Son Mektup: 3.5

        Son Savaş: Aşk (The Lovers): 3.8

        Sonsuz Bir Aşk: 2

        Şeytanın Kapısında (At The Devil’s Door): 5.6

        Şans Ayağıma Geldi (The Cobbler): 7.7

        Tehlikeyle Flört: 5.6

        Tek Aşkım (The One I Love): 8.5

        Teksas Katliamı (The Texas Chain Saw Massacre): 10

        Toprağın Tuzu (The Salt of the Earth): 3

        Toz Ruhu: 5.5

        Yenilmez: Ultron Çağı (The Avengers: Age of Ultron): 5.2

        Yolunda A.Ş. ÇinÇin Bağları Hikayesi: 1.8

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar