Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Vizyona girmeden DVD’si çıkan, adeta seyirci için fırsata dönüşen dört film… Joe Carnahan, Eli Roth, Michael Almereyda, Daniel Alfredson gibi takip edilen yaratıcılardan hem de…

        Anarşi”: Alternatif Shakespeare uyarlaması

        Shakespeare’in metinlerini sinemaya uyarlamak kolay iş değildir. Çoğu yönetmen/yaratıcı bu uğurda mayına basmak durumunda kalmıştır. Ama Akira Kurosawa, Julie Taymor gibi isimler sinema tarihine kalıcı uyarlamalar bırakmıştır. Bu konuda Baz Luhrmann’ın 1996 tarihli “Romeo ve Juliet”i (“Romeo + Juliet”, 1996) 20 yılı etkisi alına alan postmodern bir klasiktir.

        Günümüze transfer olan hikayede, Shakespeareyen konuşan karakterlerin, biçimci video klip estetiğinden destek alması, tiyatro/popüler kültür çatışmasını anlamlandırmıştır. Onun izinde de aslında eski yüzyılların karakterlerini bugüne taşıyan işler artmıştır.

        Senden Nefret Etmemin 10 Sebebi” (“10 Things I Hate About You”, 1999), “Hamlet” (2000), “O” (2002), “Coriolanus” (2011) gibileri farklı farklı bakış açıları katmıştır bu modele. Michael Almereyda, Sundance’te yarışan deneyci ve siyah-beyaz ‘Dracula’nın kızı filmi’ “Nadja” (1994) ile dikkat çeken bir isim. 2000’de ise “Hamlet” ile günümüzden karakterler arasına taşınmış bir Shakespeare metni servis etmişti.

        Burada ise 1611 yılında ilk kez sahnelenen Shakespeare oyunu Cymbeline’ı benzer bir şekle sokuyor. Yeni milenyuma adapte olurken adları korunan karakterler, monarşinin içindeki iktidar mücadelesini ‘biker film’ (motosikletli filmi) formülüyle sokaklara taşıyor. Sanki “The Wild Angels” (1966), “Devil’s Angels”ın (1967) modelleri Shakespeareyen bir dünyaya transfer oluyor.

        Görüntü yönetmeni Tim Orr, özellikle kamerayı ortada tutmuş. Her sekansta bir tiyatro sahnesi hissi veriliyor. Oyuncuların giriş çıkışları bize hissettiriliyor. Az kesme yapılması, onların sokak diliyle konuşmasının arasına yer yer eski İngilizce diyaloglar sokulmasına alan açıyor. Belirgin yabancılaştırma hamlesi, bu sayede sosyolojik açıdan İngiliz Kral Lear uyarlaması “Krallığım” (“My Kingdom”, 2001) misali bir güncel bakış getiriyor.

        Cymbeline (Harris), Iachimo (Hawke), Imogen (Johnson), Posthumus (Badgley), Pisanio (Leguizamo) gibi karakterler bir uyuşturucu kartelinin öğeleri haline geliyor. Üvey oğluyla üvey kızını evlendirmek isteyen kraliçe burada da var. Ama her şey ‘biker film’ ya da ‘gangster filmi’ geleneğine transfer ediliyor.

        Monologların öne çıktığı, açı-karşı tekniğinin sükunetle uygulandığı süreçte Almeredya da iyi bir işçilik çıkarıyor. Sabırlı durarak Ed Harris’in kral, Jovovich’in kraliçe, Ethan Hawke’un arayı bozan muhbir, Dakota Johnson’ın herkesin peşine düştüğü kız tiplemelerine adapte oluyor. Bizi tatmin ediyor. 1982 tarihli TV dizisindeki Imogen’e can veren Helen Mirren’den sonra yükselişteki Dakota Johnson da hiç fena iş çıkarmıyor. Almereyda adına ise “Hamlet”ten daha başarılı bir Shakespeare uyarlaması canlanıyor.

        FİLMİN NOTU: 6.9

        Stretch”: Limuzinli aksiyon filmi

        Narc” (2002) ile kalitesini ispatlayan Joe Carnahan, aslında o zamandan bu yana bir gerileme ya da duraklama devresinde... 13 seneyi göz önünde bulundurunca “Tehlikeli Aslar” (“Smokin’ Aces”, 2006) onun en hatırı sayılır filmiydi. “A-Takımı” (“The A-Team”, 2010) ve “Gri Kurt”ta (“The Grey”, 2011) bir yönetmenlik vardı. Ama sanki bu filmler, yönetmenin çöküşünü hızlandırmak içindi. Sakin polisiyeden ‘aksiyon’a kayan Carnahan, “Stretch”te (2014) bu damardan kendi filmini yaratmaya çalışıyor. Bilgisayar oyunu estetiğiyle çekilmiş bir ‘limuzin aksiyonu’ için kolları sıvıyor.

        Aslında sevgilisinin ‘andrenalin’ yüklü terk etme anının ardından kendini yeraltı dünyasına veren, taşıyıcı olan bir karakterden aksiyon kahramanı yaratılıyor. Bu anti-kahraman, Patrick Wilson’ın katkısıyla canlanıyor. Uyuşturucu ve kumar sorunu yaşayan Stretch, aslında bu noktada bir yönüyle ‘Lola’ (“Koş Lola Koş”), bir yönüyle ‘Chev Chelios’ (‘Tetikçi/Crank’) izlenimi bırakıyor.

        Ancak bu eyleme doğru ilerlerken anlatıcı sesiyle başlayan film, doyumsuz hızlı kurgunun ardından gelen durakları, ilk 30 dakikadaki kıvraklıkla geçemiyor. Aksine Ed Helms’in ‘kara komedi’ karakteri olarak içeri girmesi her şeyi darmadağın ediyor. Helms, ‘karikatürize’ prototipiyle bütün dengeyi bozarken, yönetmenin 7300 dolara çektiği “Blood, Guts, Bullets and Octane”in (1998) önemsenmesini engelleyen, azılı düşman ‘mizah’ devreye giriyor.

        Carnahan ilk filminden sonra bir kez daha bu tuzağa düşmüş. 2002’deki muhbirli ve melankolik ciddi polisiye filmi “Narc” seviyesinde işlerden ziyade piyasa işlerle aksiyon sahnesi çekme adına kendini kullandırıyor. Doug Liman’ın ilk döneminden sonra yaşadıklarına benzer bir kariyere sapıyor. Ama onun gibi bir “Geçmişi Olmayan Adam” (“The Bourne Identity”, 2002) da bulabilmiş değil henüz. Ümitliyiz…

        Hız algısının bilgisayar oyunu estetiğinden yavaş yavaş kopması Stretch’i “Koş Lola Koş” (“Lola Rentt”, 1998) ile “Taşıyıcı” (“The Transporter”, 2002) arasında kalmaya zorluyor. “Cosmopolis”e (2012) aksiyon ya da alt sınıf kardeşi de gelmesi engelleniyor. Uyuşturucu, seks, kumar, seçmeler bile onu bir yere getiremiyor. “Koş Lola Koş”un bisikletli versiyonu “Acil Teslimat” (“Premium Rush”, 2012) gibi bir başarı gelmiyor. “Hayatım Yalan!”la (“Just Go With It”, 2011) çıkış yapan Brooklyn Decker ise filmin en önemli kazananı. Onun yanına elbette ilk 30 dakikayı izleyip enerjiye karşı çıkamayan seyirciler eklenebilir.

        Film giriş bölümündeki dinamizmini çok çabuk harcayıp nefes nefese kalıyor. Son bir saate bir şey bırakmıyor, incelikli olmayan bir mizah ve zoraki bir entrikayla kendi coşkusuna set çekiyor.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Heineken’i Kaçırmak”: Soygun filmi görünümlü rehine gerilimi

        1980’lerde yaşanan gerçek bir olaya odaklanan yapıt, Peter R. De Vries’in romanından yola çıkıyor. Hollanda’daki bir suç örgütünün, bir çetenin yaptıklarını önümüze seriyor. “Heineken’i Kaçırmak” (“Kidnapping Mr. Heineken”, 2015), bira kodamanı Freddy Heineken’i kaçırma sahnesi ile başlıyor. Açılış jeneriğinde ekran bölme tekniği ve Anthony Hopkins yakın/orta planları bir şeyleri anlatıyor.

        Sir’ lakaplı oyuncunun karizmatik ses tonu aslında bizi en çok ilgilendiren sinemasal öğeye dönüşüyor. Bunun devamında sanki IRA misali Hollandalı bir örgütün soygun eylemlerini, fidye istemesini görüyoruz. “Heineken’i Kaçırmak”, rehine filmi olarak çok aman aman bir iş değil... Ama sanki Daniel Alfredson, bu eylemi ‘soygun aksiyonu’ damarıyla onarıyor. Bu konuda da “Büyük Hesaplaşma” (“Heat”, 1996) ile akrabalık kuruyor.

        Ama esasen “Sıkıyönetim”in (“Etat de Siege”, 1971) siyasi yüzeyde grenli ‘kaçırma’ meselesini omurgasına yerleştiriyor. Sanki değerli bir kişinin alt edilmesinin arkasına, “Son Darbe” (“The Killing”, 1956) ya da “İtalyan Usulü Soygun”un (“The Italian Job”, 1969) ‘ekip ruhu’ndan beslenen işleyişi ilave ediliyor. Yönetmen Daniel Alfredson, ‘Ejderha Dövmeli Kız’ serisinin iki halkasıyla şöhrete kavuşmasının ardından bir İngilizce projeye atanmış.

        Aslında sinematografinin dönemin mat renklerini, kirli dünyasını resmetmesi yerinde. Kurgunun ahengi de karelere eşlik ediyor. Filmin ritminde bir sıkıntı yok. Fakat Heineken’in bir odada beklemesi, sanki Hopkins müsait olduğunda o sahnelerin çekildiği izlenimi bırakıyor. Böylece gerçek/tarihi suç öyküsünün arka planına yerleştirilen, filme ismini veren ‘olay’ oluyor.

        Bu esaslı sorun filmi baltalıyor. “Heineken’i Kaçırmak”, Daniel Alfredson’ın ağabeyi Thomas kadar başarılı olmadığını bir kez daha kanıtlıyor. Sturgess, Worthington ve Kwanten, İngiliz aksanıyla nasıl bir katkı veriyorlar tartışılır. Ama ‘Hollandalı karakterler niye İngilizce konuşur?’ sorusu fazla gündeme gelmiyor. Bu olayı anlatan 2011 tarihli Hollanda filminde Rutger Hauer’in Hopkins’den başarılı olmadığından ise eminiz.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Artçı Şok”: Eli Roth Şili’de

        Şiddet pornosu tanımının tam karşılığını sunan bir Eli Roth imzası daha… Aslında 2013’te yönetmen İtalyan zombi filmlerine saygı duruşunda bulunurken (“The Green Inferno”) ‘mizah’ı da unutmayarak ucuzluğu anlamlandırıyordu. “Artçı Şok”ta (“Aftershock”, 2012) bir yere kadar bu arzuyu görebiliyorsunuz. Başrol oyuncularından biri olan Roth, sahneye çıktığında muzipliğini gösterip ‘korku-komedi’ omurgasını aktif hale getiriyor. Ama elbette bireysel proje ile yapımcı/senarist imzası farklı şeyler…

        Şilili yönetmen Nicolás López, dördüncü filminde İngilizce çalışmış. Roth’u filmi Canon EOS 7D kamera ile çekmeye ikna etmiş. Bu fotoğraf makinesi kaydına takılırsanız şaşırmayın. Aslında film 2010’da Santiago’da yaşanan deprem faciasından ve tsunami korkusundan alıyor kaynağını. Ama işin özünü bir ‘istismar filmi’ne bağlıyor. Burada Taylan Kardeşler’in zekasından çıkan sinema tarihimizin en iyilerinden “Küçük Kıyamet” (2008) gibi bir başarı abidesi yok. 17 Ağustos depreminin girdiği dahiyane sinemasal yolları göremiyoruz.

        Felaket filmini ‘kan banyosu’na çeviren, uzuvların koptuğu, tecavüzün, kesme biçmenin normalleştiği evren tam Roth’un ağzına layık... İlk 40 dakikalık bölümde kızlı erkekli bir eğlence yumağı izliyoruz. Bu coşkunun arkasından korkunun gelmesi ise gerçek bir felaketle oluyor. Kamera çeşidinin getirdiği ‘camp’ (bilinçli bayağılık estetiği) renkler, yeşil ve sarının patlamasıyla ‘parlaklık’ rekoru kırıyor. Adeta şen şakrak dünyanın cılkı çıkıyor.

        B sınıfı/çöp eğlenceye hazırlanıyoruz. Aslında “Otel”deki (“Hotel”, 2005) herkesi çileden çıkaran Slovakya yorumunun bir benzeri Şilililer için var burada. Ama Brezilya’yı öcü gibi gösteren “Turistas” (2006) misali net bir ırkçılık yok. Aksine Eli Roth, alemci ama kaybeden genç adam tipini, göndermeleri ve iğnelemeleriyle filmi bir yere kadar sırtlayıp götürüyor. Onun bıraktığı yerden sonraki ciddiyet, Nicolás López’in yetersiz rejisine takılıyor.

        Artçı Şok”un Herschel Gordon Lewis kafasına yakın bir ‘felaket istismar filmi’ne kaynaklık ettiği muhakkak... Roth’un Lopez’i bu sene çektiği “Knock Knock”a (2015) ortak senarist olarak alması ise ilginç bir detay…

        FİLMİN NOTU: 3.8

        KEREM AKÇA’NIN TÜRKİYE’DE YENİ PİYASAYA ÇIKAN DVD’LERDEN ÖNERİLERİ

        1-Sen Aydınlatırsın Geceyi

        2-Prenses Kaguya Masalı

        3-39 Adım (39 Steps)

        4-Şans Ayağıma Geldi (The Cobbler)

        5-Kazara Aşk (Accidental Love)

        6-Düşlerin ve Çılgınlığın Krallığı

        7-Nebraska

        8-Leviathan

        9-Foxcatcher

        10-Diktatörle Görüşme (The Interview)

        11-Kocan Kadar Konuş

        12-Robin Hood’un Son Macerası (The Last of Robin Hood)

        13-Yolcu (The Homesman)

        14-Şeytanın Kapısında (At The Devil’s Door)

        15-Birdman

        Diğer Yazılar