Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Everest”in ilk eleştirisi HABERTÜRK’te! Kerem Akça Venedik’teki dünya prömiyerinde izledi…

        1996’da Everest Dağı’nda yaşanan felakete odaklanan “Everest”, üç boyutlu bir ‘dağ filmi’ örneği... Baltasar Kormákur imzalı eser, sezonun en büyük fiyaskosu olmaya aday. Filmi dün 72. Venedik Film Festivali’nin açılışında yapılan, Jake Gyllenhaal, Josh Brolin, Jason Clarke, Emily Watson ile John Hawkes’ın da katıldığı dünya prömiyerinde izledim. Törende Nuri Bilge Ceylan’ın da bulunduğu Altın Aslan jürisi ise sahneye çıkarak konukları selamladı.

        Dünyanın en yüksek dağı olarak bilinen Everest’te yaşanan olayları yaşamasak da, bir şekilde duyarız. Zira medya ve sanat çevreleri bu konuda hiç boş durmaz. Sinemada ise dağ felaketlerinin yansıması devirlere göre değişkenlik gösterebilir. Her şekilde işin ucu ‘macera filmi’ne çıkıyor. Örneğin günümüzde böylesi projelerin Oscar için ürün veren ‘survival film’ (yaşamda kalma filmi) alt türüyle ilişkisi değerli olabiliyor. Ama “Everest”e (2015) de kaynak oluşturan ‘dağ filmi’ başlı başına bir alt tür…

        HER İSKANDİNAV İYİ DAĞ FİLMİ ÇEKEMEZ

        90’larda “Dağcı” (“Cliffhanger”, 1993), “Alive” (1993) gibi fena olmayan denemeler izledik izlemesine. Fakat işin ucu 1920’lerin sonunda Almanya’da ortaya çıkan ‘bergfilme’ türüne uzanıyor. Günümüzde bu formatı kullanmak, zaten hiç de popüler olmayan macera türünün altında bir şeyler yapmak anlamına geliyor. Sahaya da 1-0 yenik çıkılıyor.

        65 milyon dolar bütçeli “Everest” (2015), türünde ilk 3D uzun metrajlı film olma hedefiyle yola çıkıyor. Bu tarafıyla en azından sıkıcı, bayat durmaya başlayan bir alanı ayağa kaldırabilir gibi duruyor. Ama bunu başarabiliyor mu, elbette hayır. Öncelikle İzlandalı Baltasar Kormákur’dan alınmak istenen sonuç, ‘İskadinavya’da ana akım filmler çekti, dağda sonuç alabilir’ öngörüsü tutmamış.

        DOĞAYI KULLANMA ŞEKLİ UCUZ DURUYOR

        Ona yüksek bütçeli bir proje emanet etmek doğru mu peki? Aslında “Zorlu İkili”de (“Two Guns”, 2013) aynı miktarda bir bütçeyle kariyerinin en tutarlı işlerinden birine imza atmıştı yönetmen. Ama bu kadar geniş alana açılmadan memuriyet yaparak sonuç almıştı. Bu sebeple de filmin el-omuz kamerasına mahkum edildiğini görebiliriz. Güzel, görkemli dağ görüntüleri ise helikopter kamerayla ayrı çekilip araya atılmış gibi duruyor. 1998 tarihli orta metrajlı IMAX filmi ‘Everest’ten yapıştırılmış. Bizim “Nefes: Vatan Sağolsun”da (2009) Levent Semerci’nin aldığı görüntüler daha iyi.

        Filmin tamamı aslında bu minvalde gidiyor. Arka planda asla yansıtılmak istenmeyen, yapıştırılmış gibi duran doğa görüntüsü, önde ise dar ölçeklere sıkıştırılan oyuncular. Buna paralel olarak 90’ların yaşayışını yansıtamamak, bir ucuzluk hissi getiriyor. Buna Jason Clarke’ın ciddi bir rolde başarılı olma şansının yüzde 0 olması da ekleniyor. Onun yerine düşünülen Bale gelse her şey değişebilirdi. En azından başrol oyuncusu gülünç durmazdı.

        Üç boyutlu sahneler ise sanki düşen kar toplarıyla, buzullarla bir heyecan getirmiyor. Adrenalinden uzak seyreden film, eski model macera filmlerini, siyah-beyaz dönemin az efektli, düşük bütçeyle zorla yapılmış eserlerini, belki 30’lu 40’lı yılları hatırlatıyor. Efekt teknolojisi de bu görüşü kuvvetlendiriyor.

        HESAPLI DRAMATİK YAPI STÜDYO KURGUSUNA YOL AÇIYOR

        “Milyoner”in (“Slumdog Millionaire”, 2008) ortak senaristi ile “Gladyatör”ün (“Gladiator”, 2000) ortak senaristini tutma hamlesi ne kadar geçerli olmuş? Tartışılır. Zira bu sayede hedeflenen ‘başarı öyküsü’ ile ‘görkemli ambalaj’ birlikteliği tutmuyor. İnatla başarı hikayesinden kopma arzusu çok ruhsuz duruyor. Dramatik yapı o kadar kopuk kopuk geliyor ki karakterleri tanımakta dahi güçlük çekiyoruz.

        15. dakikada Gyllenhaal’ı sokma, 60. dakikada dağda çığ altında kalma gibi numaralar, çalar saat kurulmuş izlenimi bırakıyor. ‘Sonuç’ kısmına saklanan adrenalin, işi melodrama kaydırıyor. Kadınlarla paralel kurgu bile inandırıcı durmuyor. Sadece Robin Wright, aksanından peruk şekline kadar iz bırakıyor. Worthington’ın esas kurtarıcı olması ise seksist bir mesaja sebebiyet veriyor.

        ÜÇ BOYUTTA ZAAFLAR ORTAYA ÇIKIYOR

        Sanki “Turist”in (“Force Majuere”, 2014) anti-felaket filmi yaklaşımının çok can yaktığı günlerde “Everest”, fazla klişe, bayat, ucuz ve gülünç duruyor. Başlarda oyuncuların arka plandan gülerek geçmesi de misafirlik durumunu ortaya koyuyor. Kormákur kariyerinin 10. halkasında ne iyi bir hayatta kalma filmine, ne iyi bir felaket filmine, ne de iyi bir dağ filmine imza atabiliyor.

        Aksine üç boyutun katkısını kopyala-yapıştır görüntülerle bütünleyerek belgesellerden hallice duruyor. Ama onu bile bir ahenkle yapmıyor. Genel planlarla da işi Eisenstein’ın yaratıcı coğrafya tekniği kadar eski numaralara götürüyor. Onu da beceremiyor üstelik! Üç boyutta bütün zaaflar kabak gibi ortaya çıkıyor. Tam ekran formatı ve teleobjektiflerle siyah-beyaz çalışılsaydı bu kadar olmazdı! “Everest”, Kormákur’un en kötü filmi.

        FİLMİN NOTU: 2.5

        Künye:

        Everest

        Yönetmen: Baltasar Kormákur

        Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Jason Clarke, Keira Knightley, Robin Wright, Josh Brolin, Emily Watson, Sam Worthington, John Hawkes

        Süre: 121 dk.

        Yapım yılı: 2015

        Diğer Yazılar