Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        72. Venedik Film Festivali 12 Eylül’deki ödül töreniyle sona erecek. Bizimkiler Pazartesi sahne aldı... Altın Aslan yarışındaki “Abluka” büyük övgü topladı. “Ana Yurdu” alkışla karşılanırken, Orhan Pamuk’un Grant Gee imzalı “Masumiyet Müzesi” belgeseli ise alanında olgun bir denemeydi.

        Emin Alper’in merakla beklenen “Abluka”sı, aslında Aslan Aslan yarışmasının da favorileri arasında yer alıyordu festival öncesi. Peki ilk sınavdan nasıl geçti? Ustalar gövde gösterisi yapmazsa aradan sıyrılacak bir-iki film arasında başı çekiyordu. Ama Bellochio’nun hayal kırıklığı yaratması, Sokurov ve Gitai’nin ters köşeye yatırması bugün gösterilecek Skolimowski’nin “11 Minutes”ini (“11 Minut”) kritik hale getirdi. Alper’in ikinci eseri, günümüzün şiddet toplumunun, polis devletinin zeki ve keskin bir alegorisi…

        EMİN ALPER’E İTALYA’DA BÜYÜK BİR ZAFER YAKIŞIR

        İki kardeşin Mehmet Özgür ve Berkay Ateş’in, köpekleri öldürmek ve çöp kutusunda bomba bulmak gibi tuhaf işleri ancak bizim ülkemizde olur. Emin Alper filmde iyiden iyiye Bertolucci’nin ilk yıllarındaki politik işlerini, en çok da başyapıtı “Konformist”in (“Il Conformista”, 1970) her şeyin üst üste geldiği akıl almaz evrenini hatırlatıyor. İtalya’nın göbeğinde de bu sinema tarzının en üst noktayı görmesi şaşırtmaz gibi. Bunu biraz Polanski’nin Apartman Üçlemesi’yle birleştiriyor, bir ‘korku-gerilim’ geleneğinden de besleniyor.

        Festivalin ilk 15 yarışma filminin en iyisi olan yapıtın (belki “Danimarkalı Kız”la rekabete girer) tek dezavantajı Gezi Parkı ve devamındaki siyasi şiddeti bilmeyenlerin anlama problemi olabilir. Elizabeth Banks, Alfonso Cuaron, Diane Kruger ve Francesco Munzi’den şüpheliyim. Zira dili bir hayli kapalı, faşist düzenin militarist politikaları yerden yere vurulurken, şiddeti yaygınlaştırdığı alttan alta söyleniyor. Bu soru işareti bir araştırma ile çözülebilir, ya da Nuri Bilge Ceylan filme önyargısı yoksa diğer üye üyelerini aydınlatabilir.

        Ama buradaki insanları, toplumu cinnete sürükleyen, kuşkulu durmaya, paranoyak olmaya mecbur bırakan inanılmaz otoriteler yaratma durumu çok akıllıca... Filmin festival gösteriminde alkışlandığını da ekleyelim. Dünkü basın toplantısında ise Emin Alper’in sakin ve kendinden emin cevaplarıyla ‘politika değil sinema’ demesi ilginç bir detaydı.

        GELECEĞİN ASLANI NEDEN OLMASIN?

        Uluslararası Eleştirmenler Haftası bölümünde görücüye çıkan Senem Tüzen imzalı “Ana Yurdu”nun Pazartesi yapılan galasında Nuri Bilge Ceylan, Zeynep Özbatur Atakan, Kerem Ayan gibi isimler hazır bulundu. Aralarında Esra Bezen Bilgin ve Nihal B. Koldaş’ın da bulunduğu oyuncu kadrosunun da katıldığı gösterim, soru-cevap bölümünde ilgiyle karşılandı. Film, annesinin ölümüyle taşranın, ana yurdunun yolunu tutan orta yaşlı yazar bir kadının öyküsünü perdeye taşıyor. Şizofreniye varan psikolojik dünya ve matem duygusundan beslenerek günümüz Türkiye’sindeki kadının acıklı tanımına bakıyor. Vedat Özdemir’in sinematografisi başarılı.

        Özellikle dar odak kullanılan iç mekanlarda ana-kız ilişkisi birbirinin yansıması olan tiplemeleri bir görsel anlayış yüklüyor. Bir çeşit “Persona” (1966) atmosferi yaratıyor. Ama dışarıya çıkınca canlanan doğa sevgisi filmin yapısını bozuyor, hikayeyi dağıtıyor. Film eksiklerine karşın cesur Türk kadını temsiliyle hatırlanacak, ‘Geleceğin Aslanı’ için şansı var. Benim favorim Celia Rowlson-Hall’un “Ma”sı. Ama elbette İtalyanların çok sevdiği Pietro Messina’nın “The Wait”inin (“L’Attesa”) şansı da yüksek…

        BAŞARILI BİR BELGESEL

        Deneyimli belgeselci Grant Gree’nin “Masumiyet Müzesi” (“Innocence of Memories”) ise Sala Perla 2’deki gösterimde ilgi gördü. Orhan Pamuk’un da katıldığı gösterimde izdiham vardı. Ünlü yazar filmden önce sahneye çıkıp Gee ile nasıl çalıştığını, özel metinler yazdığını anlattı. Açıkçası Resnais’nin “Gece ve Sis”indeki (“Nuit et Brouillard”, 1955) 2. Dünya Savaşı kıyımları için ‘mekan-bellek’ ilişkisini canlandırma metodu İstanbul’a çok yakışmış.

        Romanın ve müzenin İstanbul’la kurduğu bağ, kaydırılan kamera eşliğinde anlatı sesi ile arşiv görüntüleri/fotolarını üst üste bindiriyor. Böylece şehrin geceleri müthiş bir hatıralar atlasına dönüşüyor. Gösterime festivalin poster yüzü Nastassja Kinski’nin de katılması ayrı bir detaydı. Tabi Venedik Klasikleri’nde iki gösterimi yapılan “Umut”un (1970) yenilenmiş kopyasının hasarsız gösterildiğini de unutmamak lazım.

        Filmler açısından durumumuz iyi, İtalyanları kıskandırıyoruz. Öte yandan Venedik Film Marketi’nde Ankara Sinema Derneği’nin yürüttüğü ‘Türk Filmleri’ ofisine ek olarak bir de Türk kokteyli düzenlendi. Pazar gecesi, şehrin en güzel mekanlarından San Clemente Palace’da, Türkiye’den “Abluka” ve “Ana Yurdu” ekiplerinin, festival yöneticilerinin, gazetecilerin yanı sıra yabancı konuklar da hazır bulundu. Gelenlere risotto ikram edildi. Ahmet Boyacıoğlu ve Başak Emre’nin mekan seçimi müthişti.

        Diğer Yazılar