Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        10-20 Eylül tarihleri arasında düzenlenen Toronto Uluslararası Film Festivali 40. şubesinde de 400 filmi bulan bir programla sinefilleri mutlu etti. Dünya sineması örneklerinde özellikle İsveç, Çin ve Slovakya’daki yükseliş, bilimkurgu ve müzikal üretiminin yoğunluğu hissedildi. “High-Rise”, “Evolution”, “Zoom” ve “Granny’s Dancing on the Table” en öne çıkan filmlerdi. İlk kez düzenlenen Platform yarışmasında ise Kanada filmi “Hurt” galip geldi.

        Amerikan bağımsız sinemasının tatmin etmediği, kaliteyi ise korku filmlerinin yukarıya çektiği bir festivali geride bıraktık. Ama yabancı sinemada neler oldu? İskandinavya, Uzakdoğu, Güney Amerika ve dahasından nasıl işler çıktı? 400 filmi bulan seçkide ülke sinemaları nasıl gözüküyor?

        OLGUNLUK FIŞKIRAN BİLİMKURGU FİLMİ

        Aslında programdaki bilimkurgu ve fantastik ağırlığı çok önemliydi. Ben Wheatley’nin cesur, retro ve enerjik J.G. Ballard uyarlaması “High-Rise”, festivale damga vurdu. Bana kalırsa “Otomatik Portakal” (“A Clockwork Orange”, 1971) modelinin devamını daha canlı ve sözlü bir şekle sokuyor. Bu durum da ister istemez bir olgunluk getiriyor.

        “Büyülü Tarla”nın (“A Field in England”, 2013) devamında yönetmenin bu noktaya geldiğini görmek sinefiller için sevindirici. Bu bağlamda aslında festivalin Büyük Britanyalı sinemacıları ipten alan bir durum ortaya çıktı.

        MASUMİYET’TEN DAHA SOYUT, KALICI VE FÜTÜRİSTİK

        Bilimkurgu olarak “Hayat Ağacı” (“The Tree of Life”, 2011) ile “Sineklerin Tanrısı”nı (“Lord of the Flies”, 1963) bir araya getiren Lucille Hadzihalilovic filmi “Evolution” da ufuk açıcıydı. Evrime dair söyleyeceklerini bize soyut öğelerle hatırlatan yapıtın, insanlarla ilgili kurduğu cümleler, klostrofobiyi anlamlandırarak değer kazanıyordu.

        Tek bir adada sıkışmışlığın, kopukluğun adını koyarken mesafeli duran portre “Masumiyet”ten (“Innocence”, 2004) daha iddialı. Bu sebeple üzerine kafa yorulmasını istiyor. “Evolution” muhtemelen kalıcı olacak, çokça tartışılmaya hak edecek bir yapıt… “Into the Forest” gibi bilimkurguların yanından bu iki filmin öne çıkması ise kaçınılmaz bir sonuçtu sanki…

        ÜÇ ÖZENLİ LİVE-ACTION ANİMASYON FİLM

        Aslında programda üç tane ‘live-action animasyon film’ örneğiyle karşılaşmak daha şaşırtıcıydı. “Zoom”da Pedro Morelli’nin kadın bir çizgi roman çizerinin üzerinden parçalı bir anlatı tutturması ilginçti. ‘Porno anime’ bölümleri bir dil yaratıyordu. her iki tarafla da iyi oynayan işçilik, hissedilmeyen bir özenle yüzleşmemizi sağladı. El çizimi animasyonlar ‘antolojik film’i ayağa kaldırdı.

        “Granny’s Dancing on the Table”da da ‘cinsellik’ demek ‘animasyon parçaları’ demekti. Ama oradaki el çizimlerinin yerini stop-motion animasyon aldı. İkinci filminde yönetmen sanki Jan Svankmajer etkisinde bir melankolinin peşindeydi. Hayal ile gerçeği net bir ayrımla birbirinden koparırken, aile içi şiddet, ensest gibi kavramlara karamsar temsiller bulan bir yaklaşım arıyordu.

        Bu bütünden biraz ayrı dursa da Amerikan filmi “The Missing Girl”de ise bir çizgi roman dükkanının sahibinin gözünden epizodlara ayrılmış bir anlatı vardı. Bu Kevin Smith etkili alternatif tiplemenin kadrajın tamamını kapsamadığı, ama öte yandan da ekran bölme tekniğinin devreye girebildiği estetik kaygı çok yönlü... Gizem filmine kaymak ise simetri hastalığıyla fark yaratılmasını sağladı.

        Aslında “Girls Lost”un (“Pojkarna”) da katkısıyla İskandinav sinemasından iki çıkıştaki kadın yönetmenin (Hanna Sköld / Granny’s Dancing on the Table) imzasını gördük. Burada mesele ‘fantastik-komedi’ nesnesi olarak devreye giren ve toplumsal konformizmi anlatan ‘beden değiştirme’ idi. Ama erkek gibi gözüken üç kızın akşamları cinsiyet değiştirmesi ‘kurt adam’ mitiyle akraba bir ‘eşcinsel sinema omurgası’ getiriyordu. Eksikleri olsa da karamsarlığı ve enerjisiyle taze bir işti canlanan…

        MÜZİKAL VE DANS FİLMLERİ

        Festivalin programında müzikaller bu sene iddialı gibiydi. Johnnie To’nun ofis müzikali “The Office” (“Hua II Shang Ban Zou”), yabancılaştırıcı sanat yönetimiyle “Anna Karenina”yı (2012) hatırlatıyordu. Ancak koreografi ve performans konusunda pek iddialı değildi. Rufus Norris’in “London Road”u ise işçi sınıfı müzikali olmaya çalışırken tuhaf anlarda şarkı söylemeye odaklanması sebebiyle başarılı değildi. Formül tutturmada beceriksizdi.

        Dans filmlerinde “Spear”, Avustralya’dan Aborjin kültüründen kopup gelmiş, büyük oranda diyalogsuz, heyecan verici bir tür ürünü idi. Koreografilere yüklenirken modern dans ile yöresel öğeleri harmanlama ‘etkileyici’ duruyordu. “Born to Dance”, klasik Hollywood işine dönüşmesiyle çekiciliğini yitirdi. Yeni Zelanda’nın kültürel özelliklerini yansıtmamasıyla ‘sıradan’ duruyordu.

        DİKKAT ÇEKİCİ ÇIKIŞLAR

        Kazakistan’dan gelen “Stranger” (“Zhat”) rejisörünün deneyimini yansıttı. Filistin’de kadın sorunlarına bakan “3000 Nights” (“3000 Layla”) dikkat çekerken, Avusturya’nın “Jack”, Almanya’nın “We Monsters”la ‘seks ile şiddet’ konusunda fena iş çıkarmadığı görüldü. Slovakya’dan “Koza” ve “Eva Nova” minimalist bakışları ve karakter tanımlarıyla öne çıktı. Özellikle birincisinin anti-boks filmi yüzeyi daha tutarlı ve ufuk açıcıydı.

        Belçika beklenen çıkışı gösteremezken “Colonia”daki ana akım sinema bilincine yanaşamadı. Florian Gallenberger’in Allende döneminden faşizm öyküsünü ele alışı, anlatışı, oyuncu tercihlerindeki zaaflara karşın çekici olabildi. Çin’den çıkan iki olgun film “Mr. Six” (“Lao Pao Er”) ve “The Promised Land” (“Hui Dao Bei Ai De Mei Yi Tianise”) ülke sinemasına güven telkin etti. Athina Rachel Tsangari ile Claude Lelouch’un fark yaratması ne işe yaradı, tartışılır.

        Skolimowski en ne yaptığını bilen isimken, Falardeau kendi topraklarında yerel bir komediyle hayal kırıklığı yarattı. Kadın yönetmenler, İsveç, Slovakya ve Çin’le birlikte dikkat çekti.

        Kerem Akça’ya göre festivalin en iyi 5 Amerikan bağımsızı:

        1-Missing Girl

        2-Being Charlie

        3-Heart of a Dog

        4-Beasts of No Nation

        5-James White

        Kerem Akça’ya göre festivalde öne çıkan 10 dünya sineması örneği:

        1-High-Rise

        2-Evolution

        3-Zoom

        4-Granny’s Dancing on the Table

        5-Girls Lost

        6-Koza

        7-Stranger

        8-Colonia

        9-Promised Land

        10-Jack

        Kerem Akça’ya göre festivalin en büyük 10 hayal kırıklığı:

        1-Marslı (The Martian)

        2-Aşka Özgürlük (Freeheld)

        3-Spotlight

        4-Truth

        5-A Tale of Love and Darkness

        6-Demolition

        7-The Family Fang

        8-The Meddler

        9-Sky

        10-About Ray

        Not: Listelere festivalin geçen hafta ele aldığım korku sineması örnekleri dahil edilmemiştir.

        Diğer Yazılar