Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        8 OCAK FİLMLERİ

        David O. Russell’ın bildiği, sevdiği diyarlara döndüğü, içindeki ‘ayrıksı’ ve ‘bağımsız’ komedi anlayışını devreye soktuğu son filmi… “Joy”, onun kaleminden çıkan dolu dolu karakterlerle başta Jennifer Lawrence olmak üzere Virginia Madsen, Isabella Rossellini ve Diane Ladd’den de capcanlı performanslar alıyor. Banliyöde işlevsizleşen Amerikan ailesinin delirtme, hayalci hale getirme potansiyeli, girişimci ruhu tetikliyor. Yarı kurmaca kadın biyografisi, bu sayede eleştirel ve katmanlı hale geliyor.

        O. RUSSELL BİLDİĞİ DİYARLARA GERİ DÖNDÜ

        Amerikan ailesinin, taşra yaşamının ya da modern dünyanın bir kargaşaya sebebiyet verdiği, onun filmlerinde sinema diline dönüşmüştür. Bu konuda “Tesadüfler” (“I Heart Huckabees”, 2004) felsefi bir komedi filmi modeli oluştururken, çok geç tamamlanabilen “Kazara Aşk” (“Accidental Love”) da unutulmamalıdır. İşlevini kaybeden aile 1994’ten bugüne O. Russell’ın eserlerinde sürekli karşımıza çıkar. “Tatlı Bela ile Flört”te (“Flirting With Disaster”, 1996) nevrotik üvey ebeveynlerinden uzaklaşarak gerçek annesini bulmak için yolculuğa çıkan 30’larındaki karakterin yaşadıkları akıllarda. “Umut Işığım”ın (“Silver Linings Playbook”, 2012) bir taraftan banliyö ailesinin sıkıştırma potansiyeline bakış atarken romantik-komediye uydurulan ‘çatlak kafalar’ da…

        David O. Russell aslında daha güncel dünyayla ilişkili, sosyolojik tespitleri olan filmlerinde başarılı. Onun absürd, kaotik ve madcap öğeler taşıyan çılgın komedileri bir kimlik yaratmasına olanak tanıyor. Ama “Düzenbaz” (“American Hustle”, 2013), “Dövüşçü” (“The Fighter”, 2011) gibi hesaplı ve dramatik Oscar projeleri, ‘alkış’ ve ‘ciddiye alınma’ beklentisiyle çekilmiş işler. Sadece iyi yazılmış ve oynanmış karakterlerle kalıcı olabildiler. Akademi onun senarist tarafına tav oldu bana kalırsa.

        SİNEMATOGRAFİ EVİN İÇİNİ ÇOK İYİ KULLANIYOR

        Ama “Joy” sorunları olsa da O. Russell’ın kimliğine yakışan bir film. Öncelikle babaannenin anlatıcı sesiyle gülümseterek başlıyor. Joy’un çocukken meraklı olduğunu gösteriyor. Ardından bize banliyö evinde, dışarıda kar varken yaşanan sıkıntıları, kaosu yansıtıyor. Gözlüklü, yapayalnız Virgina Madsen’in üvey abla (Terry), keskin bakışları olan Diane Ladd’in anne (Mimi), geveze Robert De Niro’nun baba (Rudy), kokoş Isabella Rossellini’nin onun metresini (Trudy) canlandırdığı filmde üzerine günlerce düşünülmüş çokça karakter var.

        Edgar Ramirez’in Joy’un kocası tiplemesi (Tony) de eklenebilir. Açıkçası sinsi ve muzip anlatıcı sesi her şeyin Joy’un kafasında geçtiğini de ima ediyor. Bizi yarı kurmaca-yarı hayali bir biyografik komediye (ya da dramedi) götürüyor. Karakterimizin gördüklerinin kaybolabilmesi doğal. Çünkü başından sinir krizi yaratabilecek birçok olay geçmiş.

        “Storm”la (2005) çıkış yapan İsveçli görüntü yönetmeni Linus Sandgren, O. Russell’ın can simidi olmuş. Evin içindeki ortamı yansıtmak için mercekleri çok iyi kullanmış. 1.85:1’de dar formatta, genel plana yerleştirilen teleobjektiflerle sıkışmışlık hissiyatı yaratmış. Yanları boş bırakarak ve evin duvarlarının solgun renklerini öne çıkararak yalnızlığa dikkat çekmiş. Her şeyin üzerine üzerine geldiği karakteri çok iyi anlatmış. Kısmen bir pembe dizi ya da sitcom estetiği “Amerikan Güzeli” (“American Beauty”, 1999) misali canlanıyor.

        KUTSAL AİLE DEĞİL KLOSTROFOBİK KAOS ORTAMI

        Banliyö evinin içi gerçek bir kaos ortamı, işlevsizlik alanına dönüşüyor. 18 yıl önce Mimi’den ayrılan babanın beklenmedik anda içeriye sevgilisiyle girebildiği, başka bir odada Joy’un boşandığı kocasının belirebildiği tuhaf bir ev hali var. “Joy”, Mangano’nun iç dünyasına giriyor çokça. Bu girişim, Julie Taymor’ın “Frida”sı (2000), Chris Noonan’ın “Miss Potter”ındaki (2006) kadar yaratıcı biyografik hamlelerle olmuyor. Ama bir bölümde müzikale, bir bölümde çocukluk rüyalarına kaykılmak bu anlatı metodunu normalleştiriyor. Bunlar O. Russell’ın “Tesadüfler”le oturttuğu modelden kopup gelmiş gibiler.

        Bu açıdan da “Joy”, delirmesine ramak kalmış değerli bir karakterin ruh hali temsiline dönüşüyor. Ev onun için klostrofobik bir ortam olmuş. Karakterler ise kontrolden çıkıp karikatürize değil gerçekçi durarak aslında bu durumu haklı çıkarmak için varlar. Rossellini ve Madsen özellikle dikkat çekiyor. Aslında bu ortamda ne bir bağ, ne bir sevgi kalıyor. Mangano da 1990’da meşhur ‘Miracle Mop’u keşfedene kadar işlevsiz aileden kopamıyor.

        BAŞARI OLGUSU ÇILDIRTAN AİLEDEN KAYNAKLANIYOR

        “Joy”, aslında bir noktadan sonra, özellikle son 10-15 dakikada tıkanıyor. Telif meselesini sahnelerle çözememiş, ‘kadın dediğin erkeklerden çeker, uğraşmaya gerek yok’ gibi bir kolaycılığa düşmüş. Bu coşkuyla ‘karaktere 120 dakika daha çıkar!’ dedirtiyor. Ev ve devamında TV kanalının çekim alanı bir ‘sahne’ye dönüşüyor. Temsil, aileyi ifade eder hale getiriliyor. Bu açılardan ‘gerçek-temsil’ ilişkisi katmanlı…

        O. Russell genel anlamda Amerikan banliyösünün, orta sınıf ailenin yaşattığı kaosu, konuşan kafaların devreye soktuğu baş ağrısını çok iyi yansıtıyor. Bu konuda becerikli. Kadınların böylesi durumlardan kopup girişimci ruha soyunmalarıyla yaşanabilecek başarı olgusuna da dikkat çekiyor. Filmin ‘gerçeklik’ ile ‘kurmaca’ arasındaki çizgiye yorumu yerinde. Bu konuda senarist-yönetmen gerçeklere bağlı kalmamış. Bir kadının çıkışsızlığını doğru yan karakterler ve iyi yazılmış hayal sahneleriyle verebilmiş. Böylece banliyö hayatının, işlevsiz ailenin köşeye sıkıştırdığı, hayalci olmaya zorladığı karakter, para kazanan bir iş kadınına dönüşüyor. Yani ‘hayalcilik’, ‘girişimci ruhu’ tetikliyor, ‘delirtme’ potansiyeli ise çığır açma şansı tanıyor. Amerikan rüyasının arkasındaki her şey mutlu aile tablolarına bağlı değil.

        LAWRENCE TEPKİ İLE TEPKİSİZLİĞİ ÇOK İYİ DENGELİYOR

        Fırsatlar ülkesi olarak tanımlanan Amerika’ya iğneleyici diyaloglarla gönderme ise aslında komedi anlayışını ortaya koyuyor filmin. En ufak bir süpürgenin bile hikaye çıkarabileceği gerçeği çarpıcı. O. Russell da bunun farkında. Başarı hikayesine alay da katıyor, çok keskin olmasa da… Mangano, günümüzde 100 patent sahibi. Son bölümdeki plan sekans bunu ortaya koyarken, makyaj kullanımı Atıf Yılmaz filmlerinin boyutsuzluğunu hatırlatıyor. Bildiğimiz şarkılarla oluşturulan nostaljik soundtrack ise çok doğru kullanılmış.

        Jennifer Lawrence mimikleriyle şekilden şekle girerken, aslında tepki ile tepkisizliği çok iyi dengeliyor. Yüzünün bütün hatlarıyla karakteri kavramayı beceriyor. Kariyerinin ilk üçüne girmese de üst düzey bir performans veriyor. Ama “Joy”, O. Russell’ın Oscar sezonunda değerlendirilmekten ziyade Sundance’de galasını yapıp ‘bağımsız komedi’ olarak tanıtılacak filmlerindenmiş. Fox 2000 yanlış bir strateji izlemiş.

        FİLMİN NOTU: 6.5

        Künye:

        Joy

        Yönetmen: David O. Russell

        Oyuncular: Jennifer Lawrence, Robert De Niro, Virginia Madsen, Diane Ladd, Isabella Rossellini, Edgar Ramirez

        Süre: 122 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KIYAMET ARİFESİNDE DOLANDIRICILIK

        2008 finansal krizinde kendine kar sağlayan dört kişinin paralel akan öyküsü… “Büyük Açık”, telefonla iş bitirebilen kapitalizm canavarlarına, fon yöneticilerine, bankacılara bakıyor. Yaratıcı kurgusuyla dikkat çekse de, ünlü-tanınmamış aktörlerin oyunculuklarını ayrıştırması ve sinematografide belgesel gerçekliğine kaymasıyla yarı-teatral bir yapıta dönüşüyor. Oscar adaylığı kesin gibi gözüken film, arkasındaki cümleyle çarpıyor.

        2008’de ABD’de yaşanan ekonomik kriz, aslında ‘konut piyasası’nın iyi yönetilememesinden kaynaklanıyordu. Abartılan krediler, mortgage’lar birçok sıradan insanın iflasına yol açtı. O yıllarda Wall Street’te mecburi bir işsizlik problemi de vardı. Aslında bu dönemle ilgili “Oyunun Sonu”nda (“Margin Call”, 2011) yöneticilerin yaşadığı çaresizlik, “Şirket Adamları”nda (“The Company Men”, 2010), işsiz kalan memurların umut öyküleri perdeye taşınmıştı.

        PARA PİYASASINDAKİ ZİHNİYETİ BİLİYORUZ

        “Büyük Açık”ta (“The Big Short”) Will Ferrell’ın rol aldığı başarılı komedi filmleriyle türün tarihine geçmeyi hak eden Adam McKay, bu olaya sebebiyet veren bir grup dolandırıcının öyküsüne bakıyor. Aslında kredileri döndüren bu kişiler, para girişine hakim. Ancak 70’lerde Wall Street’te konulan bir kuraldan faydalanmış.

        Filmin çıkış noktasında da bu durum var. Çöküşü önceden sezip haber veren, ama zamanla parayı cebe indirmek isteyen dört karakteri izliyoruz. “İç İşler”de (“Inside Job”, 2010) Oscar’lı bir belgesele konu olan bu mesele, aslında “Borsa” (“Wall Street”, 1987), “Kazan Dairesi” (“Boiler Room”, 2000), “Para Avcısı” (“The Wolf of Wall Street”, 2013) gibi başarılı işlerde gördüğümüz paranın döndüğü dünyaya yeniden girmemizi sağlıyor. Serbest yatırım fonu yöneticileri ve bankacılar, borsa simsarlarının yerine geçiyor.

        YARI-TEATRAL BİR FİLM

        McKay, Paramount tarafından bu projeye memur olarak atanmış. Michael Lewis’in romanı olayı tahmin edip bunu müşterilerine söylemeyen sorumlu kişilerin ekonomik terim içerikli muhabbetleriyle ilerliyor. “Büyük Açık” yabancılaştıran diliyle yoran yarı-teatral bir film. Ken Loach ve Paul Greengrass ile çalışan, “Ölümcül Tuzak”la (“The Hurt Locker”, 2009) Oscar adaylığına ulaşan görüntü yönetmeni Barry Ackroyd bu duruma ortam hazırlıyor.

        Aktif kamerayla oyuncuların etrafında dolaşıp, bizi yakın planlara boğuyor, doğal renkler eşliğinde de çoğunlukla ‘belgesel gerçekliği’ yakalıyor. Bu arzunun içinde Bale, Pitt, Gosling ve Carell’ın yapma peruklu halleri ise bir ‘palyaçolar galerisi’ne yol açıyor. Üstelik bu plan, çok derme çatma gözüküyor. Hesaplı dışa dönük performans rekoru kırılıyor.

        Bu açmazdan Carell ve biraz Bale daha yetenekli olmalarıyla kendilerini çekip çıkarıyorlar. Ama bu dörtlü dışındaki tanınmamış oyuncuların böylesi bir makyajla yansıtılmadan adeta kendilerini oynamaları derken, arada Marisa Tomei’ye hesaplı bir-iki diyalog yazılması çok bariz.

        KURGU KAFA YAPAN DÜNYAYI YANSITIYOR

        McKay’in dil hamlesi teatralliği yıkma üzerine kurulu. Son 20 senede Terrence Malick’le, Oliver Stone’la çalışmış kurgucu Hank Corwin, bu suçlu ve kurnaz tiplemelerin psikolojisini yansıtan ara planlarla, Eisenstein’ın deneylerini hatırlatarak, aralara fotoğraflar, eğlence görüntüleri atıyor. Hedef terimleri açıklamak olsa da esasen filmin tonu değiştiriliyor. Margot Robbie’nin küvete girmesinden stadyum atmosferine uzanan ‘kafayı boşaltma’ anları ‘flaş çakma’ya yol açıyor. Alakasız görüntüler ‘absürd’ anlara yol açıyor.

        İlk başta bu durum tüm bu ciddiyetin ortasında sanki ‘para döndürme kafa yapar’ dedirtiyor. Ama zamanla bu yaklaşımın karakterlerdeki tezahürünü görüyoruz, tempo da düşüyor. Vizyon sahibi kurgu çalışması devreye girince bir hareketlenme var. Fakat karakter sayısı artıp, ‘ünlü olunca karikatürize, tanınmamış olunca doğal olsun’ gibi bir tuhaflık devreye girince, bu ‘boom’a denk gelen ‘kıyamet komedisi’ arzusu da hedefine ulaşamıyor.

        “Büyük Açık”, aslında kurgusuyla başarılı, ama yarı-teatral bir film. “Steve Jobs”ın (2015) teatralliği yıkmak için senaryo matematiğiyle yaptığını senaryo ve sinematografiyi bir kenara iterek gerçekleştiriyor. Kapitalizm eleştirisini, sistemin yarattığı paragözlüğü aslında iğneleyici bir dramediye malzeme ediyor. Ama ton sıkıntısı yaşayarak “Düzenbaz”ın (“American Hustle”, 2013) ‘Oscar projesi’ şablonunu hatırlatıyor. Dolandırıcıların ruh hali ‘kıyamet komedisi’ne malzeme edilirken, ‘absürd’ öğelerin dozu iyi ayarlanamıyor. Ama kurgu hamlesi, bakış açılarını hareketlendiriyor, dünyanın trajik durumunu anlamlandırıyor.

        FİLMİN NOTU: 4.5

        Künye:

        Büyük Açık (The Big Short)

        Yönetmen: Adam McKay

        Oyuncular: Steve Carell, Ryan Gosling, Christian Bale, Brad Pitt, Marisa Tomei, Margot Robbie

        Süre: 130 dk.

        Yapım yılı: 2015

        DEVİR DEĞİŞTİ

        1976’da çekilen “Rocky”nin sinema tarihinin en iyi boks filmlerinden olduğuna kimse itiraz edemez. “Creed: Efsanenin Dönüşü”, ona yaratıcı bir ‘yan bölüm’ eklemesi yapıyor. Yola çıktığı damarla nostaljik açıdan keyif veriyor, Stallone’nin varlığıyla duygusallaştırıyor, tek plan çekilmiş boks sekansıyla etkiliyor. Ama alt türdeki uygulamalarıyla heyecanlandırmıyor.

        Esas düşmanın oğlunu eğitme sanatı… Sylvester Stallone ve ‘Rocky’ markasının etinden sütünden çokça faydalanıldı. 1976-1990 arasına sıkışan dört filmlik esas seri, sosyal gerçekçi film gibi duran ‘geri dönüş’ “Rocky Balboa” (2006) ve De Niro ile yüzleşilen “Hesaplaşma Maçı” (“The Grudge Match”, 2013) derken ‘kültleşen madalyalı boksör’ kimliği kullanıldı.

        YENİ HOLLYWOOD’A UYGUN BİR KAHRAMAN

        Burada Ryan Coogler-Aaron Covington ikilisinin senaryosu, ‘yan bölüm’ işlevi gören nostaljik bir dokunuşa imza atıyor. Rocky’nin karşısına ikinci filmde yendikten sonra arkadaşı ve antrenörü olan Apollo Creed’in oğlunu eğitme fırsatı çıkıyor. Karakterimizin aşmak istediği bu durum aslında bir ‘üvey baba-oğul’ ilişkisi de getiriyor. İlk filmin 40 sene sonrasında ilginç bir ‘karşılaşma’ yaşanıyor.

        Bunun yanında o dönemin Hollywood’unda mümkün olmayan ‘siyahi kahramanı merkeze yerleştirme’ anlayışı da canlanıyor. Böylece Carl Weathers’ın ikonik ve insancıl kötü adam portresinin kenarda kalması barışçıl bir yöntemle hallediliyor. “Creed: Efsanenin Doğuşu” (“Creed”), ‘Karate Kid’in, ‘Star Wars’un dahi yeni başlangıçlarıyla Obama dönemine uyarlandığı bir devirde bu furyaya katılıyor. Bu konuda fena fikirlerden beslenmiyor.

        Eğitim aşamalarının eşleştirilmesinden, eski şarkıların yeniden bestelenmesi veya yenilerle iç içe geçirilmesine kadar bir anımsatma, nostaljik bakış getiriyor. Coogler’ın ikinci kez çalıştığı besteci Ludwig Göransson iyi bir iş çıkartıyor. Stallone-Jordan arasındaki ilişki yerinde. Ama mesele 135 dakikalık klasik bir boks filmi çekmek olunca, olup biten hiçbir şeye heyecanla yanaşmıyoruz. ‘Bir kadına tutunma arzusu’, ‘şiddete meyilli olma’, ‘psikolojik gelgitler yaşama’ veya ‘ringe çıkıp maçı son dakikada kazanma’ kabak tadı veren klişe numaralar olarak karşımıza çıkıyor.

        STALLONE, ROCKY HAYRANLARINI HEYECANLANDIRACAK

        Açıkçası Coogler, Sundance’den zaferle dönen ve gerçek hikayeden beslenen dramı “Son Durak”ın (“Fruitvale Station”, 2013) görüntü yönetmeniyle çalışmamış. Ama Maryse Alberti oradaki görsel tercihleri korumuş, doğal ışıkları öne çıkarmış, steadicam ile halledilmiş hareketli uzun planları da yer yer kullanmış. Tek planda çekilmiş boks sahnesi misal gerçekçiliği başarılı bir denemeyle destekliyor, anlamlı kılıyor.

        Kurgu ise montaj sekanslarla biraz ‘yama’ gibi duruyor. Ama film uzadıkça bu sahneler, ne “Şampiyon”un (“The Wrestler”, 2008) keskin gerçekçiliğini, ne de “Milyonluk Bebek”in (“Million Dollar Baby”, 2004) klasikte sabit kameralara kaymasını hatırlatıyor.

        İki arada bir derede kalmışlık bir yana senaryo matematiği açısından heyecanlı durmayan boks sekansları de canlanıyor. “Son Şans”ın (“Southpaw”, 2015) zeki sinema dili ve teknik detaycılıkla insanı diken üstünde tutan Fuqua imzalı sahneler devreye girmiyor. 2015’te en iyi boks filmi o. Stallone, buradaki kritik konumuyla, mizah ile melodram arasında gidip gelmesiyle Rocky hayranlarını heyecanlandıracak bir nostaljik öğeye dönüşüyor. “Creed: Efsanenin Dönüşü”, elbette “Rocky Balboa”dan daha yaratıcı bir seri üretim hamlesi…

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Creed: Efsanenin Doğuşu (Creed)

        Yönetmen: Ryan Coogler

        Oyuncular: Michael B. Jordan, Sylvester Stallone, Tessa Thompson, Malik Bazille

        Süre: 135 dk.

        Yapım yılı: 2015

        ‘THE HATEFUL EIGHT’İ ÇARŞAMBA YAZMIŞTIM

        John Sturges’ın “Yedi Silahşörler”i ya da Sam Peckinpah’ın “Vahşi Belde”sini, sekiz bireyli hale getiren oyunbaz bir kanun kaçağı westerni... “The Hateful Eight”, Tarantino için “Rezervuar Köpekleri”nin modeline dönüş sinyalleri anlamına da geliyor. Gözüktüğü gibi olmayan tür tanımının yanı sıra hikaye kurgusuyla oynama, anlatıcıyı kullanma, film objesi yaratma ve toplumsal alegoriyi çözümleme konusunda, ciddi diyaloglarla takılan muzip bir yapıtın sözünü veriyor.

        Haftanın en önemli filmlerinden “The Hateful Eight”i Çarşamba değerlendirmiştim:

        FİLMİN NOTU: 6.5

        Künye:

        The Hateful Eight

        Yönetmen: Quentin Tarantino

        Oyuncular: Samuel L. Jackson, Kurt Russell, Jennifer Jason Leigh, Tim Roth, Demian Bichir, Walton Goggins, Michael Madsen

        Süre: 167 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Alvin ve Sincaplar: Yol Macerası (Alvin and the Chipmunks: The Road Chip): 3.7

        Annem (Mia Madre): 3.1

        Aşka Özgürlük (Freeheld): 2.9

        Azap: 1.4

        Baskın: Karabasan: 7.7

        Bulantı: 3.9

        Buz ve Gökyüzü (La Glace et Le Ciel): 4.5

        Casuslar Köprüsü (Bridge of Spies): 6

        Cin Kuyusu: 5.2

        Delibal: 3

        Denizin Ortasında (In The Heart of the Sea): 5.8

        Düğün Dernek 2: Sünnet: 2.2

        Düşlerin Terzisi (The Dressmaker): 6.5

        Ertuğrul 1890: 3.5

        Frankenstein: 4.2

        Gassal: 1

        Gizemli Gerçek (Secret in Their Eyes): 3

        Goosebumps: 5.6

        Kocan Kadar Konuş: Diriliş: 4.6

        Korku Terapisi (Regression): 5.5

        Life: 4.8

        Lolo: 3

        Ma Ma: 3

        Macbeth: 5.5

        Mutlu Yıllar (Love the Coopers): 2.5

        Nadide Hayat: 2.5

        Otel Transilvanya 2 (Hotel Transylvania 2): 5.3

        Pan: 5.5

        Paranormal Activity: Hayalet Boyutu (Paranormal Activity 5: Ghost Dimension): 2.5

        Pırdino Sürpriz Yumurta: 4.4

        Point Break: 5.3

        Rüzgarın Hatıraları: 3.9

        Sakin Batı (Slow West): 5

        Snoopy ve Charlie Brown Peanuts Filmi (The Peanuts Movie): 5

        Solace: 5.6

        Son Cadı Avcısı (The Last Witch Hunter): 2.9

        Son Efsane (The Program): 5.4

        Star Wars: Güç Uyanıyor (Star Wars: The Force Awakens): 3.6

        Steve Jobs: 5.5

        The Lobster: 6.5

        Victor Frankenstein: 3.8

        Uzaklarda Arama: 3

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar