Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KEREM AKÇA / keremakca@haberturk.com

        Yugoslav Kara Dalgası’nın öncü yönetmeni Ankara’dan geçti… Zelimir Zilnik’le toplu gösteriminin yapıldığı, pek bilinmeyen 15 filminin (kısa-uzun karışık) gösterildiği 27. Ankara Film Festivali’nde bir araya geldik. 29 Nisan-2 Mayıs arasında orada bulunan 74 yaşındaki deneyimli yönetmen, röportajı yaparken herhangi bir soruyu yanıtsız bırakmadı, konuşkanlığı ve sıcakkanlılığıyla dikkat çekti.

        Zelimir Zilnik’in ilginç bir hayat hikayesi var. 1943 yılında 2. Dünya Savaşı’nda Nazi toplama kampında doğdu. Üç aylıkken annesini kaybedince anneannesi ve dedesinin yanında büyüdü. 1960’ların sonunda ise belgesellerden ve kurmaca filmlerden oluşan kariyerini inşa etmeye başladı.

        Özellikle ilk uzun metrajı “Erden Dönem Eserleri” (“Rani Radovi”, 1969) Yugoslav sinemasının belirleyici başyapıtlarındandı. Tito’nun sansürüne uğrayan bu eser, 1968’de yaşanan öğrenci gösterilerinin siyasi ve sinemasal çıkarımlarına bakıyordu. 1970’lerde Almanya’ya giden yönetmen, 1985’e kadar orada kaldı.

        Cinsel içerikli ve sıra dışı sosyal hicivleriyle bilinen Yugoslav Kara Dalgası’nı 1960’ların sonunda Sasa Petrovic, Dusan Makavejev ve Zika Pavlovic’le beraber başlatan öncü sinemacıyla Ankara’da bir araya geldik. Mütevazı, konuşkan, esprili ve sempatik bir ustanın tarifini yaptı adeta. Ama Dusan Makavejev ve Rade Serbedzija’yla ilgili dostane, Türk sinemasıyla ilgili umut verici sözleri dinlemeye değerdi.

        ‘ALTIN AYI’YI DUYUNCA DALGA GEÇTİKLERİNİ DÜŞÜNDÜM’

        Sinemaya girdiğinizde fazlasıyla akım vardı. Fransız Yeni Dalgası, Çek Yeni Dalgası, Cinema Novo ve diğerleri. Öncesinde 40’lı 50’li yıllardaki İtalyan Yeni Gerçekçiliği, İngiliz Yeni Dalgası gibilerini de ekleyebiliriz. 1969’da çektiğiniz ilk uzun metrajınız “Erken Dönem Eserleri”ni (“Rani Radovi”) izlediğimde Eisenstein’ı düşündürten ‘isyan/ayaklanma’ arayışını bir kenara bırakınca Godardiyen öykü, kurgu ve anlatı çok belirgin. Kişisel olarak “Çılgın Pierrot” (“Le Pierrot Fou”, 1965) ile “Hisseli Çete”yi (“Bande à Part”, 1964) Vitorio De Sica çekmiş izlenimi aldım. Bu konudaki yorumunuz nedir?

        Elbette ki o yıllarda birçok akımdan, Godard’dan özellikle etkilendim. Sinemaya taze bir dil getiren özel bir adamdı. Birisi de “Çinli Kız”ın (“La Chinoise”, 1968) aynısı neredeyse demişti. Ama ‘o filmi görmemiz gerekiyordu’ diye cevap verdim. Çekimlere 1968’de başladık.

        Doğru.

        Evet, mümkün değil! Berlin Film Festivali’ndeydik. İlk kez uzun metrajların gösterildiği bir uluslararası festivaldeydim. Tamamen tanınmamış bir isimdim. Bunuel de vardı.

        “Geceyarısı Kovboyu” (“Midnight Cowboy”, 1969) da yarışmadaydı.

        Godard da.

        Evet “Le Gai Savoir” (1969). Genç olsa da Fassbinder’i unutmayalım.

        Neyse son günde ödüller açıklanıyor. Bir öğrenci tarafından davet edildim. Rudi Dutschke’nin etrafında bir ekip vardı; ‘‘Gençlik Filmi Ödülü’nü sana verdik, esas festivali boşver bize gel’ dedi. Benim için birçok kişiyle karşılaşmak bir şanstı. ABD’yle, Fransız üniversiteleriyle bağlantı kurmak önemliydi. Akşam 8’de festivalden birileri geldi, ‘Zilnik nerede, Zlinik nerede?’ dediler. Beni aldılar, hazırlıksızdım, t-shirtleydim. Dalga geçtiklerini düşündüm, ‘şaka yapmayın’ dedim. Ama Altın Ayı’yı bana vereceklerdi. Sonrasında jüri üyeleriyle karşılaştım. Tartışmalar olmuş. Fakat Godard’ın tarzının belirgin bir sosyal duruma uygulandığını görmek sarsmış onları. Sonrasında 40 ülkede dağıtıma çıktı ve ABD’de vizyona girdi filmim.

        Çek Yeni Dalgası’nda, sizin filminizden üç sene önce çekilen Chytilova’nın “Küçük Papatyalar”ı (“Sedmikrásky”, 1966) vardı. Gerçeküstücü bir başyapıttır. “Erken Dönem Eserleri”ndeki donuk kareli sahne, oradaki anarşiyi, bazı biçimci bölümleri andırıyor.

        Doğrudur. O zamanlar çok popüler değildi ama yeni sinemaya sıra dışı bir yaklaşımdı. Direkt olarak etkilendiğim eser Medvedkin’in “Happiness”ıdır (“Schaste”, 1935). Filmde 1920’lerde Sovyetler Birliği’nde komünist ve aktivist bir karakterin toplumdaki değişime adapte olması ele alınıyor. Genç bir kız bir şehre geliyor. Orada onu anlamayan insanlarla sarılıyor. Gelenekçilerin arasında rahatsız kalıyor. Eski model bir kültür var. Değişimde bir gaddarlık devreye giriyor, bu efor Sovyetler Birliği’nde kadının nasıl direkt olarak etkilendiğini ele alıyor. Ama yönetmenin sansüre uğradığını öğrendim. Oberhausen Film Festivali’ne kısa filmlerimle katıldığımda Medvedkin’le kişisel olarak karşılaştım. Çok özel bir andı. Senin filmlerini seviyorum dedim, “Happiness” için ‘en büyük hatam’ dedi. ‘Anti-Sovyet casusu musun?’ diye sorunca esprili anlar yaşadık.

        Aynı zamanda filmde Yugoslavya adıyla anılan ana karakter sanki Alain Resnais’nin “Hiroşima Sevgilim”inden (“Hiroshima Mon Amour”, 1959) belki de bilinç dışı alınmış. Orada da şehrin adı ana karakterin ismine dönüşüyordu.

        O zaman onu seyredememiştim. Ama bizim durumumuzda referans meselesi, Balkanlar’daki karmaşayla açıklanabilir.

        TITO SIKILDIĞI İÇİN FİLMİMİ SANSÜRLEDİ’

        Geçen günkü söyleşinizde “Erken Dönem Eserleri”ndeki komedi ideolojisi lafı sansürlendi dediniz. Sadece komedi kalmış. Filmlerinizin sansürle ilişkisinde bunun dışında ne gibi olaylarla karşılaşmıştınız?

        Evet gizli bir komedi ideolojisi olamaz dedi Tito. Bu sebeple de bir anda kesmek zorunda kalmıştık. Öte yandan filmin bir seks sahnesi kısaltıldı. Tito yüzünden mahkemeye gittik. Orada aslında bir sonuç çıktı ama hakim ‘Tito sıkıldığı için filmi sansürledi’ dedi. Ciddiye almadım.

        Filmlerinizin bir kısmını burada görmek bir şanstı. Ama 1970’lerdeki iki uzun metrajınızın durumu ne?

        “Paradise” (“Paradies”, 1976), Almanya’da çektiğim bir film. 70’lerin Alman filmleri arasında gösteriliyordu. Alman sinema yazarları, birçok yönetmenin onun konusunu çaldığını, ondan etkilendiğini söylüyor. Berlin’de, St. Petersburg’ta festivallerde gösterildi. 35mm’den ve videodan seyirciyle buluştu. Filmin DCP’ye transfer edilme şansı yok.

        1972 yapımı “Özgürlük ya da Karikatürler” (“Zene Dolaze”) için nasıl bir sorun vardı?

        Kurgu aşamasında kaldı film. Daha fazla malzeme alınamadığı için bitiremedim. Sonrasında Almanya’ya gidince kaybolduğunu öğrendik. Ama 1.5 sene önce Sırp Sinemateği’nden bir mektup aldım. Filmin kurgulanmış 2000 metre negatifi olduğunu öğrendim. Ben de görmek istediğimi söyledim, durumuna bakmaya gittim. Filmi göstermekten mutlu olmadılar. Bir TV ekibiyle gittim. Onları görevlendirdiğimi söyledim. Bitmediği için her şeyi yapabilirim yasal olarak. Kamerayla, küçük bir ekiple gittik, nasıl bulunduğunu çekmek için... Çok naziktiler, bu malzemeyi dışarıya taşıdılar. 20 kilometre negatif vardı, 2000 metre kaldı dediler, ses de ayrı bir sorun. Sesin senkronizasyonu tamamen kaybolmuş. Filme yatırım yapmak lazım. 60000 avro gerekiyordu. TV bu rakama yanaşmadı. Komplike sürece de ben girmedim. Diyalog listesi vardı, ama yaklaşık olarak bir aylık bir çalışma sonucunda parayı bulamadım. 35 dakikalık belgesel materyali ve illüstrasyonlar kalmış.

        ‘MAKAVEYEV’İN DAMARINA BASMAK İÇİN FİLM ÇEKTİM’

        Yugoslav Kara Dalgası Orta-Doğu Avrupa Sineması’nın en yenilikçi akımlarından biri. Sasa Petrovic’i takip edemedim. Makaveyev’den “İnsan Kuş Değildir” (1965), “The Switchboard Operator” (1967), “Sweet Movie” (1974) ve “W.R.: Organizmanın Sırları”nı (1971) dikkatlice ve hayranlıkla izledim. Sizin “Erken Dönem Eserleri” derken, Pavlovic, Papic gibilerinin filmlerini bulmak zor. O zamanki birliktelik nasıl oluştu? Fransız Yeni Dalgası’nda Cahiers du Cinema’dan gelen bir arkadaşlık vardı, Yeni Alman Sineması’nda bir manifesto yayınlandı. Peki ya sizinki?

        Bir arkadaşlık vardı. Birbirimizi davet edip, sessiz bir şekilde filmlerimizi izliyorduk. Arkadaşça buluşmalar oluyordu. Pavlovic ve Makaveyev benim reaksiyonlarımı soruyorlardı. Çok iyi diyaloğumuz vardı. Genelde farklı estetik yaklaşımlara sahiptik. Gençtik. Godina, Zafranovic ve ben, Makavejev ve Pavlovic’in nefret edeceği filmler yapalım, onların damarına basalım derdindeydik. Bu film çekimini göstere göstere öğrenme sürecinde, başkasının asistanı olmak önemliydi. “The Switchboard Operator”da (“Ljubavni Slucaj ili Tragedija Sluzbenice P.T.T.”, 1967) asistandım.

        Çok önemli film. Bence Makavejev’in başyapıtlarından.

        Katılıyorum. Çok heyecanlanmıştım. İki filmde de Pavlovic’le çalıştım.

        Karşı değil miydiniz? Ama Eğer Makavejev’in filmlerine bakarsak daha sembolik, alegorik, gerçeküstücü ve soyuttur. Ama sizde belgeselci (ya da ‘docudrama’ya yatkın) bir yaklaşım, bir gerçekçilik, bir somut mesele, bir siyasi netlik var gibi. “Erken Dönem Eserleri”ni ve seçkide gösterilen kısa filmleriniz “Küçük Öncüler”i (1968) ve “İşsizler”i (1968) göz önünde bulundurarak söylüyorum.

        Doğru. Geçen sene Fransız bir bayan Makavejev’le ilgili kitap yazdı. Dusan hala yaşıyor. O bana promosyonunu yaptı. Bay Zilnik “W.R.: Organizmanın Sırları”nı izleyip etkilenerek mi “Erken Dönem Eserleri”ni yaptınız dedi. Cevabım, ‘ama hanımefendi onu üç sene çektim ben, bir kendinize gelin’ oldu. ‘Makaveyev’in sizden etkilendiğinizi söyleyebilir misiniz?’ de dedi. Dusan “W.R.: Organizmanın Sırları”nda komünist parti şarkısını kullandı. Tonla esinlenme çıkar. Bana en çok yardımcı olan, film yapma konusunda ileriye iten isimdi. Kusturica nasıl kendisinin…

        Fellini.

        Evet onun gibi gözükmesinden gocunmuyorsa, biz de insanları suçlayamayız.

        Yugoslav Kara Dalgası ismi nereden geliyor? Vladimir Jovicic’in yazdığı bir makaleden dolayı olduğu söyleniyor, kısa belgeseliniz “Kara Film” (1971) sonrası yaşanan olayı ve “The Switchboard Operator”daki kara kediyi de katınca nasıl bir yorum yaparsınız?

        Evet evet, Jovicic çok yüksek seviyede parti sempatizanı idi. Makalelerine Makaveyev’in filmini koymadı. Dusan, anti-sosyalist olarak suçlandığında “W.R.: Organizmanın Sırları”nı yapmıştı. Bu son suçlamalardan bahsedersek, 1971-72 yıllarında Yugoslav Sendikası’nın baskısı oldu. Yabancı politikalarda bir baskı yoktu, ama kültürde vardı. Sosyalizmdeki şüpheleri gündeme getirmek zordu. Makaveyev, o filminde öyle yaptı. Bizim toplumumuzda Stalin’in altında bunu yapamazsın. Petrovic, Pavlovic ve “Erken Dönem Eserleri” bir yol açtı. Bu akımın içindeki tüm sinemacılar için 1972’den sonra daha serbest bir ortam oldu. Fazlasıyla eleştirel film üretiliyordu. Hırvatistan’dan Kristo Papic, Bosna’dan Bahruden Cengic de 1971 ve 1972’de iyi filmler çektiler. 1972’den sonra Kara Dalga için üretilen işler durduruldu.

        Yugoslav Kara Dalgası’ndaki favori filmleriniz neler?

        En az beş tane sayarım… Pavlovic’in “Trap”i (“Zaseda”, 1969) ve “When I Were Dead and Gone”ı (“Kad Budem Mrtav I Beo”, 1967), Makaveyev’in “The Switchboard Operator”ı ve “W.R.: Organizmanın Sırları” hala yaşıyor. Petrovic’in “Ah, Bu Çingeneler!” (“Skulpljaci Perja”, 1967) ve “Three”si (“Tri”, 1965) de unutulmamalı.

        Petrovic ve Pavlovic’in filmlerini bulmak niye kolay olmuyor? Sansür sebebiyle mi?

        Petrovic ve Pavlovic öldü. Sırp Film Arşivi çok iyi işlemiyor. Bizim filmlerimizin çoğu yönetmenlerin işbirliği ile üretildi: Sen buna yatırım yap, biz filme yapalım ve kazancı bölelim. Pavlovic öyle yaptı. Ama eşler ve çocukların doküman alması işi bürokratik ve karmaşık hale getiriyor.

        ‘GÜNÜMÜZDE FİLM ÇEKMEK KOLAYLAŞTI’

        Geçmişe baktığımızda sinema, politikadan beslenerek yaşayan bir sanat dalıdır. Balkanlar’da, 1960’lı, 1970’li yıllarda Yugoslav Kara Dalgası’nın tarihsel konumu sağlamdır. Bosna Savaşı sonrasında da 1990’larda dikkate değer bir kuşak çıktı: “Yağmurdan Önce”, “Barut Fıçısı”, “Kusursuz Çember”, “Tarafsız Bölge” gibi kalıcı filmler üretildi. Balkanlar’da Kusturica gibi alternatifler dışında bu tür politik olayların mı olması gerekiyor sinemanın ayaklanması için? Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz? O dönemi ve şimdiki dönemi yaşamış biri olarak aradaki farkları yorumlayabilir misiniz?

        Bugünün durumu daha kolay. Son 6-7 senede film endüstrisi ile menajerler arasındaki bağ kuvvetlendi. Sosyalist dönemde böyle bir durum yoktu. Ortak yapım filmler, Balkan ülkeleri dışında olmuyordu. Şimdi bu arttı. Her şeye rağmen “Güneş Tepedeyken” (“Zvizdan”, 2015), Tanovic’in “Saraybosna’da Ölüm”ü (“Smrt U Sarajevu”, 2016) gibi filmler üretiliyor. Aslında bu kuşaktan mutluyum. Hiç devlet desteği almadım. Bunla uğraşmadım. Bugünlerde festival ağına girmek, böylesi anlaşmalar yapmak kolaylaştı. Cvitkovic de ilginçti.

        “Ekmek ve Süt” (“Kruh in Mleko”, 2001) güzeldi, Slovenya’nın “Bir Rüya İçin Ağıt”a (“Requiem for a Dream”, 2000) cevabı gibiydi.

        Evet doğru. Çok güçlü bir film. Aynı zamanda eski Yugoslav yönetmenler vardı: Goran Markovic, Karanovic yetenekliydi. Makaveyev de son 15 senede film yapabilirdi, ‘benim dönemim değil’ deyip yapmadı.

        Zamanı geçti evet.

        Şimdi farklı dönemlere girildi. 1990’larda Saraybosna modaydı, bugünlerde ise ekonomik anlaşmalar yapılıyor.

        ‘TEZATLIKLAR GÜÇLÜ TÜRK FİLMLERİNE ALAN AÇIYOR’

        Şimdi çok kolaylaştı işler. Farklı dönemlerdi o zamanlar. Bunuel, Zulawski, Lang, Von Sternberg gibi diktatörlerden, sansürden kaçıp başka ülkelere göç edebiliyorlardı. Siz de uzun süre Almanya’da kaldınız. Ama artık günler değişti. Avrupa’da baskıcı rejimler o kadar baskın değil.

        Teknik de değişti günümüzde. Bugün film çekmek yüzde yüz konsantre olmak anlamına gelmiyor. Hafif kameralar ve küçük ekipler var. 5-10 kişiyle yapılabiliyor her şey. Dolap ve kuaför yeterli olabiliyor.

        Yeni Türk sinemasını takip ediyor musunuz?

        Güçlü Türk filmleri var. Bir kasabada bir suçluyu arıyorlar o var.

        “Bir Zamanlar Anadolu’da” (2011).

        Çok güçlüydü. Ceylan’ın bir filmi daha vardı, dağda bir evde geçiyordu.

        “Kış Uykusu” (2014).

        Evet, günümüz Türkiye’sindeki tezatlıklar, hayata dair çarpıcı filmler üretilmesini sağlıyor.

        Değişik yönetmenler, sinema dilleri ve konular da artıyor.

        70 milyon kişilik market de var. Filmler para da kazanıyor, salon buluyor.

        Yugoslav Kara Dalgası döneminde de oyunculuk yapmış Rade Serbedzija’yla üç-dört sene önce Malatya Film Festivali’nde konuşmuştuk. Onunla nasıl bir bağınız var?

        Arkadaşım. Yetenekli bir oyuncu. ‘Downtown Abbey’deki performansını beğeniyorum en son.

        Diğer Yazılar