Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        3 HAZİRAN FİLMLERİ

        Blizzard Entertainment’ın yıllardır perdeye aktarılması beklenen ‘Warcraft’ı sonunda bu onuru yaşıyor. 90’ların popüler video oyununun büyük bütçeli uyarlaması iyi kotarılmış ve özüne sadık bir fantezi-epik… Yeni bir fantastik serisine çok doğru bir başlangıç gibi gözüken “Warcraft: İki Dünyanın İlk Karşılaşması”, “Mortal Kombat”tan bu yana en iyi video oyunu uyarlaması.

        Video oyunları sinemaya taşınsalar da çok fazla önemsenmemişlerdir. Ama özellikle “Süper Mario Kardeşler” (“Super Mario Bros.”, 1993), “Double Dragon” (1994), “Street Fighter” (1994) ve “Mortal Kombat” (1995) belli bir kuşağın yedinci sanatla ilişkisinde kilit bir yere oturmuştur. Bunlar şimdilerde ‘kült’ mertebesine erişmiş olabilir. Ama Blizzard’ın 1994’te çıkan ve teknolojik koşullar açısından uyarlanması zor gözüken ‘Warcraft’ı için de her zaman bir beklenti vardı. Elbette ilk aşamada bu ‘gerçek zamanlı strateji oyunu’nu perdeye taşımak cesaret istiyordu.

        ‘YÜZÜKLERİN EFENDİSİ’NİN ESİN KAYNAĞI

        2016’da Duncan Jones’un kontrolünde, oyunun fikir babası Chris Metzen’in hikayesi ve karakterleriyle bütçesi 150 milyon doları aşan devasa bir uyarlama ile yüzleşiyoruz. ‘Warcraft’ın arka planında Tolkien’in 1950’lerde yazdığı roman üçlemesi vardır. Ama oyunun Peter Jackson’ın tasarım ve cesaret açısından ‘Yüzüklerin Efendisi’ (‘The Lord of the Rings’) serisi için ilham aldığı bir kaynak olduğu da nettir. Burada temelde insanlar ile orkların savaşı var. Bu evrenin birincil mahlukları olan orklar, büyük oranda Jackson’ın eserine tesir etmiştir.

        Ama ilginçtir “Warcraft: İki Dünyanın İlk Karşılaşması” (“Warcraft”), o fenomenden sonra geldiği için sahaya 1-0 geride çıkıyor. Zaten onun yaptıkları sebebiyle sürekli ertelenen veya yapımcıların içine sinmeyen bir proje. Ama esasen Azeroth’ta geçen, kitaplar, masa oyunları, çizgi romanlar ve kart oyunlarıyla evrenini genişletmiş bir ‘yüksek fantezi’ ürünü. Bu yoldan da ‘fantezi-epik’e uzanmak cesaret işi…

        İKTİDAR MÜCADELESİNİN EN İLKEL HALİ

        Orkların diyarına aslında kameranın aşağıdan ilerleyip yönünü bulmasıyla giriyoruz. Jones, filmde görkemli bir açılış sekansı, ‘Yüzüklerin Efendisi’ gibi o evrende olup biteni anlatıp soru işaretlerini ortadan kaldıran bir giriş tercih etmemiş. ‘Edebi’ girizgahı kestirip atmış. Aksine, insanlar, orklar ile half-breed’lerle (melez ırk) yakın temas kurarken, ‘ork dili’nde de konuşan karakterleri idare edebiliyor.

        İktidar mücadelesinin en ilkel hali, bir strateji oyununun çehresinde karşımıza çıkarılıyor. Oyun 2004’te herkesin bir karakteri kontrolüne aldığı online RPG olarak yeniden piyasaya sürüldü. Ama temelde ‘Civilization’ ile ‘Dungeons & Dragons’un karışımı gibidir. Kendi şehrini kurarak krallığın diğer bölgelerindeki toprakları almak esastır. Açıkçası burada da buna uygun bir mizansen var.

        EN İDDİALI VİDEO OYUNU UYARLAMASI

        Jones, genelde ele, omza alınan kamerayla karakterlerin arasından ayrılmıyor. Böylece sallanan aktif kamera, RPG mantığına uygun hareket ediyor. Kuşbakışına geçince şehirlerin patlaması, oyunun ilk versiyonunu oynarken yaşadığımız ‘hakimiyet hissi’ni devreye sokuyor. Orklar ile insanların en saf çatışması, bu sayede dar alana sıkışan çatışma ve düello sahneleriyle de anlam kazanıyor.

        Temelde Toby Kebbell ile Travis Fimmel’ın çekişmesinde melez Paula Patton (Garona) da fena bir katkı vermiyor. Herkes yeni bir ırktan gibi duran değerli bebeğin peşine düşüyor. Yönetmen, “Ay” (“Moon”, 2009) ve “Yaşam Şifresi” (“Source Code”, 2011) ile bağımsız ruhunu kanıtlayan bilimkurgulara imza atmıştı. Bunlardan özellikle ilki başarılıydı.

        Burada da video oyunu uyarlamalarının görsel efektle kafa şişirerek B sınıfına kayması tuzağına düşmüyor. “Warcraft: İki Dünyanın İlk Karşılaşması”, “Pres Prensi: Zamanın Kumları”ndan (“Prince of Persia: Sands of Time”, 2010) bu yana en iddialı uyarlama olmanın hakkını veriyor. ‘Resident Evil’, ‘Tomb Raider’, ‘Max Payne’ gibi etinden sütünden faydalanılıp, aksiyona bulanan işlerden biri de olmuyor. ‘Tek karakter bazlı’ ilerlemeden nesnel bir yol izleyip anlatıcı sesini mantıklı kullanıyor.

        FİNAL VE MEDIVN OLMUŞ MU?

        Film, fantastikte kılıç ve büyü filmleri, süper kahraman filmleri ve peri masalı filmlerinin arttığı ortamda “300 Spartalı”yı (“300”, 2006) bir kenara bırakırsak, ‘Yüzüklerin Efendisi’ sonrası en başarılı fantezi-epik örneklerinden. Aksesuarlardan diyaloglara işleyen düzen bir yana, finaldeki hiçbir üst açı ya da money shot kullanmayan görkemli savaş sekansının dar ölçekli olmak için uğraşması ne kadar mantıklı tartışılır.

        Jones, bu kadar yüksek bütçeli filmin destansı damarını mı kaldıramadı, yoksa görsel yapının omurgasını kurarken de kullandığı tercihleri böyle mi tutarlı kıldı bilinmez. Ama bu kısım, Peter Jackson’ın yaklaşımına alternatif de oluşturuyor. Ben Foster’ın Medivn tipi ise fazla ‘Merlin’ esintili ve yapay duruyor. Bir Gandalf endamı yok. Genel anlamda mantıklı bir seriye anlamlı bir başlangıç “Warcraft: İki Dünyanın İlk Karşılaşması”. Orkların, elflerin, cücelerin, trollerin bulunduğu yepyeni bir coğrafya tanımı gibi.

        FİLMİN NOTU: 6

        Künye:

        Warcraft: İki Dünyanın İlk Karşılaşması (Warcraft)

        Yönetmen: Duncan Jones

        Oyuncular: Travis Fimmel, Paula Patton, Ben Foster, Dominic Cooper, Toby Kebbell, Ruth Negga

        Süre: 123 dk.

        Yapım yılı: 2016

        YAPMA YASAK İLİŞKİ FİLMİ

        Guadaganino, mest eden bir önceki filmi “Benim Adım Aşk”ın seviyesine ulaşamıyor bu kez… Yasak ilişki meselesini eşelerken Dakota Johnson’ın ‘konuk oyuncu’, Matthias Schoenaerts’in ‘yakışıklı manken’, Ralph Fiennes’ın ‘rol kesme rekortmeni’ gibi durması çok batıyor. “Sen Benimsin”, kurgu yoluyla dil arayışlarına girmesine karşın pespaye bir erotik-gerilime dönüşmekten kurtulamıyor.

        Jacques Deray’in meşhur “La Piscine”i (1969), bizde “Sen Benimsin” adıyla bilinir. Yönetmen daha ziyade 70’lerdeki piyasa işi Alain Delon aksiyonlarıyla anılan bir isim olsa da orada kalitesini ispatlamıştır. Ahlaki tabuların yerle bir olduğu havuz merkezli burjuva tanımı lezizdir. Luca Guadagnino burada bu hikayeyi İtalya’da bir adaya taşıyor. Görsel malzeme, coğrafi zenginlikler gayet yerinde. Ama tüm bunlar bir şeye değiyor mu? Tartışılır.

        ‘BENİM ADIM AŞK’ DAMARI TUTUYOR MU?

        Yönetmen, “Melissa P.” (2005) ile seviyesiz bir erotik filme, Maria Valverde dışında hiçbir özelliği olmayan, ‘Emmanuelle’ serisine alternatif bir işe imza atmıştı. Ama 2009’da Swinton ile ikinci beraberlik yasak ilişki filmleri adına Visconti etkili çarpıcı “Benim Adım Aşk”ı (“Io Sono L’Amore”, 2009) getirdi.

        Geçmişte geçiyormuş gibi gözüken doku eşsizdi, seks sahnelerini çekme özeni zihinlerden çıkmayacak sekanslar doğurmuştu. “Sen Benimsin” (“A Bigger Splash”), 1969 tarihli eserin yeniden çevrimi… Alain Delon’un yerine Matthias Schoenaerts, Romy Schneider’in yerine Tilda Swinton, Maurice Ronet’nin yerine Ralph Fiennes, Jane Birkin’in yerine Dakota Johnson geliyor ama nafile…

        SADECE SWINTON HATIRLANIR

        Açıkçası yönetmenin “Benim Adım Aşk”ın kurgucusu ile çalışması olumlu yansımış. Zira ilişkilerin tansiyonu yükseldiği anlarda bir ‘zoom objektif’le detay planlar devreye giriyor. Genel anlamda ‘retro duran zaman-mekan ilişkisi’ne de tesir ediyor. Ama filmin görüntü yönetmeni değişmese sinematografisinin renk ayarında sıkıntı var. Dörtlü ilişki ağından ‘yasak ilişki’ye kayış da tutmuyor.

        Sonda işin kara film/gerilim senaryosuna bağlanması odağın yitirilmesini sağlıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse Guadagnino, özensiz çalışmış. Tilda Swinton’ın cesaretli yaklaşımıyla karakteri etkisi altına alması hatırlanır. Ama Schoenaerts’le hep aynı yüzle oynaması, Dakota Johnson’ın ise sonradan yazılmış sahnelere tatil yapmak için dahil edilmesi filmin ‘yama’ duran öğelerinden en önemlileri…

        EKSİK SAHNE Mİ VAR?

        Yönetmen belli ki doğal renkleri kullanıp kurgu ile iş bitirmek istemiş. Bu durum karşısında da ister istemez filmin yönü belli oluyor. Guadagnino, dalga geçilecek derecede tuhaf karakter dönüşleri kullanıyor. Zaman geçtikçe ve olaylar ilerledikçe neyin nereye sapacağı belli olmuyor. Eksik sahne var izlenimi bırakılıyor ve erotik-gerilim daha pespaye hale geliyor.

        İlk 20 dakikada Schoenaerts-Swinton ikilisi iyi. Ralph Fiennes de çaba sarf ediyor ama ‘rol kesme’ rekoru kırıyor. Kolaycılığı tutmuyor. Bu sayede “Macera” (“L’Avventura”, 1960) sonrası moda olan modele bir ekleme daha gelmiyor. Aksine bu “Sen Benimsin”, 1960’lardaki filmi tekrar izleme arzusu yaratıyor. Swinton ile Schoenaerts arasında havuzdaki ve odadaki seks sahneleri iyi çekilmiş.

        Ama genel anlamda erotizm dozu Johnson’ın tabuları sebebiyle devre dışı. Oyuncu sadece bir sahnede çırılçıplak gözüküyor. Melanie Griffith’in Türkan Şoray kuralları koyması ağır basmış gibi. 2015 model “Sen Benimsin”, hikayeyi St. Tropez’den İtalya’ya taşısa da, Bertolucci’nin “Çalınmış Güzellik”i (“Stealing Beauty”, 1996) misali bir yorgunlukla, bayatlıkla boğuşuyor.

        FİLMİN NOTU: 3.4

        Künye:

        Sen Benimsin (A Bigger Splash)

        Yönetmen: Luca Guadagnino

        Oyuncular: Tilda Swinton, Ralph Fiennes, Mathias Schoenaerts, Dakota Johnson

        Süre: 125 dk.

        Yapım yılı: 2015

        SİNEMASIZ SOYGUN FİLMİ

        İki kirli polisin ‘soygun’a el atmasından beslenen “Vurgun”, rejisörlerinin temassızlığı ve ruhsuzluğu sebebiyle görsel açıdan boyutsuzlukla boğuşuyor. Cage’in geri plana itilmesi, görüntü yönetmeninin bir-iki hamlesi, Wood’un çabası bile filmi kurtaramıyor.

        Soygun filmleri sinema tarihine onca afili soyguncu bırakmıştır. “Vurgun”u (“The Trust”) ise bu eylem planında Nicolas Cage’in titrek gülümsemesiyle hatırlayacağız. Bütün filmi, ‘Stone’ ismiyle de haplanmış Elijah Wood’un halüsinasyonu olarak beliren oyuncu ne yazık ki artık her şeye fazla geliyor!

        TEK TONUN ÜZERİNE GİTMEK NE İŞE YARIYOR?

        Alex-Benjamin Brewer ikilisi “Vurgun”da onu geri plana itiyor. Aynen “Sürgün”de (“Outcast”, 2014) Nick Powell’ın yaptığı gibi… 2014-2016 arasında 11 filmde nadir rastlanan bir durum bu (henüz izlemediğimiz “Snowden”da da göreceğimiz bir hamle muhtemelen). Uyuşturucu ticaretiyle ilgilenen iki polisin hikayesine, soygunları çözme arayışı da bu uygulamaya kağıt üstünde yakışıyor.

        Kimi başarılı işleriyle parlayan görüntü yönetmeni Sean Porter (bkz. “It Felt Like Love”) özellikle arabanın içindeki plan sekansta kamerayı çok iyi kullanıyor. Ama genel anlamda yönetmenlerin korkaklığı, ruhsuzluğu ve temassızlığı projeye tesir ediyor. Sinemasız bir 90 dakika geçiriyoruz bu sayede. Wood çok uğraşsa da polislerin, uyuşturucu ve soygunun bir araya geldiği şablon, görünürde Rembrandt ışığına meylederken çiğ bir ‘kahverengi ton’dan medet umuyor.

        “Vurgun”, Cage’i uzaklaştırıp belki “Tersyüz”deki (“Adaptation.”, 2002) moduna sokarken akıllıca davransa da B-tipi bir filme dönüşmekten kurtulamıyor. Bu boyutsuzlukla en iyi ihtimalle video raflarına onurlandıracaktır. Kurgu neredeyse yok gibi. Kaymak gibi geçişler gerekirken üstelik…

        FİLMİN NOTU: 3

        Künye:

        Vurgun (The Trust)

        Yönetmen: Alex-Benjamin Brewer

        Oyuncular: Elijah Wood, Nicolas Cage, Sky Ferreira, Ethan Suplee

        Süre: 92 dk.

        Yapım yılı: 2016

        ANADOLU İNSANININ SOSYAL MEDYA SIKINTISI

        Günümüz Türk insanının internetle ilişkisini, kuşak farklarını da göz önünde bulundurarak ele alan gerçekçi bir komedi. “Arama Moturu”, Atalay Taşdiken’in ‘yarı belgesel yarı kurmaca film’ (docudrama) denemesi. “Dondurmam Gaymak” ile akrabalık kurarken yer yer eğlendiriyor, ama genel anlamda çiğ duruyor.

        “Mommo: Kız Kardeşim” (2008) ve “Meryem”in (2013) yönetmeni Atalay Taşdiken, bir Anadolu komedisine el atıyor bu kez. Konya’daki bir köyün sevimli halkının arama motoru ile imtihanını masaya yatıyor. Gerçek insanlar, amatör oyuncuların katkısıyla gerçekleşen “Arama Moturu”, sanki “Dondurmam Gaymak” (2006) ile interneti buluşturuyor.

        HANGİ KUŞAK ‘ARAMA MOTURU’NA YATKIN?

        Kuşak farkları üzerinden ülkemizdeki zaman ayak uydurma çabasını mercek altına alıyor. Sosyal medyanın, internet arkadaşlarının varlığıyla da çiğ bir komedi izliyoruz. Yönetmenin hedefi bu konuda her yaştan izleyiciyi hedefleyen bir işe imza atmak gibi. Bu durum karşısında da bizi zaman zaman boyutsuz bir mizah bekliyor.

        “Arama Moturu”, Taşdiken’in kariyerindeki ‘köy/kasaba güzellemesi’ arzusunun üzerine giderken, duygusallaşan eserlerinden fazla farklı değil. Bu sebeple de aslında 80 yaşlarında bir köylünün internetten eş bulması gibi yan hikayeler eğlendiriyor. Ama genel anlamda sanki gelişmemiş toplumu yabancılaştıran mizah tutmuyor.

        FİLMİN NOTU: 3.6

        Künye:

        Arama Motoru

        Yönetmen: Atalay Taşdiken

        Oyuncular: Mehmet Çiğdem, Mahmut Uyanık, Rahim Yalçın, Musa Çınar

        Süre: 85 dk.

        Yapım yılı: 2015

        GEMİDEN ‘ÖCÜ’ ÇIKACAK MI?

        Elbette dini motiflerden, cinlerden uzak durarak yerli korku filmi çekmek bir cesarete dönüştü. “Şeytanın Çocukları: El Ebyaz” da geminin gerilim yüklü tarafını bu konudaki planlarına malzeme ediyor. Filmin kurgusu çok özenli, ama sürpriz sona ve klişelere kasmak inandırıcı durmuyor.

        Gemilerde geçen korku-gerilim filmlerinin belki de en eski örneği, 2002’de bir yeniden çevrim görmüş, RKO yapımı “The Ghost Ship”tir (1943). O zamandan bu yana bu hantal şablon yeri geldiğinde başa sarılarak karşımıza çıkarılmaktadır. 2014’te B-tipi aksiyona bulanan ‘[REC]’ serisinin dördüncü filminde bile hortlamıştı üstelik… “Şeytanın Çocukları: El-Ebyaz” (2016); bu platformu, ters köşe yapma, şaşırtma merkezine dönüştürmek istiyor.

        GEMİDE OLDUĞUMUZA İNANMIYORUZ

        Esrarengiz bir gemiye Hz. Süleyman hazinelerinin peşine düşmek, arkeoloji çalışması yapmak için gelen ekip, gizemli ana karakter sayesinde beklenmedik olaylara sürüklenir. Aslında filmin ismindeki ‘dini’ eylem planı tersi istikamette ilerleyen ve zekice gözüken finale doğru yol alırız. Oya Köksal-Vedat Dikmetaş ikilisi zor bir işe kalkışmış. Tamamına yakını bir geminin kamarasında geçen bir film çekmek kolay değil.

        “Şeytanın Çocukları: El-Ebyaz”, hedeflerini koyarken ‘kurgu’ açısından iyi sınav veriyor. Ama sinematografi ve prodüksiyon kalitesi ‘ucuzluk’u desteklemeye yarıyor. Genel plandan, uzaktan alınan geminin dürbünle görülebilecek hali ile kamaranın içinde olup bitenleri birbirine bağlamak Eisenstein’ın ‘yaratıcı coğrafya’ tekniğini akla getiriyor. Hiç inandırıcı durmuyor. Buna istinaden aslında genel ile detay planların kesişmesiyle yapay bir ışık içeri sızıyor.

        Görüntü yönetmeni Dikmetaş, renk düzeltmesine çalışırken, inandırıcı olmaktan ziyade ‘gösterişli’ durmayı seçmiş. Kurgucu devreye girip geçmişten kareleri veya zaman atlamalarını zekice kullanıyor. Bu durum karşısında da film, bizi sürpriz finale kadar, eğer inanırsak ‘mı acaba?’ sorusuyla sürüklemeye çalışıyor. Bu noktada “Gen” (2006) ile kuzenlik ilişkisi devreye girebiliyor. Ama nasıl bir mantıkla? Film, Tolga Karaçelik’in gemide geçen vizyon sahibi “Sarmaşık”ından (2015) bir sene sonra çekilmenin zararını görüyor büyük oranda…

        FİLMİN NOTU: 3.5

        Künye:

        Şeytanın Çocukları: El-Ebyaz

        Yönetmen: Oya Köksal, Vedat Dikmetaş

        Oyuncular: Merve Sevi, Fırat Çöloğlu, Cenk Torun, Seda Ediş

        Süre: 92 dk.

        Yapım yılı: 2016

        ‘EVRİM’İ DÜN YAZMIŞTIM

        “Evrim”, Fransız sinemasından çıkan ve özgünlüğüyle şaşkına çeviren bilimkurgu filmlerinin bir yenisi… “Hayat Ağacı”nın sorduğu soruları, H.G. Wells’in ‘Dr. Moreau’nun Adası’ misali yönlendiren bir çeşit ‘soyut distopya’ reçetesi. “Kayıp Çocuklar Şehri”nin anti-tezi, “Sineklerin Tanrısı”yla “Stepford Kadınları”nı buluşturan alternatif, feminist ve mitik bir anne-çocuk ilişkisi tanımı da denebilir.

        FİLMİN NOTU: 8.1

        Künye:

        Evrim (Evolution)

        Yönetmen: Lucille Hadzihalilovic

        Oyuncular: Max Brebant, Roxane Duran, Julie-Marie Parmentier

        Süre: 81 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Alamet-i Kıyamet: Tarikat: 4.5

        Alis Harikalar Diyarında: Aynanın İçinden: 3.1

        Ana Yurdu: 5.6

        Angry Birds Film (Angry Birds Movie): 5.5

        Ankara Yazı Veda Mektubu: 2.6

        Annemle Geçen Yaz: 4.5

        Ateş: 4.1

        Avcı: Kış Savaşı (The Hunstman: Winter’s War): 4.2

        Babaların Babası: 3.8

        Baskın Günü (Bastille Day): 3.3

        Batman v Superman: Adaletin Şafağı (Batman v Superman: Dawn of Justice): 4

        Bekar Yaşam Kılavuzu (How to Be Single): 5.9

        Cinni: Uyanış: 2.5

        Çöl Kraliçesi (Queen of the Desert): 4.3

        Dehşet Treni (Howl): 2.6

        Emicem Hospital: 4.5

        Hitchcock/Truffaut: 7.3

        İyi Adamlar (The Nice Guys): 4

        Kapının Diğer Tarafı (The Other Side of the Door): 1.2

        Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı (Captain America: Civil War): 5.7

        Kar Korsanları: 6

        Kor: 4.8

        Kral için Hologram (A Hologram for the King): 5.5

        Kurdun Uyanışı (Le Dernier Loup): 5.9

        Kötü Komşular 2 (Neighbors 2): 3.5

        Küçük Esnaf: 3.6

        Magi: 4.2

        Misafir: 3

        Oflu Hoca’nın Şifresi 2: 2.9

        Orman Çocuğu (The Jungle Book): 6.7

        Ölüm Emri (Eye in the Sky): 6

        Ölüm Treni (Backtrack): 4.4

        Ölümcül Oyun (Ich Seh, Ich Seh): 8.5

        Özel Bir Gün (Mother’s Day): 3

        Para Tuzağı (Money Monster): 5.5

        Rüzgarın Oğlu (Race): 5.3

        Saklı: 5.6

        Sonsuzluk Teorisi (The Man Who Knew Infinity): 2.6

        Suçlu (Criminal): 3.8

        Suikastçı (Nie Yin Niang): 7.8

        Toz Bezi: 3.5

        X-Men: Apocalypse: 5.4

        Yakışıklı Rocky (Rocky Handsome): 5

        Yarım: 3.8

        Yemekteydik ve Karar Verdim: 4.5

        Yeniden Başla (Demolition): 4.3

        Yeni Ahit (Le Tout Nouveau Testament): 6.9

        Yolculuk: 1.9

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar