Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “The Beautiful Days of Aranjuez”, “Frantz”, “Brimstone” ve “El Cristo Ciego” yarışmanın kalitesini düşürdü. Belki de bir kez daha yönetmenlik koltuğunda ana dilinin dışına çıkmanın mantıksız olduğu ortaya çıktı. 31 Ağustos’ta start alan 73. Venedik Film Festivali, bu sene güçlü Amerikan filmlerinin gövde gösterisiyle anılacak gibi…

        Bazı yönetmenlerin duraklama devreleri olabilir. Bazılarının ise ‘hala o formülü fark yaratmak için deniyor mu?’ sorusunu sordurtan anları da... Bu sebeple de François Ozon ve Wim Wenders’in açıklanabilir gerekçeleri var. “The Beautiful Days of Aranjuez” (“Les Beaux Jours D’Aranjuez”) ve “Frantz”i, ‘iş kazası’ olarak anmak mümkün. Ancak Alman yönetmenin Fransızca, Fransız yönetmenin Almanca film çektiği tuhaf bir ‘yer değiştirme’ de var. Elbette bunlardan biri fazlaca dilde şansını denedi.

        YAPMA ÜÇ BOYUTLA ÇEKİLMİŞ MÜSAMERE

        Ama üç boyutlu dans filmi “Pina”yla (2011) dikkat çeken, artık 70’ini devirmiş Wenders’in “Her Şey Güzel Olacak” (“Everything Will Be Fine”, 2015) ve “The Beautiful Days of Aranjuez” ile dip noktayı gördüğü söylenebilir. Bu filmler için ‘çöp’ (trash) örneği demek abuk durmaz. Yapma bir üç boyut var her iki filmde de. İlkinde sis numarasıyla kadrajı bulanıklaştıran, yenisinde de bir evin bahçesinde üç kişinin diyaloğunun ortasına bu efekti sokan yönetmen, 80’lerde bu hallerini görse ‘çaylak’ derdi.

        Muhtemelen sinemacının “Palermo’da Yüzleşme”den (“Palermo Shooting”, 2008) bu yana geldiği seviye gözler önünse seriliyor. Ama Wenders belgesellerinden memnun. Reda Kateb’in biraz idare etmesi bir yana, kameranın kaydırılırken nereye gideceğini bilememesi, adeta bir emeklilik dönemi filmine yol açıyor. Filmden ziyade müsamere tadında, ağır aksak bir tiyatro oyunu gibi “The Beautiful Days of Aranjuez”. Manoel De Olivera’nın bitik dönemini hatırlatıyor.

        PLASTİKLİĞİ ANLAMSIZLAŞTIRAN BİR DÖNEM TASVİRİ

        “Angel” (2007), “Kadın İsterse” (“Potiche”, 2010) ile dönem filmi denemesinden ‘vasat’ sonuçlarla ayrılan Ozon ise “Frantz”de 1. Dünya Savaşı sonrası Almanya’sından bir cinayetin etrafına odaklanıyor. Yer yer niye renkliye döndüğü anlaşılmayan film, plastikliği anlamsızlaştırıyor. Hafif Fassbinder etkisi barındırsa yükselebilecekken kırılgan bir kurgu ile sonuç almaya çabalıyor.

        Bu durum karşısında da Pierre Niney’ye saygı duyarken hikayeye odaklanamıyoruz. Ozon’un en zayıf halkasına açılıyor. İki yönetmen de en kötü filmlerini bu seneye saklamış!

        ŞİLİ’NİN UTANÇ KAYNAĞI

        Aslında bu sebeple Şili’den gelen ilk solo film “The Blind Christ” (“El Cristo Ciego”) için ‘yarışmada niye var?’ sorusunu sormak abes kaçıyor. Biraz Luis Bunuel, biraz Glauber Rocha etkili bir ıssız doğa tasviri var. Seraplardan ziyade külüstür bir kamerayla aslında fazlasıyla yolun başında gözüküyor.

        Çölde vahiy gelmesini ele alan alegorik İsa öyküsü bu açıdan ilginç. Belki Hıristiyanlar için değeri olabilir. Ama şu aşamada bunu değerli kılamıyor. 2.35:1’i anlamsızlaştırıp Şili sinemasının utanç kaynağına dönüşüyor. Sinematografisinden müziklerine, oyunculuklarından kurgusuna kadar çaylak işi duruyor.

        İNGİLİZCE ÇEKİLMİŞ HOLLANDA WESTERNİ ŞART MIYDI?

        “Brimstone”da Martin Koolhoven, ilk İngilizce filmine imza atıyor. Bir kadının intikam öyküsünü perdeye taşıyan eser, “Serena” (2014) ile de akraba. Dakota Fanning’e en iddialı rollerinden biri teslim edilirken, bu güven bir inandırıcılık getirmiş. Ama arka planda döktüren esas isimler: Guy Pearce ve Emilia Jones. Pearce bu performansı ciddiye alınacak bir filmde gösterse Oscar’a aday olabilirdi.

        Ama buradaki büyük oranda “Johnny Guitar”la (1954) başlayan feminist western’lere ekleme yapma hedefi, ucuzluğun kurbanı oluyor. Proje 148 dakikada sanki mini dizi gibi üretilmişken bir anda festival şansıyla yüzleşmiş gibi. Açıkçası Koolhoven’in ‘Hollanda westerni’ yaratma çabasında açıları, işitsel tercihleri bir yeri işaret etmiyor. Aksine bir kere çıkan Flemenkçe diyalog ‘ne alaka?’ dedirtiyor. Spagetti western gibi bir alt tür yaratmak için Sergio Leone gibi doğuştan yetenekli olmalısınız. Kükürt külçesi anlamına gelen “Brimstone”, karizmatik adının altını dolduramıyor.

        KEREM AKÇA’NIN VENEDİK’İN YARIŞMA FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:

        ARRIVAL: 7

        AŞIKLAR ŞEHRİ (LA LA LAND): 8.3

        BRIMSTONE: 2.9

        EL CRISTO CIEGO: 2.9

        FRANTZ: 3

        HAYAT IŞIĞIM (THE LIGHT BETWEEN OCEANS): 4

        NOCTURNAL ANIMALS: 7

        THE BEAUTIFUL DAYS OF ARANJUEZ: 1.7

        Not: Yıldızlar, festival sürecinde güncellenecektir.

        Diğer Yazılar