Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Hacksaw Ridge”in ilk eleştirisi HABERTÜRK’te! Kerem Akça, Mel Gibson’ın da katıldığı dünya prömiyerinde izledi…

        Cesur Yürek” sonrası yönetmenlik kariyerini elinden kaçıran Mel Gibson’ın son filmi de aynı yolun yolcusu... Onur madalyası almış gerçek bir doktoru konu edinen milliyetçi “Hacksaw Ridge”, belki de görebileceğimiz en acayip kast çalışmalarından birini içeriyor. ‘Şaşkın ama çirkin ördek yavrusu’ gibi duran Andrew Garfield, ilkokul birinci sınıfta yaşını belli etmek istemeyen heyecanlı bir çocuk gibi aksan yapan Sam Worthington ve parodi kimliğiyle kanlı bir savaşın ortasına atılan Vince Vaughn, adeta ‘şaklabanlık’a daveti tetikliyor. Filmi 73. Venedik Film Festivali’nde Mel Gibson, Vince Vaughn, Andrew Garfield, Teresa Palmer ve Hugo Weaving’in de katıldığı dünya prömiyerinde izledim.

        İkinci Dünya Savaşı’nda Okinawa cephesinde çalışan, onur madalyası almış askeri doktor Desmond T. Doss üzerinden milliyetçilik aşılamak kolay. Zaten bu tipleme sayesinde onca vahşet ve acı daha da ajite edilerek üzerimize üzerimize geliyor. Mel Gibson’ın “Tutku: Hz İsa’nın Çilesi”nde (“Passion of the Christ”, 2004) de yaptığı buydu. Şiddet göstererek her şeyi istismar etmek, ucuzlaştırmak ve bir propaganda filmine zemin hazırlamak…

        BAYAT BİR ROMANSLA BAŞLIYOR

        “Hacksaw Ridge”de biraz formül farkı var. Zira “Pearl Harbor” (2001) ile “Er Ryan’ı Kurtarmak” (“Saving Private Ryan”, 1998) arası bir yapı izliyoruz. Bunun arkasındaki Ernest Hemingway’in 1932 ve 1957’de sinemaya uyarlanmış ambulans görevlisi-hemşire aşkını konu alan ‘A Farewell to Arms’ının etkisini bilemeyiz. Ama burada aşık olmak, duygu göstermek için kasan oyuncular var. Andrew Garfield bu role hiç olmamış. Şaşkın şaşkın dolaşarak yolunu kaybetmiş bir ördek yavrusunu andırıyor.

        Girizgahta da Teresa Palmer “Pearl Harbor”ın Kate Bekcinsale’i kadar mest etmiyor. Bu sayede de aslında filme yapay bir etkileşimle giriyoruz. Hastanede kendini paralayan bu ‘esmer-kumral ilişkisi’ çok bayat geliyor. Yeni Zelandalı görüntü yönetmeni de sanki pürüzsüzlüğü için uğraşılmış mat renklerin üzerine gidip bir katkıda bulunmuyor. Filme bir canlılık katmak için çabalamıyor. Her şeyi çok güvendiği Gibson’ın zekasına bırakıyor.

        GARFIELD, ‘ÇİRKİN ÖRDEK YAVRUSU’-‘ÖRÜMCEK ADAM’ ARASI

        Filmin süresinin 131’e uzanmasının sebebi finalde ajitasyon oranını arttırma çabası ve bu her şeyi yumuşatan girizgah. Bu sayede “Er Ryan’ı Kurtarmak” misali bir cephe çıkarmasının gerçek anlamda ihtişamına, acısına giremiyoruz. Zaten Garfield’ın ‘Çirkin Ördek Yavrusu’ ya da “Parti”nin (“The Party”, 1968) Peter Sellers’ı misali çıktığı yolculukta zamanla fantastik bir Örümcek Adam’a dönüştüğü görülüyor.

        Neredeyse gelen kurşunların arasından sıyrılacak, belki uçabilecek bir prototip çiziliyor. Bunun da sebebi diğer oyuncu ve karakterlerin hiçbir inandırıcılığı olmaması... Vince Vaughn, Astsubay Howell olarak devreye girip George C. Scott’ın General Patton’ı (“Patton”) ile R. Lee Ermey’nin Komutan Hartman’ının (“Full Metal Jacket”) parodi kimliği gibi gözüküyor. Mel Brooks eli aranırken kendimizi görünürde ciddi bir savaş filminin ortasında buluyoruz.

        WORTHINGTON GÜLÜNÇLÜKTE YENİ BİR BOYUTA GİRİŞ YAPIYOR

        Sam Worthington ‘Yüzbaşı Glover’da (rütbeye göre Vaughn’dan yaşlı olması gerekmez mi?) sanki ilkokula yeni giren bir erkek çocuğu gibi sıfırdan aksan yapma çabasıyla sesini kısıp trajikomik anlarla donatıyor etrafımızı. O ne zaman çıksa gülmekten ağlayacak boyuta gelebiliyoruz. Rachel Griffiths-Hugo Weaving ikilisi Garfield’ın ebeveynleri olarak fena değiller.

        Ama Weaving’in girme sebebi Mr. Anderson şanı… Zaten filmin gerçekçi gözüken fantastik dünyası böylesi ‘tuhaf’ tercihlerle ayakta durabiliyor. Gibson, siyasi kaygılı “Bir Zamanlar Askerdik”ten (“We Were Soldiers”, 2002) farksız bir işe imza atarken yine Wallace’ın ortak senaryosuyla ilerliyor. Kan gövdeyi götürürken kamera iyi kullanılsa da müthiş çekilmiş sahneler yok.

        VAHŞETLE AJİTASYONA KAYMA ZAAFLARIN EN BÜYÜĞÜ

        Onca gürültüye eşlik ederken bize vahşet göstererek ajitasyona kapılmamız isteniyor. Ama ana karakter Superman misali bu kargaşadan sıyrıksız kurtuluyor. Vince Vaughn’un bir kumanda olduğu ‘şaka gibi’ evrende bu da gayet doğal. Gibson her şeyi boca edeyim derken sıkıntı çekiyor ve bir doktor üzerinden kahramanlık destanı yazıyor. Randall Wallace’ın ortak senarist olması akla vasat ve hesapçı “Bir Zamanlar Askerdik”i getiriyor.

        Oyuncu-yönetmenlerin savaş filmlerinden gidersek “Atalarımızın Bayrakları” (“The Flags of Our Fathers”, 2006) ile “Iwo Jima’dan Mektuplar”ın (“Letters from Iwo Jima”, 2007) seviyesine ulaşamıyor. Bir Eastwood olmak kolay değil. “Hacksaw Ridge”, özel ismiyle de aslında “Cesur Yürek”ten (“Braveheart”, 1996) bu yana Gibson’ın düşüşünü perçinlemeye yarıyor. Bir nebze de olsa cesaretli. Ama son düzlükte başarılı gözükse de yönetmeni 90’ların aksiyon kahramanı olarak görmeyi tercih ederiz.

        Buradaki popüler formül hiçbir şekilde geçerli olmuyor. Aksine her yanıyla dökülüyor ve zorlama duruyor. Alay konusu olmayı alışkanlık haline getiren, ‘destansı aşk’ damarlı bir savaş filmiyle yüzleşiyoruz. Garfield’ı başrole yerleştirmek zaten başlı başına delilik ve Razzie adaylığını denemek anlamına geliyor. Oyuncunun bu sene “Silence”ta Scorsese’nin elinde ne yapacağını merakla bekliyoruz.

        FİLMİN NOTU: 3.2

        Künye:

        Hacksaw Ridge

        Yönetmen: Mel Gibson

        Oyuncular: Andrew Garfield, Vince Vaughn, Teresa Palmer, Hugo Weaving, Rachel Griffiths

        Süre: 131 dk.

        Yapım yılı: 2016

        Diğer Yazılar