Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Seyirciyi paranoyaya sürükleyerek diken üstünde tutmanın nasıl bir şey olduğunu ispatlamak için örnek teşkil edecek bir film. “Jackie”, JFK’in eşi Jacqueline Kennedy’nin onun suikaste kurban gitmesinin ardından devreye giren nevrotik, grotesk ve kaotik ruh halini, gerilimli gelgitleri perdeye taşıyor. Larrain’in olgunluğu ve Portman’ın benzersiz performansı filmi yukarı taşıyıp bir feminist/politik sinema klasiğine dönüştürecek gibi. 73. Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerinde izlediğim “Jackie”, oradaki En İyi Senaryo ödülünün ardından dün de 41. Toronto Film Festivali’nin Platform yarışmasından zaferle ayrıldı.

        JFK suikastının çevresinde olup bitenleri inceleyen sayısız film izledik. Özellikle 1991’de Stone’un “JFK”de, işi whodunit senaryosuna çevirme, mahkemenin etrafına kurgulama becerisi, lezzetli renk paleti ile biçimci dokuyu işlevsel hale getirmişti. 2006’da “Bobby”, 2013’te “Parkland” benzer yaklaşımlarda bulundular. Şili sinemasının yükselen değeri Pablo Larrain ise Noah Oppenheim’ın senaryosundan kocasını kaybeden bir eşin dramına ‘paranoyak-grotesk’ arası benzersiz bir tonda bakıyor.

        EKLEKTİK YAPI ÖZENLİ BESTELERDEN DESTEK ALIYOR

        “Jackie”, onun İlk İngilizce filmi. ‘artık Jacqueline Jackie diyebilirim kendime’ diyen ezilmiş, geri plana itilmiş bir kadının öyküsü… ‘Nikita’nın ürkek kuzenine, Katharina Blum ve Crista Klages’in yeğenine denk geliyor sinema tarihinde… Kabuklarından çıkmak isteyen Jackie’nin kaotik ve nevrotik evrenine giriyoruz temelde. Eklektik yapı onun karmaşık ruh haline işaret ediyor, çoğu Larrain filminde görüldüğü gibi… Yer yer kameranın önünde yakın planlar, yer yer olanları gözetleyen bir kamera, yer yer izleme planları filmin bu dokusunu açığa çıkarıyor. İçses de asla anlatıyı kaçırmıyor. Arkada ne olduğuyla ilgilenmeyen film, bildiğimiz suikastı ve ona bir kadının gözünden bakışı son 10 dakikaya saklıyor.

        Esasen bir kadının ayakları üzerine durma arayışının filmi gibi. Geride kalan eş büyük oranda politik-gerilimi besliyor, ayağa kaldırıyor. Piyano ezgileriyle ordu marşlarını bir araya getiren, yeri geldiğinde dönemin bildik parçalarıyla da bu işitsel derinliği bütünleyen Mica Levi’nin deneysel ezgileri çok leziz. “Under the Skin”i (2013) yapan besteciden de daha farklı bir şey beklenemezdi.

        PAKULA’NIN ANTİ-TEZİ GİBİ

        Larrain görüntü yönetmeni olarak da Jacques Audiard’ın yanında çalışmasıyla bilinen Stéphane Fontaine’i seçmiş. Onun sinematografisi mat bir dokuyla aslında dönemin duygusunu çok iyi yakalıyor ve asla basmakalıp durmuyor. Yer yer 1.85:1’den 1.33:1’e geçen ve Portman’ı da dahil ederek flashbacklere ‘retro canlandırmalar’ ekleyen bir anlayış var.

        Bu yolda da aslında Larrain’in ‘suikast filmi’nin etrafını bir çeşit “Siyah Gelinlik” (“La Mariée était En Noir”, 1968)-“Yurttaş Ruth” (“Citizen Ruth”, 1996) arası dramatik ve mizahi öğelerden beslenen bir kaosla sarma çabası açığa çıkıyor. Film, sinematografik tercihleriyle değil de tonuyla çekici olurken, bu konuda atılım yapabilecek bir omurga kullanıyor. Merkezine gerçek bir olayı alan grotesk bir Alexander Payne filmi gibi. Sanki Alan J. Pakula’nın “Fahişe” (“Klute”, 1971) ile “Pelikan Dosyası” (“The Pelican Brief”, 1992) arası bir yapının sözünü veriyor.

        EŞİ BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ EVREN LARRAIN’İN OLGUNLAŞTIĞINI İSPATLIYOR

        O noktada paranoyayı kontrol ederken sanki bizi diken üstünde tutmanın sinemasını yapıyor. Şilili kurgucu bu irkiltici ve plastik tona büyük destek vermiş. Böylece gerilimli atmosfer asla peşimizi bırakmazken, görüntüler ve sesler bir an olsun susmuyor. Sanki ruh hali parçalarında dingin bir paranoyanın sözü veriliyor. Kara dulun siyah tülüyle (Truffaut’nun “Siyah Gelinlik”ine gönderme) son bölümdeki durumu açığa çıkıyor.

        Öldürmeyen bir intikamcı prototipi gibi Jackie. Ayakları üzerinden dururken aslında bir yıkıma, dönemin kapanışına tanıklık ediyor. “JFK”in yan bölüm (spin-off) karakteri gibi bir başka dokuya eşlik ediyor. Buradan açıldığı yerlerle dikkat çeken, eşi benzeri görülmemiş bir dünyaya tasvirini yapıyor.

        PORTMAN ETKİSİNİ UZUN SÜRE KAYBETMEYECEK

        Sallanan kameranın da, kaydırılan kameranın da, retro dokunun da aktif hale geldiği dünya çarpıyor. Düşler ülkesi Amerika’da dışlanmayı alışkanlık haline getiren kadınların yaşadığı bunalıma bir ‘sinema dili’ bulunuyor adeta. Belki de politik-gerilimlerde ya da suikast filmlerinde gördüğümüz en önemli kadın karakteri tanıştırıyor bize Larrain. Portman ise film için büyük şans, kendisi üzerine kurulu sinema dilini eşsiz bir performansla taçlandırıyor, adeta üzerimizden geçiyor. Etkisini uzun süre kaybetmeyecek gibi.

        “Çevirmen” (“The Intrerpreter”, 2003) gibi çok ‘Amerikan’ filmleri düşününce “Jackie”, retro öğeleri, nevrotik çıkışları ve plastik gerilimi ezber haline getiren tonuyla her yerinden sinema duygusu fışkıran bir film. Bunu yaparken de benzersiz görsel-işitsel yapı ahengiyle Larrain’in en plastik işinde belki de zirveyi görmesini sağlıyor. Siyasi filmlerdeki ezilen kadın figürüne dersini verip Margarethe Von Trotta’nın tarafına geçiyor yönetmen.

        FİLMİN NOTU: 8

        Künye:

        Jackie

        Yönetmen: Pablo Larrain

        Oyuncular: Natalie Portman, Peter Sarsgaard, John Hurt, Greta Gerwig, Billy Crudup

        Süre: 95 dk.

        Yapım yılı: 2016

        Diğer Yazılar