Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Biri Bizi Gözetliyor adlı meşhur reality şovu sinemada “Ev” ismiyle canlandıran yapıt, bu konuyu 2002’de tuvale taşıyan “Ölüm Bizi Gözetliyor”un yapısına dayıyor sırtını. Ancak onun varlığından haberdar olduğunu belli ettikten sonra, sosyal meselesi ışığında ilerleyen bir rehine gerilimi olarak şekilleniyor. Bu doğrultuda dijital kamera ve doğaçlamaya yakın gerçekçi oyunculuklardan alınan sonuç ile ayarlanan tansiyon tonuna dikkat çekmek gerekiyor. “Ev”, sinemada yolu açık iki yönetmenin doğuşunu müjdeliyor.

        Biri Bizi Gözetliyor yani nam-ı diğer BBG meselesi, temelini George Orwell’in ünlü romanı ‘1984’e dayayan, dünya piyasasına ise ‘Big Brother’ adlı programla giriş yapmış, tartışmalı bir konu. Hem TV dünyası, hem mahrem hayata müdahele edilmesi, hem insanın değerinin bilinmemesi, hem de hayatın bir oyuna indirgenmesi ile ilgili derin tartışmalar yaratabilecek bir alan.

        İnteraktif dünya faşizmine atıfta bulunan ilk film “Ölüm Oyunu” olmuştu

        ‘Biri Bizi Gözetliyor’ yarışmasının da bir sistemin ürünü olduğu, insanların (yani yarışmacıların) dahi bu anlaşma doğrultusunda o programın içinde ‘rol’ aldıkları düşünülmüştür çoğu zaman. Yani canlı bir TV dizisinin ruhunu taşıdığını iddia edenlerin sayısı az değildir. Bu durum da elbette derin bir ‘faşist düzen’ okuması getiriyor beraberinde.

        İşte bu, sanata girince temelini bilimkurgu türüne dayayan ve ‘insanların belli bir alana sıkıştırılmaları’ üzerinden yürüyen bir konsepte açılıyor. 1998’de “Truman Show” ile gözetlenme boyutunu farklı noktalara taşıyan konu, 2000 ve 2002 yıllarında art arda ilginç yapıtlar çıkardı.

        Bunlardan birincisi Kinji Fukasaku imzasıyla Japonya’dan geldi. “Ölüm Oyunu” (“Battle Royale”) isimli film, bir adaya hapsettiği gençlere ‘Birbirinizi öldürün. Çünkü yaşayan kazanacak. Oyun başladı!’ diyor ve bu sayede interaktif bir bilgisayar oyunu tonu da oturtuyordu.

        Temelinde 2000’lerin önemli korku filmlerinden “Ölüm Bizi Gözetliyor” var

        “Ölüm Oyunu”, insanların sınırlı alanlarda yoğun baskı altında neler yapabilecekleri ve ‘ölüm’, ‘cinayet’ gibi kavramların hangi noktalarda kişisel bir kurtuluş gibi görünebileceğini inceliyordu. Aslında bu mesele, Robert Louis Stevenson’ın ünlü kısa öyküsü ‘İntihar Kulübü’ (‘The Suicide Club’) ile karşımıza çıkmıştı. Ama sinemada bu filme kadar markalaşmamıştı. Öyle ki bu model etkisini hissettirmekte gecikmedi ve 2004’te “Beyin Avcıları”nda (“Mindhunters”, 2004) karşımıza çıktı.

        2002 tarihli “Ölüm Bizi Gözetliyor” (“My Little Eye”) ise altı kişinin dağ başında bir evde geçirecekleri 100 gün ve sonucunda kazanacakları 1 milyon dolar odaklı bir yapı kuruyordu. Yani film, korku alanında seyretse de aslında bu gözetlenme, açgözlülük ve hırs gibi modern bireyin sorunlarını ele alıyordu. Paranın peşine düşen karakterlerle kara film tonu da barındırıyordu içinde.

        Ölüm ‘ev’i gözetliyor

        Aslında Özyurtlu Kardeşler imzalı “Ev” de Marc Evans’ın “Ölüm Bizi Gözetliyor”unun sinemada belli bir etki yaratmasıyla ortaya çıkan bir eser. Orada yönetmen, “Blair Cadısı”nın (“The Blair Witch Project”, 1998) etkisiyle DV (dijital kamera) ile çekiyordu filmini.

        Evin çeşitli bölgelerine ve hatta kalemlerin üstlerine dahi yerleştirilen sabit kameralar sayesinde bir gerçeklik olgusu yakalanıyordu. Sonuçta film aslında bu ‘seyircilerin zevki için insanları tüketim toplumu aracına çevirme’ faşistliği üzerine, korkunun alt türlerinden slasher filmi ya da gang film’vari bir yere bağlanıyordu.

        Yönetmenler, projeye girerken kapsamlı bir çalışma yapmışlar

        “Ev” ise belli ki o filmi izlemiş iki yönetmenin işi. Öyle ki burada Özyurtlu Kardeşler, televizyon kameralarının hakimiyet kurduğu ev içi çekimlerinin yanında, bir de stüdyoda yine dijitalle çekilmiş grenli görüntüleri ekliyorlar. Yani filmin özünde korku sinemasında son yıllarda patlayan gerçeklik olgusu var.

        Bu da dijital kamera ile çekilip oyunculara alan tanıyarak yürüyen bir süreç. “Ev”, “Ölüm Bizi Gözetliyor”un dünya sinemasında durduğu yeri Türk sineması içinde temsil ediyor. El kamerası ve dijital ile çekilen ilk korku filmimiz “Ada: Zombilerin Düğünü”nün yamacına yerleşiyor.

        Başlangıç bölümünün durağanlığı gerilime hazırlık niteliğinde...

        Öncelikle yönetmenler, böylesi bir gerçeklik için hiç müzik kullanmamayı tercih etmişler. Bunu da içerideki psikolojik savaş, içeri-dışarı kavgası ve terör meselesi üzerinden gerilimin tansiyonunu yükseltmek için kullanmışlar. Bu doğrultuda açılıştaki yaklaşık 20 dakikalık bölümde sadece ‘ev’in içinde yaşananların önemli anlarını ya da bölümlerini üst üste bindirmişler.

        Böylece birçok korku yönetmeninde gördüğümüz, o sonradan gelecek gerilime hazırlık yapma taktiğini uygulamışlar. Dramatik tansiyon depolamışlar. Belki bu duruş sonrası yönetmenler, korku alanından farklı bir yöne kayıyorlar. Ancak bu açılış sayesinde filmin sonraki bölümünde yedi yarışmacının birbirlerine niye ve nasıl davrandığı ortaya çıkıyor.

        Biri Bizi Gözetliyor’un toplumun portresini çıkardığı gerçeğini iyi kavramış

        Tabii bunların tamamının seyircinin beğenisini arttırmak ve toplumsal bir Türkiye portresi çıkarmak için, bir genç yakışıklı, bir büyük ağabey, bir olgun kadın, bir çıtır kadın, bir küçük-duygusal kız, bir çocuk babası ve bir de rekabetçi yakışıklı olmak üzere belli prototipler doğrultusunda düzenlendiği görülebiliyor. Yani temsil edilen değerin önemi var, o insanın kim olduğunun değil. Öyle ki deta toplumun bir alegorisini çıkarıyor bu tiplemeler.

        Zaten bu tercih ile karakterler arasındaki ilişkiler, sözünü ettiğimiz ilk bölümde yapaylıkları ve kartonlukları sebebiyle ince bir alayla karşımıza çıkarılıyorlar. Kavgalar, sevgiler, nasihat vermeler ve daha nicesi konusunda bu bölümü iyi kavramış yönetmen ikilimiz anlayacağınız...

        Burada esas önemli olan konu, sözünü ettiğimiz kısımdan sonra nasıl bir yöne sapılacağı oluyor bir noktadan sonra. “Ölüm Oyunu” gibi ciddi bir öldürme oyunuyla mı, yoksa “Ölüm Bizi Gözetliyor” gibi bir korku filmiyle mi yüzleşeceğimizi düşünmeye koyuluyoruz. Ancak yönetmenler, bu alanda yapılmamış bir şeyi yaparak, filmi rehine gerilimi (hostage-thriller) alt türünün ışığında ilerletmeyi tercih etmiş.

        Akıllara “Köpeklerin Günü”nü getiren bir rehine gerilimi

        Aslında bunun inandırıcı olup olmadığı tartışma konusu. Bir anda final gecelerinden birinin ortasında evin içine elinde bombalar ve silahlarla bir adam giriyor. Girişi de, ‘canlı yayına geçin, yoksa bombaları patlatırım’ gibi tehditleri de aslında genel konseptte pek inandırıcı durmuyor. Ancak yönetmenlerin amacı; yarattıkları tiplemelerin ruhsal durumlarını yansıtmak, sosyal bir portre çıkarmak ve bir taşlama malzemesi yaratmak aslında.

        Bu fikirler ışığında bakınca da Özyurtlu Kardeşler’in ana karakteri, kendi yerlerine koyarak sistemi ve reality şovları sorgular konuma soktukları söylenebilir. Aslında bu durumun sinemasal anlamda veya ahlaken doğru olduğu tartışma konusu.

        Ancak içeride karakterlerin çatışmasına yarayan bu gerçek zamanlı bölümün, filmin politik hiciv (taşlama) dokusu taşımasını sağladığını da kabul etmek lazım. Öyle ki aslında sinemanın ilk dönemlerinde devreye girse de, Post-Vietnam döneminin buhran psikolojisini yansıtan ana karakteriyle dikkat çeken “Köpeklerin Günü” (“Dog Day Afternoon”, 1975) ile hatırladığımız, son yıllarda ise “Rehine” (“Hostage”, 2005) gibi geri kalmış örneklerini gördüğümüz bu alan, özünde bir sosyal taşlama aracıdır.

        Sorduğu soruların derinlerine inemese de kaymak tabakasını almayı beceriyor

        Yönetmenlerin amacı da zaten içeride olan bitenle ilgili emniyet, yapımcılar, yarışmacılar, TV programcıları ve daha nicesi üzerinden bir tartışma açmak. ‘İçerideki insanlar ne kadar gerçek?’, ‘TV sansürüyle yapaylaşıyorlar mı?’, ‘Kültürümüze göre mi oynuyorlar?’ gibi soruları halkın görüşüne açıyor film. Aslında oyuncuların inandırıcılıkları ve tansiyonunun iyi kurulması, sözünü ettiğimiz mantık boşluklarına karşın bu sorunların bir şekilde yerine ulaşmasını sağlıyor.

        Bunun ana sebebi rehine geriliminin iskeletinin kullanılması aslında. Ancak soruların derinlemesine incelendiğini söyleyemeyeğiz. Zaten filmin ana sorunu da söylemini çok derin hale getirmekten ziyade biraz terörist gibi duran karakterinin gevezeliğine vurup didaktik durması...

        Hayatlar TV yöneticilerinin mi, yoksa ‘başkası’nın mı elinde?

        Rehine gerilimi ile gelen gerçek zamanlı yapının, 2008 sonbaharında oynanan 4-1’lik Fenerbahçe-Galatasaray maçının TV yayınlarındaki skor değişimi görüntüleriyle de işlediği söylenebilir. Yani bir gerçeklik de oradan katılıyor hikayeye.

        Filmin son bölümünde zaten bu inandırıcı gerilimin doğru mesajlı bir yere bağlanarak, ‘Her şeyi TV yöneticileri düzenliyor. İnsanların hayatı onların elinde.’ gibi korkutucu bir noktaya da açıldığı söylenebilir.

        Tabii işin bu noktaya gelmesine sebep olan esas konu, “Ölüm Oyunu”nun formülünün devreye sokulması. Zira bir anda ‘şunu vurursan şöyle olur’ veya ‘şununla seks yaparsan böyle olur’ gibi motifler kullanılarak Türkiye’nin ahlak değerleri inceleniyor.

        Yolu açık olsun

        Özetle “Ev”in dünya sinemasında kendisi gibi filmlerden haberdar olması onu iyi bir yere taşımış. Ancak bundan 6-7 sene önce, tam da Biri Bizi Gözetliyor’un yayınlandığı dönemde devreye girse daha güncel, tartışmalı ve etkili olabilirmiş. Bu haliyle mesajının temeline inmediğinden, söylemek istediği şeyi sertleştirecek yönlere doğru yol almadığı söylenebilir.

        Tabii Kerem Atabeyoğlu’nun canlandırdığı polis karakterinin Türkiye’ye uygun olmayan tiplemesi de zaman zaman göze batabiliyor. Ancak ilk filmde ufak tefek eksiklerin yer alması doğal bir süreç. Önemli olan Özyurtlu Kardeşler’in bu yolda devam edip, ileride de tür sinemasında bilinçli ürünler verebilecekleri bütçelerle çalışmaları. Bu sebeple de “Ev” için ‘yolu açık olsun’ demekten başka çaremiz yok.

        Künye:

        Ev

        Yönetmen: Alper Özyurtlu, Caner Özyurtlu

        Oyuncular: Ahmet Saraçoğlu, Melda Gür, Gülçin Santrcıoğlu, Deniz Celiloğlu, Alpay Atalan, Ece Çeşmioğlu

        Süre: 100 Dk.

        Yapım Yılı: 2010

        keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar