Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Labirent” yarın vizyonda! Kerem Akça yazdı...

        “New York’ta Beş Minare”nin başarısından cesaret ve güç alarak üretilen bir terör gerilimi diyebiliriz. “Labirent”, Türkiye’nin uzlaşmacı Amerika politikalarının yol açtığı terör sorunsalı ve insan kıyımı üzerine çarpıcı bir politik dramarın izini sürmüş. Bunun üzerine Tolga Örnek gibi her hikayeyi kendi kalıbına göre sinemalaştırmasını bilen bir yönetmenin gözünden, Paul Greengrass’ın ana akım anlatıya uyarladığı el kamerası odaklı stilini eklemlemiş. Ancak oyuncu yönetimi ve kurgu gibi konularda olağanüstü bir bütün yakalasa da, iki saati aşkın süresine rağmen olay örgüsünü çekici ve derin hale getirememekten mustarip olmuş. Popüler sinemamız için kayda değer ve alkışlanası bir iş sunan eserin, Örnek’i de ‘üç filmini de farklı bir üslupla çeken Türk yönetmen’ düşüncesiyle zihnimizin çok özel bir yerine yerleştirdiği şüphesiz. Sezonun merakla beklenen Türk filmlerinden “Labirent” yarın vizyona giriyor.

        “Devrim Arabaları”nı (2008) izleyip Taylor Hackford, “Kaybedenler Kulübü”nü (2011) izleyip Oliver Stone, “Labirent”i (2011) izleyip Paul Greengrass benzetmesi yapabilirsiniz. Aslında bu, sektörel anlamda bir yönetmen için olumlu bir gelişme. Zira eğer ‘memurluk’ ve ‘hikayesine göre dekupaj’ yetisi oturursa, bundan sektörün inşasına başlarken doğru tuğlaları seçtiği gerçeği çıkarılabilir. Tolga Örnek de işte öyle bir yönetmen. Bu durum ise fazlasıyla evrensel, kaliteli ve derinlikli bakışlara alan açıldığını ispatlıyor.

        Yeni Amerikan politik sinemasının ‘el kamerası’ eğiliminden destek almış

        Belli ki Örnek’in “Kaybedenler Kulübü”ndeki görüntü yönetmeni Burak Kanbir ile yeni kurgucusu Oğuz Çelik; “Labirent”in farkını ortaya koyması hususunda büyük destek vermiş. “Devrim Arabaları”nın oyuncu yönetimi odaklı, anlatıyı doğal renklere yükleyen ve gerçek hikayeyi dar alana sıkıştırmayı hedefleyen geleneğinin devamında “Kaybedenler Kulübü”nün karikatür estetiğiyle özgün ve biçimci bir dünya yarattığını görmüştük. “Labirent” ise bunların aksi istikamette ilerlerken aslında her ikisinden de parçalar almış. Örnek, ‘oyuncu yönetimi’ni öne çıkaran tabanı, aralardaki bağları kuran montaj sekansları ve ikinci filmde yükselen kurgu tekniklerini transfer etmiş belki.

        Ancak filmin bunların üzerine “Yeşil Bölge” (“Green Zone”, 2010), “Krallık” (“The Kingdom”, 2007), “Syriana” (2005) gibi son dönemin Irak cephesini mesken tutan politik Amerikan filmlerinde gördüğümüz, el kamerası ile sıçramalı kurgu geleneğinden yükselen ‘gerçeklik algısı’nı ya da ‘guerilla sineması’ dediğimiz kavramı yerleştirdiği unutulmamalı. Zira bu sayede Örnek’in çok sevdiği montaj sekanslar burada birebir kalıp canlı dururken, onların üzerine tür sineması dahilinde yenilikler eklenmiş. Tarihi-dram ile radyo filminin ardından bu sefer bir terör gerilimi sunmuş yönetmen.

        Dinlere ve ülkelere tarafsız yaklaşımıyla politik tabanını doğru kurmuş

        Aradaki değişimleri göz önünde bulundurunca ‘bukalemun’ edasında bir ‘ağır işçi’den söz edebiliriz. Bu durum da bütün sahnelerde yakın ölçekli plan oranını arttırıp oyuncuların üzerimize üzerimize gelmesini sağlamış. Meltem Cumbul, Timuçin Esen, Sarp Akkaya, Ozan Bilen, Rıza Kocaoğlu ile Altan Gördüm’ün kuvvet verdiği kadro da bu noktada bir standart tutturmuş.

        Filmin politik tabanını ‘Türkiye’nin uzlaşmacı Amerika politikaları’ üzerinden kurması aslında manidar. Zira böylesi eserlerde ‘terörist’ veya ‘Iraklı’ tanımının milliyetçi bir süzgeçle neredeyse şovenist bir söylemeye malzeme olduğu çokça gördüğümüz bir durum. Ancak belli ki Örnek, ilk olarak bu defoyu bertaraf etmiş. Yönetmenin girizgahı ‘İsrail ile ABD’nin bize yaptığından ne farkı var Türkiye’nin politikalarının’ diyen bir teröristi göstererek yapması da tesadüf değil. “Labirent”in bu görüş ışığında teröristi, istihbarat görevlisi, muhbiri, casusu veya polisi; din, ırk veya ülke ayrımı yapmadan aynı mesafeden gözlemlemesi sevindirici.

        Kurgu ve tempo sadece montaj sekanslarda dikkat çekmiş

        Bu durum çok yönlü ve karakterli bir omurgayı beraberinde getirirken bir bakıma Örnek’in işini zorlaştırmış. Zira kendisi politik damarı dürüst bir tabana yerleştirdikten sonra, olay örgüsünün altını doldurmaktan ziyade tempolu sekans fazlalığını üzerimize atmayı tercih etmiş. Bu tercih, seyirciden merak duygusu uyandıran bir dramatik yapıdan mahrum bırakmış. Aksine olan biteni tahmin ettiğimiz yerlerden parçalar sunulmasını sağlamış. Bunun devamında da her şeyin; yönetmenin önceki filmlerinin aksine ‘tipik bir şablon’un içine hapsolmasına ve çok sevdiği ‘başarısızlık hikayesi’nin fazla derinlikli durmamasına yol açmış.

        Bunlara el kamera dokusuyla yaklaşan Örnek’in gerçek anlamda kovalamaca sahneleri gibi temposu yüksek bol figüranlı sahnelerde çıtayı yukarılara koyamadığı da bir gerçek. Bu durum onun sadece ekran bölme, görüntü bindirme, ara plan gibi tempoyu ayakta tutan anlardaki montaj sekansların üzerine gitmesini sağlamış. Kurgucu kendi şovunu yaparken Örnek de bir bakıma ‘anlatmak istediği mesele’yi öne çıkarmış. Derin devlet muhasebesine doğru ilerlerken bir hükümet eleştirisi depolamış.

        Mahsun Kırmızıgül’ün yükselttiği çıtanın altında bilerek ezilmiş

        “Labirent”, isminden de başlayan bir sürecin devamında aslında gerçekçi karakter prototipleriyle yol almış. Karakterizasyon konusunda da Esen’in sakallı ve hafif yapma halini saymazsak sıkıntı çekmemiş. Ancak 1.85:1 formatında bir türlü Mahsun Kırmızıgül’ün Türk sinemasındaki Hollywood geleneğine sınıf atlatan terör gerilimi “New York’ta Beş Minare”nin (2010) görkemli sekansları sunamamış.

        Bunda Örnek’in sinemaskop (2.35:1) çalışmayıp genel planlardan bir helikopter kamera kullanmamasının ve buna uygun ezgileri sevmemesinin katkısı büyük elbette. Ancak bir diğer taraftan da bu tercihler filmi, bilinçli olarak ‘Bourne’ serisi ile yeni bir ajan filmi kökü dahi oluşturan Greengrass ekolüne yanaştırmış. Temponun ya da çatışmanın başlayacağı anlarda ‘kesme’ yapılması “Beyza’nın Kadınları” (2006) gibi Kırmızıgül öncesinde uygulanan Hollywood anlatısını kullanan filmleri akla getirmiş. O da kolay iş değil, kabul etmeliyiz. Zira bunu dahi beceremeyen sayısız Türk yönetmen var.

        Örnek’e bir kez daha şapka çıkartmak lazım

        Ancak bu tercihe paralel olarak 123 dakikalık süresinden çeken filmin, temposunu yükselttiği anlardan çok oyuncuların karşılıklı kapıştığı bölümlerde biraz irtifa kaybedip tempo yapma olan özelliğini de olay örgüsünün dipsizliğinde yitirdiği görülebiliyor.

        Nihayetinde 1.85:1’de sinemaskop format gelmeden önce Mustafa Altıoklar, Sinan Çetin gibi isimlerin uyguladığı hafif dar kalibreli Hollywood anlatısından nağmeler sunan eserin takdir edilmesi şart. Politik dramarının sağlamlığıyla da çıtayı yükseltmekten çok ‘duruma ayak uydurma’ yetisiyle öne çıkıyor. Böylelikle yüksek tempolu, saygı duyulası ve bilinç sahibi “Labirent”, bizim ‘guerilla estetiğiyle çekilmiş politik filmimiz’ olarak sivriliyor. Bu da ulusal platformda uygulanan bir şey olmadığı için bir kez daha Örnek’e şapka çıkartmak boynumuzun borcu.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Labirent

        Yönetmen: Tolga Örnek

        Oyuncular: Timuçin Esen, Meltem Cumbul, Rıza Kocaoğlu, Sarp Akkaya, Ozan Bilen, Altan Gördüm, Melike Güner

        Süre: 123 Dk.

        Yapım Yılı: 2011

        keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar