Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kalemindeki ‘durum komedisi’ ve ‘özgün karakter’ yetisiyle parlayan Ata Demirer, bu sefer Almanya’da yaşayan bir Türk boksörün eğlenceli hikayesini almış çerçevesine. “Berlin Kaplanı”, dünya sinemasında bile girmesi ayrı bir özen, bir gevşeklik ve özel bir beceri gerektiren spor komedisi alanına sanki proje aşamasında hazırlıksız yakalanmış gibi. Bu noktada filmin imdadına yetişen Ata Demirer’in yine sinema tarihimize geçmesi beklenebilecek Ayhan Kaplan karakteri ile Kemal Sunal filmlerinden bildiğimiz Necati Bilgiç’in tecrübesi. Karşımızdaki eserin “Recep İvedik”, “Eyyvah Eyvah”, “Sümela’nın Şifresi: Temel”, “Kutsal Damacana”, “Kolpaçino” gibi son dönemin seriye dönüşen kültürel Yeşilçam komedilerinin samimi örneklerinin bir yenisini sunma işlevini üstlenmesi ise zor. Ancak özellikle Ayhan Kaplan’ın ‘şikeye hayır’ diyen namuslu-saf-naif sporcu kimliğinin açtığı yolda ‘sözlü espri’ bombardımanıyla eğlendirdiğini kabul edelim.

        Son 10 yılda Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Ata Demirer ve Şahan Gökbakar derken beyaz perdede bir ‘komedi’ kimliğimiz oluşmuş durumda artık. Bir süre Gani Müjde’nin dahiyane senaryolarındaki alt metinleri aralamaya, ‘parodi’ ve ‘hiciv’ dozajını analiz etmeye çalıştıktan sonra artık belli ki farklı bir amacımız olacak. Zaten Yeşilçam’ın her yükseldiği dönemde de böyle olmamış mıydı? Popüler sinemada komedi ve melodram ağırlığı etkisini hissettirmemiş miydi?

        Ata Demirer kime denk düşüyor?

        İşin doğrusu bu durum 1970’lerde de böyle olmuştu, günümüzde de bu yolda bir ivmeye girdi. Aslında o dönemin Kemal Sunal, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Şener Şen, İlyas Salman gibi hakim isimlerinin şimdilerde kime denk geldiğini vurgulamak henüz mümkün olmasa da herkesin kendi ruhunu perdeye aktardığı kesin. Elbette bu konuda 2008 tarihli ilk ‘Recep İvedik’ filminin büyük rol oynadığını kabul etmeliyiz. Zira genelde Mehmet Ali Erbil’in oynadığı ve günlük magazin şöhretlerinin toplandığı eserlerin rafa kalkmasıyla birlikte gerçek bir yazın, tutarlılık, bilinç ve saf şamata görmeye başladık.

        Ata Demirer de performans açısından kanımca “Osmanlı Cumhuriyeti”nin (2008) ötesine halen geçemese de yükselen ‘samimi Yeşilçam komedisi’ konseptinin içinde kendine özgü bir yere oturmuş durumda. Bu genel ivmeyi de “Kutsal Damacana” (2007), “Recep İvedik” (2008), “Kolpaçino” (2009), “Eyyvah Eyvah” (2010) ve “Sümela’nın Şifresi: Temel”in (2011) devam filmlerine açılmasıyla açıklayabiliriz. Bu eğilimin içinde Cem Yılmaz’ın ‘Hollywood’ ekolünü benimseyerek yaptıklarını; farklı, değerli ve daha üst bir noktaya konuşlandırdığımızı eklememek ise olmaz elbette.

        Türkiye’nin Will Ferrell’ı mı?

        Bu sektörel açılmanın katısıyla devreye giren Demirer’in senaryosunu da kendisi yazdığı “Berlin Kaplanı” (2012) ise ‘spor’ ile ‘komedi’yi birleştiren dünya sinemasındaki sayısız film arasında anılabilir. O melez türün özündeki ‘durum komedisi’ yetisinin üzerinden kurduğu ‘iyi yazılmış karakterler’, ‘sözlü espriler’ ve ‘yaratılan durumlar’ odaklı omurgasından haberdarız aslında. Filmin ana hedefi ise Almanya’da gurbetçi olmanın zorlukları, bu durumun ışığında Türkiye’ye adaptasyon sürecinin yarattıkları, bunun devamında da elbette ‘başarı-yükselme’ hikayesini bu üç kurala uydurmak.

        Oyuncu kimliği açısından Ayhan Kaplan gibi ‘Eyyvah Eyvah’ın Hüseyin Badem’i misali kültleşmesi garanti bir karakter portrelemesi yine var. Demirer’in bu konudaki tutarlı, dengeli ve gel-gitli performansına şapka çıkarmak da şart. Adeta spor komedisinde gereken ‘gevşek’ oyunculuk stilini, yani Will Ferrell’da gördüğümüz bu zorlu süreci onun “Şut ve Gool!” (“Kicking and Screaming”, 2005), “Talladega Geceleri: Ricky Bobby Hikayesi” (“Talladega Nights: The Ballad of Ricky Bobby”, 2006), “Blades of Glory” (2007) ve “Çaylak Profesyonel”deki (“Semi-Pro”, 2008) performansları kadar yetkin bir şekilde yerine getirdiği şüphesiz. Elbette onun sahne kimliğindeki ‘çılgın’, ‘kaba’ ve ‘dışa dönük’ sıfatlarını birazcık yontmuş oyuncu-senarist.

        Hakan Algül yükün altından kalkamamış

        Kısa sürede stand-up’çılıktan ve televizyon programcılığından bu noktalara gelmesi sevindirici Demirer’in. Bu açıdan da aslında kendine biçtiği payla bir yol aldığı görülebiliyor. Ancak “Berlin Kaplanı”nın sanki dramatik çatısının erken oluşturulup başta “Kurtuluş Son Durak”ın setinden çıkıp gelmiş gibi duran Nihal Yalçın olmak üzere, dramatik çatı, yan karakter ve motivasyon oluşturma konusunda sıkıntıları var gibi.

        Bu konuda inisiyatifi alacak bir yönetmen kimliğine görev düştüğünde ise Hakan Algül gibi ‘dizi estetiği’ odaklı memur zihniyetini terketmeyecek bir duvarla karşılaştığı açık. Demet Akbağ’ın ‘Eyyvah Eyvah’ serisinde sorumluluğun neredeyse yüzde 50’sini omuzlarına yüklenmesi bu konuda halihazırdaki eserin düşüşünü hazırlamış. Sadece birkaç sözlü espri ve sekansla kısıtlı kalmamız ise aslında filmin ana omurgasının sorunlu olduğunu kanıtlıyor.

        Riskli bir alan

        Zira yukarıda bahsettiğimiz seriler kültürel karakter, düz anlatı, samimi oyunculuklar ve yormayan dramatik çatının izinde ilerler. Görsel anlamda bir şey yapmak için kendilerini paralamadıkları gibi sahne önünü de yıldız oyuncuya ve onun şovuna adaplı bir şekilde bırakırlar. Burada ise Hakan Algül’ün “Döngel Karhanesi” (2005) ve “Eyyvah Eyvah 2”de (2011) gördüğümüz yönetmenlik zaafları; adeta açılış kısmındaki Almanya bölümünde ve sonlarda gördüğümüz iki montaj sekansın planlarını birleştirememesi noktasında açığa çıkmış gibi. Halbuki böylesi anlatı numaraları tempoyu arttırmak için kullanılır. Ancak yönetmen öyle bir ihtiyacı harekete geçirmek isterken tam tersi bir iz bırakmış.

        Onun gibi TV alışkanlığı olan yönetmenlerin zaaflarını bertaraf etmek bazı serilerde kolay olabiliyor. Ancak belli ki “Berlin Kaplanı”nın dramatik yapısındaki aceleye getirilmişlik buna izin vermemiş. “Talladega Geceleri: Ricky Bobby Hikayesi”, “Yakartop” (“Dodgeball: A True Underdog Story”, 2004) gibi Amerikan sinemasındaki eli yüzü düzgün spor komedisi temsillerine ulaşma şansını engellemiş bu durum şüphesiz. Ama elbette bu melez türün son derece kapana kısılı, kalıplarından çıkması zor ve tonunu tutturması ustalık isteyen bir alan olduğunu da belirtmeliyiz bu noktada.

        Sunal’ın “Postacı”sı varsa, Demirer’in “Berlin Kaplanı” var

        Zira Will Ferrell ayrı bir istisna olsa da aslında bu ‘albenisiz’ alanın üzerine gitmenin hiç de akıl karı olmadığı açık. Bu noktada Necati Bilgiç ve Cengiz Bozkurt gibi oyuncuların katkısıyla filmin Kemal Sunal filmografisinde gördüğümüz “Postacı” (1984), “Gurbetçi Şaban” (1985), “Polizei” (1988) gibi farklı filmlerin bir karmasını sunduğu söylenebilir. Bu da Ata Demirer’in sözünü ettiğimiz ‘Yeşilçam komedilerine geri dönüş’ kıstasındaki işlevini kuvvetlendiriyor. Karaktere yüklediği duygusallık üzerinden bir saflık aşılayarak da özdeşleşme düşüncesini harekete geçirdiği ortada. Başarma arzusunu seyircinin ruhuna yerleştirirken “Berlin Kaplanı”nı gurbetçi spor komedisi olarak bir yerlere konuşlandırıyor.

        Spor konusunda Orhan Ayhan esprisinin yanında özellikle gündeme uygun şike odaklı boks sahneleri de dikkat çekici açıkçası. Öyle ki şikeye hayır diyen Ayhan Kaplan’ın buna verdiği tepkileri ve mimikleri bir süre eserin gidişatını yürüten ana malzemelere dönüşüyor. Filmin diğer eğlenceli yerleri ise ‘mitoloji’, ‘şengen vizesi’, ‘Alman şöhret’ ve ‘arı gibi sokmak’ gibi kavramlarla açığa çıkmış. Ancak bunlar da çok münferit ve bütünden uzak gerçekleşiyor. Anlayacağınız son dönemde izlediğimiz bir başka spor komedimiz “Süpürrr!”den (2009) çok da yukarıda durmuyor “Berlin Kaplanı”.

        FİLMİN NOTU: 3.2

        Künye:

        Berlin Kaplanı

        Yönetmen: Hakan Algül

        Oyuncular: Ata Demirer, Nihal Yalçın, Necati Bilgiç, Tarık Ünlüoğlu, Tim Seyfi

        Süre: 100 dk.

        Yapım yılı: 2011

        KARANLIĞIN İÇİNDEKİLERDEN KORK!

        Canavar ve yaratık tasarımlarındaki takıntıları ve özgün fantastik dünyasıyla bildiğimiz Guillermo del Toro’nun yapımcı ve senarist koltuğuna oturduğu bir korku yeniden çevrimi. “Karanlıktan Korkma”, kökündeki 1973 tarihli eserin üzerine giderken 80’lerin yaratık filmlerinin masalsı, eğlenceli ve kült tavrını harekete geçirmeyi becermiş. Bunu yaparken kolaycı korkutma metotlarına başvurmaması filmin ‘başarı’ ve ‘safiyane gerilim’ çıtasını yükseltirken, hakim sınıf üzerine getirdiği yorumlarla da dikkate değer bir seyirliğe dönüşmesini sağlamış.

        Aslında bir korku filmi çekerken ‘karanlık’a sığınmak yapılabileceklerin en kolayıdır. Bunun üzerine ‘küçük çocuk’, ‘lanet’, ‘bodrum katı’, ‘perili ev’ gibi motifleri de eklediniz mi bütün rötuşları tamamlarsınız. Böylelikle klişe bir korku filminin hammaddeleriyle bir ‘bütün’ oluşturma şansınız yükselir. “Karanlıktan Korkma” (“Don’t Be Afraid of the Dark”, 2010) da daha isminden başlayarak böylesi yollardan geçen ‘geleneksel bir tür denemesi’ izlenimi uyandırıyor. Ancak filmin aldığı ivmelerle bunları ‘ters köşe yapma’ niyetine kullandığı ortaya çıkıyor.

        80’ler ruhunu hatırlatan bir alt tür denemesi

        Zira Troy Nickey, iyi bir yönetmen olmasa da projenin özünde yatan Guillermo del Toro’nun canavar ve yaratık fetişizmini biliyoruz. Bu da 1973 tarihli bir TV filminden uyarlanan bu eserin, ‘80’ler ruhunu hatırlatan yaratık filmi’ konseptinin içinde günümüze uygun bir ‘seyir’ izlemesini sağlıyor. Çünkü eldeki bütün bir süre sonra ‘aristokrasinin yaşadığı malikanenin dışındaki at arabası’ ve ‘bodrum katındaki lanete açılan ateş yakma borusu’ gibi motifler üzerinden daha farklı şeylerin izini sürmeye başlıyor.

        Bailee Madison’ın canlandırdığı merkezdeki kız karakterin ‘seyirci çocuk gibi korkar’ görüşünü doldurur noktaya ulaşmaması da filmin ‘karanlık’ kıstasına kapılan “Karanlık” (“Darkness”, 2002), “Onlar” (“They”, 2002), “Darkness Falls” (2003) ve “Karabasan” (“Boogeyman”, 2005) gibi son dönemin başarısız örneklerinin yakınından geçmemesini sağlıyor. Zira Del Toro belli ki sözünü ettiğimiz eserin ‘karanlıktan korkma’ anlamına gelen ismini ‘karanlığın içinden çıkandan kork’ düşüncesiyle doldurmak için tercih etmiş.

        Del Toro’nun dahiyane yaratık tasarımlarının gücü açığa çıkmış

        Bu durum fazlasıyla ilk bölümde alınan ivmeyi tersine çeviriyor ve kansız, efektsiz bir korku izleğini beraberinde geliyor. Bu noktada Nickey’nin ‘röntgenci kamera’ ile ‘yaratık’ tarafını tercih etmesi dışında bir ‘gerilim’ yaratma becerisinden söz etmek mümkün değil. Daha ziyade Del Toro’nun dahiyane yaratık tasarımlarıyla ve onları haddine göre kullanılmasıyla yükselen bir korku algısı görebiliyoruz burada.

        Bu damar, ‘her şey gerçek mi?’ gizeminin altının fazla dolmamasıyla dramatik yapıya zarar vermiş işin doğrusu. Ancak yaratıcı, belli ki nesiller boyu hakim sınıfın altında saklanıp git gide daha da bilenen mitolojik yaratık formatından; ‘eli kılıçlı ve cüce görünümlü savaşçılar’ çıkarmak istemiş. Bu durum ‘komedi’ malzemesini filme doğrudan dahil ederken Troy Nickey’nin de geri çekilip olan biteni izlemesini sağlamış.

        Cronenberg ve Scott’ın filmlerinin izindeki canlılığı baz almış

        Nihayetinde 80’lerde “Hastanede Dehşet” (“The Brood”, 1979) ve “Yaratık” (“Alien”, 1979) gibi klasiklerin ardından üreyip 50’lerin B filmlerini A tipine transfer etme yetisiyle profesyonelleşen kült korku-komedi örneklerinin bir yenisi var karşımızda. “Basket Case” (1982), “Gremlinler” (“Gremlins”, 1984), “Critters” (1986) ve “Troll” (1986) gibi bu eserlerin arasında da en çok sonuncusuna yakın bir tonla karşılaşıyoruz burada. Bu da esasen yaratık tasarımı ve mitik arka planla yükselmesini sağlamış “Karanlıktan Korkma”nın.

        Del Toro belli ki “Cronos” (1993) ve “Tehlikeli Yaratıklar” (“Mimic”, 1997) gibi korkuya kayan tasarım skalasına yakın durmuş burada. Bu da ‘perili ev’ atmosferinde geçerken kolay numaralara başvurmayan bir yaratık filmini beraberinde getirmiş. Sosyolojik ve mitolojik metinleriyle alt türün olgun sulara açılmasına önayaklık eden başyapıt “Fiend Without a Face” (1959) kadar derin olmasa da kayda değer bir işle yüzleştiğimiz kesin.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Karanlıktan Korkma (Don’t Be Afraid of the Dark)

        Yönetmen: Troy Nickey

        Oyuncular: Katie Holmes, Guy Pearce, Bailee Madison, Bruce Gleeson, Nicholas Bell

        Süre: 99 dk.

        Yapım Yılı: 2010

        ESKİ FORMATTA SESSİZ SİNEMAYA AĞIT

        Sinemada Hollywood üzerine hikayeler fazlaca ele alınmıştır. “Artist” de Stanley Donen-Gene Kelly ikilisinin imzasını taşıyan “Yağmurda Şarkı”da gördüğümüz ‘sessiz dönemden sesli döneme geçiş’ gibi sanat dalının kilit dönemlerinden birine odaklanan bir başarı öyküsüne odaklanmış. Douglas Fairbanks alıntılarıyla örülmüş ‘Valentin’ soyadlı bir karakterin izinden inşa edilen örgü, Mary Pickford’a benzer kimlikte bir kadınla da ‘sinefiller için kaçınılmaz derecede albenili’ hale getirilmiş. Hazanavicius’un kendisinin de bundan zevk aldığı ortada. Zira tam ekran, siyah-beyaz ve sessiz bir sinema filmi üretirken bir saygı duruşunda bulunmayı kafasına koymuş. Ancak bu ‘retro model’ son 10 yılda “Brand Upon the Brain!”, “Dr. Plonk” ve “Anten” gibi daha iddialı filmlerde karşımıza Guy Maddin, Rolf de Heer gibi ‘her şeyin üzerine koyan’ yönetmenler tarafından çıkarıldığı için nihai toplam çok da çekici gelmiyor. Aksine “Artist”, bu eserlerin değerini arttırma işlevi görüyor. Yine de sinefilleri ve yedinci sanatın ‘teknolojik gelişmeler’i ile ilgili yorumları merak edenleri doyuracak cinsten bir yapıt karşımızdaki.

        “Artist”in vizyonundan bir gün önce, dün yazdığım eleştirisine şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.haberturk.com/yazarlar/kerem-akca/709550-eski-formatta-sessiz-sinemaya-agit

        FİLMİN NOTU: 6

        Künye:

        Artist (The Artist)

        Yönetmen: Michel Hazanavicius

        Oyuncular: Jean Dujardin, Bérénice Bojo, John Goodman, James Cromwell, Penelope Ann Miller

        Süre: 100 Dk.

        Yapım Yılı: 2011

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Acı Tatlı Tesadüfler (Ma Part du Gateau / My Piece of the Pie): 6.1

        Acımasız Tanrı (Carnage): 1.9

        Alacarakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1 (The Twilight Saga: Breaking Dawn – Part I): 7.1

        Allah’ın Sadık Kulu: Barla: 3.5

        Anadolu Kartalları: 2.2

        Aşk ve Devrim: 3.9

        Aşkın Formülü Yok (Simple Simon): 6

        Ay Büyürken Uyuyamam: 0.8

        Bisikletli Çocuk (Le Gamin au Vélo / The Kid with a Bike): 6.8

        Bu Son Olsun: 4

        Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi: 7.5

        Çizmeli Kedi (Puss in Boots): 6

        Dedemin İnsanları: 5.5

        Demir Leydi (The Iron Lady): 5.9

        Düşler Bahçesi (We Bought a Zoo): 2.8

        Ejderha Dövmeli Kız (The Girl with the Dragon Tattoo): 7.8

        Gelecek Uzun Sürer: 5.5

        Hayat Ağacı (The Tree of Life): 9.7

        Hediye Operasyonu (Arthur Christmas): 3.8

        Hugo: 7.3

        İçimdeki Şeytan (The Devil Inside): 1.3

        İntikamın Bedeli (Seeking Justice): 6

        İz (Reç): 4.8

        Jane Eyre: 4

        Johnny English’in Dönüşü (Johnny English Reborn): 4

        Karanlık Saat (The Darkest Hour): 3.3

        Katil Köpek Balığı (Shark Night 3D): 4.7

        Kazanma Sanatı (Moneyball): 6.1

        Kurtuluş Son Durak: 4

        Labirent: 5.5

        Mavi Pansiyon: 5

        Melankoli (Melancholia): 3.5

        Mikrofon (Microphone): 0.6

        Mission Impossible: Ghost Protocol: 3.8

        Musallat 2: 5.3

        Nar: 6.1

        Neşeli Ayaklar 2 (Happy Feet Two): 5.9

        Sherlock Holmes: Gölge Oyunları (Sherlock Holmes: A Game of Shadows): 6.5

        Tehlikeli İlişki (A Dangerous Method): 5.5

        Tutku Günlükleri (The Rum Diary): 5.5

        Yangın Var: 4.7

        Zenne: 3

        Zirveye Giden Yol (The Ides of March): 6.3

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar