Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Jim Carrey’nin 1994 tarihli ‘dedektiflik filmi parodisi’ “Budala Dedektif”, bir de devam filmine kavuşmasına karşın oyuncusunun ‘kaba komedi’ işlevi sebebiyle fazla önemsenmemişti. Ancak orada gerçek olan bu alt türün sessiz dönemden sonra Peter Sellers ile aldığı ivmenin devamında günümüze uygun espriler, diyaloglar, şablonlar ve durumlar üzerinden şekil değiştirmesiydi. Tolga Çevik de, Cem Yılmaz’ın özündeki ‘Hollywood’ düşüncesini “Sen Kimsin?”e transfer ederken Türkiye’nin “Budala Dedektif”ini yaratmayı kafasına koymuş. Bu da Kemal Sunal’ın 1996 tarihli ‘Bay Kamber’ dizisini hatırlatan olay akışını dinamikleştirirken, Köksal Engür, Pelin Körmükçü, Toprak Sergen ve Zeynep Özder gibi kaliteli oyuncularla da dengelenen modern bir komedi örgüsüne açılmış. “Sen Kimsin?”, Türkiye’de dedektif olmanın yol açabileceği sakarlıklar ve polis emekliliğinin gariplikleri üzerine hem görsel hem de sözlü mizah yakalamaktaki başarısıyla öne çıkan bir film.

        Ülkemizde sayısı hızla artan ‘kaliteli komedi’ örneklerinin içinde bazı oyuncuların Hollywood, bazı oyuncuların ise Yeşilçam’ı örnek aldığı kesin. Bunlardan ikincisine fazlaca örnek verilebilecekken, birincisinin en keskin temsilcisi Cem Yılmaz. Zira kendisi Mel Brooks edasıyla türleri parodize ederek kendine hafif kültürel hafif alaycı bir yön belirlerken, o duruma uygun sinema anlayışını da filmlerine yedirmek isteyen, ‘Türk’ün Hollywood’la imtihanı’ durumundan beslenen bir figür.

        Kemal Sunal’ın ‘Bay Kamber’ ile yaptığını sinemaya uyarlamış

        Tolga Çevik de belli ki ondan esinlenen bir ‘beyaz perde komedyeni’. Daha önce ‘Vizontele’ serisi ve “Organize İşler”de (2005) ‘güldüren karakter’ dopingi yaptığına tanıklık ettiğimiz oyuncu, burada bunun üzerine ‘kalem’ini de ilave etmiş. Kendisinin Ozan Açıktan ve Levent Pala ile beraber oluşturduğu senaryo ise gerçek anlamda Jim Carrey’nin ‘Budala Dedektif’ini (‘Ace Ventura’) hatırlatan bir dedektiflik filmi parodisine açılmış.

        Aslında 1996’da Kemal Sunal’ın ‘Bay Kamber’ adlı dizisinde ülkemize transfer olduğunu gördüğümüz bu ‘Hollywoodesk doku’ burada hakkıyla uygulanmış. Zira Tolga Çevik, bu karakterin sakarlıklarını ve diyaloglarını öylesine ince eleyip sık dokumuş ki, yan rollerdeki oyuncuların kalitesi de buna eklenince ‘adaplı bir bütün’ oluşturulmuş gibi. Bu noktada Peter Sellers’ın kaba komediye (slapstick komedi) ‘Pembe Panter’ (‘The Pink Panther’) serisi ile yaşattığı ‘diyaloglu’ dönüşüm de ana omurgaya enjekte edilmiş sanki.

        Zira buradaki esaslı hikaye tabanı, popüler kültürde Agatha Christie romanlarından veya Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes eserinden bildiğimiz, sinemada 50-60 sene önce miyadını doldurmuş ‘dedektif’ motifini ti’ye almak üzerine kurulu. Bu hedef de kaba komediyi sözlü ve görsel esprilerle harmanlayan ılımlı bir yapıyla taçlandırılmış.

        En az üç tane antolojilere geçecek sahneden bahsedebiliriz

        Bu duruma “Çok Filim Hareketler Bunlar” (2010) ile popüler sinemaya hızlı bir giriş yapan yönetmen Ozan Açıktan’ın varlığı da eklenince Türk sinemasına ‘unutulmaz birkaç komedi filmi sahnesi’ armağan etmiş “Sen Kimsin?”. Ancak elbette bir Hollywood anlatısı oturtmak için aydınlatıcı bir açılış sekansı ve böylesi filmlerde dramatik omurgası güçlü bir final bölümü kurgulamanız şart. Açıktan, ilk yönetmenlik denemesindeki ‘kısa filmleri iyi sinemalaştırdı’ dokunuşunu sanki burada sadece belli sahnelerde canlandırmış gibi.

        Ama özellikle Tekin’in (Tolga Çevik) sokakta yürürken bir anda kendini bir Amerikan şehrinde bulup boyut değiştirerek gerçek polise dönüştüğü halüsinatif doku unutulmazlar arasına girebilir. Bunun yanında onun kaçırılan kızın yanına getirildiği anın ‘hip-hop kurgu’ tekniği ile resmedilmesi ve bizim ‘Amerika’dan ekip geldi’ diye havasını atan çoğu yerli filmde görmediğimiz gerçekçi kaza sahnesi de görülmeye değer.

        Av Mevsimi”nin duruşuna Jim Carrey katkısı

        Elbette bunlara “Taksi Şoförü”ne (“Taxi Driver”, 1976) atıfta bulunan ‘one-liner’ (tek cümlelik) espri, Köksal Engür’ün ‘Türk olmanın gelenekselliğiyle çömezleşen eski polis’ tribindeki sahne kimliği ve Pelin Körmükçü ile Toprak Sergen’in ‘kötü ikili’ olarak asla boyutsuz durmamaları da eklenmeli. Ancak özellikle dedektifliğin Türkiye’ye uygun olmaması ile gelen sakarlıklar ve şaşkınlıklar filmin mizah sosuna bolca katkı yaparken, “Av Mevsimi”nin (2011) ciddiyete büründürdüğü ‘polisiye omurgası’ burada zıvanadan çıkmış bir Jim Carrey temsiline dönüşmüş.

        Tolga Çevik, ilerleyen dönemde Türkiye’nin Jim Carrey’si olarak anılır mı orasını bilemeyeceğiz. Ancak kaba komediyi yenilerek, her şeyi altüst eden türsel omurgayı kültürel bir temele kavuşturma konusunda başarılı olmuş orası kesin. “Sen Kimsin?” de Jingle House’un imzasını taşıyan çok katmanlı ve dinamik müziklerden tutun son derece işlevkar kurgusuna kadar 1.85:1 oranında sayısız boşluğu doldurmuş. Türk sinemasının genel sorunu olan ‘kilit sekansları unutma’, ‘finali bağlayamama’ ve ‘film bütününü kestirememe’ gibi sorunlar ise burada rol alan oyuncularının yeteneğini ve albenisini fazla zedelememiş.

        Uzun lafın kısası ilk döneminde kılıktan kılığa girerek sessiz sinemadan gelen kaba komedi anlayışını ‘karakter oyunculuğu’ ve ‘belden aşağı espriler’ ile harmanlayan Carrey’nin, “Budala Dedektif” (“Ace Ventura: Pet Detective”, 1994) ile tu kaka edilmesi sürecini Çevik de Türkiye’de yaşayabilir. Ancak nihayetinde kendisinin bu konuda yetkin bir senariste ve oyuncuya dönüşerek yoluna emin adımlarla devam edeceğini öngörebiliriz.

        FİLMİN NOTU: 4.6

        Künye:

        Sen Kimsin?

        Yönetmen: Ozan Açıktan

        Oyuncular: Tolga Çevik, Köksal Engür, Pelin Körmükçü, Zeynep Özder, Toprak Sergen

        Süre: 103 dk.

        Yapım yılı: 2012

        KENDİ KARANLIĞINDA MUTLU!

        FBI’ın ilk müdürünün, eşcinsel J. Edgar Hoover’ın koltuk sevdası, hırsları ve liderlik egosuyla bilinen tartışmalı kariyerine bakış atan bir Clint Eastwood ürünü. Son yedi yılda olduğu gibi yönetmen, burada da ele aldığı dönemin dokusunu, sürekli çalıştığı görüntü yönetmeni Tom Stern’den renk paletindeki detaycılıkla perdeye aktarmasını istemiş. Bu durum siyah-beyaz sinema estetiğinde polis teşkilatının iç yüzünden ziyade, ‘karanlık’tan ‘aydınlık’a geçmek istemeyen kötücül bir adamın tasvirine kadar uzanmış. “J. Edgar”, Amerikan siyasi tarihinin gördüğü ‘öteki’lerle mücadele etmekten ziyade kendi sağcı, ırkçı ve egosantrik tavrını öne çıkarma arzusuyla bütün başkanları ve direnişçileri karşısına alan J. Edgar Hoover’ın yaşam hikayesini ‘klasik biyografi’ kalıplarıyla perdeye aktarırken fazla sıkıntı çekmemiş.

        1919’da FBI’ın müdürlüğüne atanan J. Edgar Hoover, egosundan hırslarına, asosyal ilişkilerinden Amerikan başkanlarıyla diyaloglarına, 1972’deki ölümüne kadar sürekli tartışılmış ve nefret toplamış bir figür. Clint Eastwood da o çok sevdiği ‘siyasi tarih’in belli kısımlarını kendi yorumuyla bireyler üzerinden anlatma arzusunu, “J. Edgar”da onun benliğinde canlandırmış. 1919-1972 arasında FBI’ın başında bulunan bir insanın, daha doğrusu kötü bir adamın ruh haline odaklanmış.

        Amerikan siyasi tarihine eşcinsel bakışı

        J. Edgar Hoover’ın gözünden 1920’lerin söz gelimi komünistlerine, 1930’ların Büyük Bunalım dönemi gangsterlerine, 2. Dünya Savaşı’nın arifesinde ortaya çıkan Alman ve Rus ajanlarına, 1950’lerin komünist avına ve hatta 1960’ların Martin Luther King’in direnişi ile JFK suikastiyle çalkalanmasına uzanan süreci masaya yatırmış. Bu eşcinsel kanun adamının; evinde asistanı ya da sevgilisi ile geçirdiği zaman dilimi bu eşikler atlandıkça daha da duygusal ve içinden çıkılmaz bir hale gelmiş. Bu da ‘suçlu-gangster’ yakalayıp veya başkanlara kafa tutup öne çıkma hırsının sonraki dönemde ‘dinginlik’e transfer olmasına yol açmış.

        Bu durum Eastwood’un onu birey olarak incelerken son bölümde tamamen kapalı mekanda resmetmesini sağlamış. Özellikle kendi yönetmenlik görüşüne sınıf atlatan “Sahtekar”da (“Changeling”, 2008) tanıklık ettiğimiz 2.35:1’de siyah-beyaz sinemanın estetiğini canlandırma düşüncesini, değişken bir şekilde ‘psikolojik durum’ için kullanması da sürpriz değil. Zira o dönemin hakim chiaroscuro ışık oyunlarının ve gri tonun etkili olduğu görsel yapının, siyah ile beyaz arasında ya da ‘karanlık’ ile ‘aydınlık’ın keskin ayrımında bir araya gelmesi; melankolik, muhafazakar ve kötücül bir duyguyu seyircinin derinden hissetmesini sağlamış.

        Oyuncular makyaj efektlerine takılmış

        Bu noktada açığa çıkan ise yönetmenin orada ‘polis teşkilatı’ ile olan dertlerini henüz oluşmamış türler üzerinden ele alma düşüncesinin burada da onların motifleriyle temsil bulması. “J. Edgar”ın belki ‘eşcinsel sinema’ adına yine o devirde geçen “Swoon” (1992) kadar devrimci bir işlevi yok. Ancak “Milk” (2008) gibi bu konuda bir politik miras bıraktığı kesin.

        Leonardo DiCaprio ve Naomi Watts gibi oyuncuların karton makyaj efektlerinden fazlaca zarar görüp, karakterlerinin gerçekçiliklerini kaybetmeleri ise bu noktada değinilmesi gereken bir başka konu. Özellikle de son bölümde bu ‘performans’sal düşüş filmin bütününe de tesir etmiş. Ancak J. Edgar’ın James Cagney’le, Shirley Temple’la, Nixon’la ve Kennedy’nin kardeşi ile yaşadığı diyaloglar konusunda Eastwood istediği anları sinemaya bırakmış belli ki. Bu konudaki kişisellik, liberal bir bakışla hırstan gözü kararan bu sağcı figürü eleştirmeye soyunmuş.

        Kendi gölgesinden bile uzak duran bencil ve hırslı bir lider

        Siyah-beyaz sinema estetiğinin arasında ‘aydınlık’a çıkmayı arayan bir figür olarak geri dönen Hoover da, polislik düşüncesinden ziyade yöneticilik görevini ve egonun içsel dönüşümünü kendi bünyesinde yaşamış. Bu tek boyutlu liderlik, onun neredeyse ‘gölgeler’den ve ‘dışarıda olup bitenler’den dahi korkar hale gelmesine yol açmış. Bunların hepsi de elbette herkesin nefretini üzerinde toplayıp bir yaştan sonra kabuğuna çekilme arzusu hissetmesinden kaynaklanıyor.

        Eastwood’un J. Edgar Hoover’ın bu ‘insani kötülük’ünü dengeli ve tutarlı bir şekilde portrelemesi en büyük başarısı. Bu da ‘klasik biyografi’nin eksiklerini siyah-beyaz sinemanın karaktere uygun dokusu ile kapatmasını sağlarken, CIA’in hikayesini anlatırken çeşitli açmazlara düşen “Kirli Sırlar”dan (“The Good Shepherd”, 2006) daha yetkin bir ‘FBI’ görüntüsü oluşturmasına olanak tanımış.

        FİLMİN NOTU: 6

        Künye:

        J. Edgar

        Yönetmen: Clint Eastwood

        Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Armie Hammer, Naomi Watts, Judi Dench, Geoff Person, Dylan Burns

        Süre: 137 dk.

        Yapım yılı: 2011

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Artist (The Artist): 6

        Berlin Kaplanı: 3.2

        Bu Son Olsun: 4

        Çizmeli Kedi (Puss in Boots): 6

        Demir Leydi (The Iron Lady): 5.9

        Duyguların Rengi (The Help): 4

        Düşler Bahçesi (We Bought a Zoo): 2.8

        Ejderha Dövmeli Kız (The Girl with the Dragon Tattoo): 7.8

        Eşruhumun Eşzamanı: 0.9

        Fetih 1453: 6

        Güzel Günler Göreceğiz: 3

        Hayalet Sürücü 2: İntikam Ateşi (Ghost Rider: Spirit of Vengeance): 3

        Hugo: 7.3

        İçimdeki Şeytan (The Devil Inside): 1.3

        Jack ve Jill (Jack and Jill): 2.1

        Karanlık Saat (The Darkest Hour): 3.3

        Karanlıklar Ülkesi: Uyanış (Underworld: Awakening): 5.4

        Karanlıktan Korkma (Don’t Be Afraid of the Dark): 5.5

        Kevin Hakkında Konuşmalıyız (We Need to Talk About Kevin): 7.8

        Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy): 7.9

        Kurtuluş Son Durak: 4

        Marilyn ile Bir Hafta (My Week with Marilyn): 4

        Melankoli (Melancholia): 3.5

        Muppets (The Muppets): 5.5

        Neşeli Ayaklar 2 (Happy Feet Two): 5.9

        Savaş Atı (War Horse): 6.4

        Senden Bana Kalan (The Descendants): 5

        Sürücü (Drive): 8.1

        Tutku Günlükleri (The Rum Diary): 5.5

        Utanç (Shame): 5.8

        Zenne: 3

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar